01.12.1965 / Ertuğrul Oğuz Fırat - Çalgıçalarlarımızın Tutumu Üzerine


    
Küçük devletler arasındadır Türkiye. Ama hakkıyla tanınmamış olsalar da önemli, büyük bağdarları vardır.

     Yoksul bir ülke olmuştur Türkiye. Toprak ürünleri kendisini doyurmaya yetmez. Dışardan buğday getirtir, makine alır, kağıt alır. Ama nota kağıdı yapmaz da, almaz da. Acaba istenir mi ki bağdarlar yapıtlarını taş üzerine yazsınlar. Yerel küğ sanatının gerektirdiği çalgıları, bağlamaları, cümbüşleri, utları, kanunları, davulları, zilleri, tefleri yapabilir Türkiye. Ama Batı sanat küğünde de yeri olsun ister, varlık savıyla ortaya çıkar. Bunun için de keman alır dışardan, piyano alır, obva alır, fagot alır, çelesta alır. Yine de ünlü kemançalarları, hünerli, usta piyanoçalarları vardır.

     Vardır ya, hem de bunların çoğu devletin yardımıyla -öyle ki halktan alınan vergilerin bir bölüğünün bu işe ayrılmasıyla- yetişmişler, Batı’da bile ün ıssı olmuşlardır. Devlet sanki demiştir ki, gidin, memleketin sanat elçileri olun, size kolaylıklar sağlıyacağım. Gidip dolaşmış, dönmüş gelmiş, yine gitmişlerdir bu kemançalar, piyanoçalar, şarkıcıların çoğu. Ama hangi ülkenin sanatının, kimin elçileri olmuşlardır bunlar?

     Hünerlidirler, ünlüdürler, doğru... Gerçekten değerli, kutsal bir amaca hizmet için yetişmelerine ödenenlerin hepsi yerindedir, bu halk bununla öğünebilir. Yetenekleri de onları bunu almaya haklı yapmıştır. Ama her hakkın karşılığı bir sorumluluğun, bir görevin bulunduğunu, acaba bu ünlü sanatçılarımızın kaç tanesi gereğince anlamış, yerine getirmiş durumdadır? Türk sanatının elçisi değildir, olamamışdır pek çoğu. Yalnızca başka ülkelerin eski ya da yeni bağdarlarının yapıtlarını çalmada usta sayılan, kendi tutkularına, amaçsız isterlerine göre çalışan görevsiz, sorumsuz kişiler olmuşlardır.

     Uzaklara gitmeye gerek yok, ülkemiz komşularının bu yönde tutumlarının ne olduğuna bakmak yeter. Yunanistan olsun, Romanya olsun, Bulgaristan, Sovyetler Birliği olsun tüm dinletilerde öncelikle kendi bağdarlarının yapıtlarının çalınmasına sıkısıkıya uymuşlardır. Hiçbir çalgıçalar da bu tutumu izlememezlik etmemektedir. Bugün bir Haçaturyan, Kabalevski, Miyaskovski, Şostakoviç, Enesco, Skalkottas, Ksenakis, Slavenski, Vieru çeşitli yapıtlarıyla derece derece tüm dünyada tanınmış oldukları halde, daha genç kuşaklardan vazgeçtik, bu saydıklarımın yaşıtı olan bağdarlarımızın hiçbiri küğ dünyasında onların kazandığı saygınlığın onda biri ölçüsünde olsun tanınmamışlardır.

     Kestirmeden söylemek gerekirse, bağdarlarımızın yalnız kendi çabaları, didinmeleri, türlü boyun eğmeleri, yakarmaları sonucu, koşulları yönünden yine de iyice raslamsal olarak kalmaya yargılı, şu ya da bu yabancı ülkede bağdalarının çalınmış olması, bir yarışmada bağdalarının başarı kazanması nedeniyle gazetelerde, dergilerde kendilerinden söz edilerek, bundan bir öğünç payı çıkarmaya hakkımız yoktur ve bu görevlerimizi anlayıp yapmış olduğumuz anlamına gelmez. Doğrusu aranırsa böylesi her haberde, başta çalgıçalarlarımız, orkestra yöneticilerimiz olmak üzere, anlayışsızlığımızı bir yol daha bilincin aynasında görüp, başlarımızı önümüze eğmeliyiz.

     Türk bağdarı bugün kendi toprakları üzerinde yalnızlık, tükenmez bir ıssızlık içinde bırakılmış kişidir. Onun tanınmamış yapıtlarında zaman zaman başka ulusların çalgıçalarlarının, şarkıcılarının, orkestra yönetmenlerinin yardımıyla ortaya çıkan üstünlükler varsa, bunda ne devletin, ne toplumumuzun kendine ayırabileceği bir öğünç payı asla yoktur.

     Hangi dinletiye giderseniz gidin, ne zaman radyonuzu açarsanız açın, bir bağdarımızın yapıtını dinliyebilmeniz sanki bir tansıya bağlıdır. Yas günlerinde, ölüm yıldönümlerinde ya da bir tören gereksinmesinde kendimizi bulubuluveririz biraz. Ama her gün de büyük kişiler ölmez ki, her gün tören yapılmaz ya... Dinleyecekseniz, yüz bilmem kaçıncı kez Haydn’ın bilmem kaçıncı sinfonisini, bin bilmem kaçıncı olarak Mozart’ın bir uvertürünü ya da Beethoven’in bir yapıtını, Brahms’ın bir sonatını, piyano parçalarını dinleyebilirsiniz. Neden Mozart yüz kere çalınabiliyor da bir Saygun, Erkin, Usmanbaş, Arel, Ün, Baran, Tarcan, Sun, kırk yol, elli yol çalınamıyor?

     Nedense her alanda bir ulusal benlik, varlık davamız olduğunu biliriz de, küğde bunu anlamamazlıktan geliriz.

     Değerli kemançalarımız Suna Kan’ın, Usmanbaş’ın keman ve piyano için “Beş Çalışma” adlı yapıtına çalıştığı sırada, aynı odada bulunan, aynı ölçüde ünlü bir başka sanatçımızın, yapıtın bir parçasında arka arkaya gelen alışılmamış uzunluktaki seskaydırmaları (glissando) karşısında kendini tutmak gereğini bile duymadan açıkça, alay edercesine güldüğü anlatılmıştı. İlk başta önemi kavranılabilir görünmemektedir bu gülüşün. Ama, alanında hünerli olması ölçüsünde, bu ülkenin sanat davalarını anlamaktan kendisini beri tutan gerçek kültür yoksulluğu, ulusal benlik eksikliği sanatçının bu gülüşünü çok acılaştırmaktadır. Ve de bu sanatçımız bugüne değin tek bir Türk bağdarının yapıtını çalmamış, herhalde merak edip incelememişti bile.

     Bu tabloya bir ad da takabiliriz artık: Uygarlık alanında geri kalmış bir ülkenin uygar bağdarlarının, seçkin çalıcıları tarafından yokluklarına yargı verilişi...

     “Küğ Dergisi”nin Aralık 1965 tarihli 1. Yıl, 3. Sayısı’nın 35-36. sayfalarından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5738475
Online Ziyaretçi Sayısı:16
Bugünlük Ziyaret :928

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.