01.08.1994 / Hikmet Şimşek - İslamiyet ve Müzik

Hikmet Şimşek
Atatürk Müzik Devrimi Sanatçısı


     (Türk Sanatçıları Kurultayı: “Türkiye Edebiyatçılar Derneği”, “Sivas Olayları”nın yıldönümü olan 2 Temmuz günü Ankara’da geniş kapsamlı bir “Sanatçılar Kurultayı” düzenledi. Çağrı yapılan 73 sanatçı örgütü ile dergiden 41’inin katıldığı kongrenin gündemini “Laiklik ve Örgütlenme” oluşturmaktaydı. “Şinasi Sahnesi”nde gerçekleştirilen, çok büyük izleyici kitlesinin de katıldığı “Kongre”de şu sanatçılar konuşmacı olarak yer aldılar: Mustafa Şerif Onaran, Aziz Nesin, Yekta Güngör Özden, İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Şükran Kurdakul, Hikmet Şimşek, Mahmut Tali Öngören, Hüsamettin Koçan.

 

     Hikmet Şimşek’in konuşmasını tarihi bir belge olarak aşağıda sunuyoruz.)

 

     _____________________________________________

 

     Sayın Oktay Ekşi, “Hürriyet Gazetesi”nin geçen 22 Haziran tarihli başyazısında, “Anayasayla Oynarken” başlığı ile çok ilginç bir saptama yapıyordu. Bugünkü konuşmamın esin kaynağını oluşturan saptamada, “İran’da neşeli müziklerin yasaklanması” konusu ele alınarak, toplumsal ve siyasal bağ kurulup, dinsel fanatizmin gemi azıya aldıktan sonra, nerelere kadar uzanacağı irdelenmekteydi.

 

     İnsanlarda yüksek duyguları ve düşünceleri uyandıran müziğin bir amacı da, neş’e vererek mutluluk aşılamak olduğu halde, bunun yasaklanması, bana bir büyük adamın şu sözlerini çağrıştırdı:

 

     “Müzik yaşamın neş’esi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.”

 

     Tarih: 1925. İmza: Mustafa Kemal.

 

     Genel uygarlık açısından ele alındığında, müziği günah sayan zihniyetle, onu en değerli varlıklardan biri olarak tanımlayan ve de uygulayan davranıştan daha somut ayrıcalık örneğine zor rastlayabiliriz, bütün dünya tarihinde… Bu, aynı zamanda, fanatizmle hümanizmanın en çelişkili göstergelerinden birini oluşturmaktadır.

 

     İran’da müziğe karşı tutum yeni değildir. Humeyni’nin iktidarı ele geçirmesinden sonra yapılan ilk işlerden biri, operayla balenin kapatılması, konservatuvar ve orkestrada evrensel müziklere son verilmesi olmuş, yalnız dini parçalarla, rejimi öven türlere izin çıkmıştır. Doğaya aykırı her uygulama ergeç geri teper. Anlaşılan, kural işlemeye başlayınca, eski karar yinelenmiş bulunmaktadır.

 

     Daha sonra açıklayacağım üzere, laiklikle çok yakın ilişkisi olan davranış, eşi olmayan bir uygulamayı sergilemektedir. Tarih boyunca bazı rejimlerin ya etnik ya da doktriner nedenlerden ötürü bazı müzik türlerini yasakladıkları olmuştur. (Hitler ve Stalin çağlarında olduğu gibi…) Ancak, en yaygın sanat türü olan müziğin bu şekilde toptan dışlanması -hem de dini gerekçelere dayandırılarak- görülmemiştir.

 

     Bir vakitler bizde de müziğin günah, haram sayıldığı olmuştur. Bugün aynı geri zihniyet hortlatılmak istenmektedir, öteki uygar ve çağdaş alanlarda da olduğu üzere. Davranışın temeli laisizme karşı olup, duygusal fanatizmi yansıtmaktadır.

 

     “Osmanlı İmparatorluğu”nun son zamanlarında bazı şer’iye mahkemeleri, çalgıcı ve oyuncu olarak adlandırıldıkları sanatçıların tanıklıklarını meşru saymazlardı. Saray müzikçileri, emeklilikleri geldiği zaman, padişahın elini öpüp ulufelerini aldıktan sonra hacca giderler, dönüşlerinde tövbeyle müziğe veda edip günahlarından arınırlardı. (!)

 

     Yasaklar çoğunlukla fetva ile saptandığından, bu kurum üzerinde biraz durmak gerekir.

 

     Tarihimiz boyunca çok acı şekilde yaşanmıştır ki, örneğin, matbaadan fesin alınıp atılmasına, bilimsel atılımlardan sosyal gelişmelere kadar engellerin çoğunu fetva kurumu oluşturmuştur.

 

     Fanatizmin bir çeşit “maymuncuğu” olarak ta kullanılan fetva kurumunun en büyük zararı, çoğu zaman gerçek esaslara dayanmayan subjektif kararlarla, dini ekseninden saptırması olmuştur. “Subjektif” deyimi üzerinde özellikle durmak isterim. Eskiden kasaba müftüleri dahi istenen konuda fetva vermeye yetkili idiler.

 

     Bu suretle çıkan objektif verilere dayanmadan çıkan birçok karar, çelişki arz ederek toplumdaki inanç ve davranış birliğine büyük zarar vermekteydi. Müzik konusu bunun en somut örneklerinden biridir.

 

     “Kur’an-ı Kerim”de müzikle ilgili açık hüküm olmamasına karşın, yüzyıllar boyu fetva emirleri duruma, zamana, zemine göre ayetlerdeki bazı sözcükleri zorlayarak yahut hadisleri kendilerine göre yorumlayarak, ürettikleri yapay anlamlarla haram veya helal damgasını vurmuşlardır. Şeyhülislam başta olmak üzere, atanmalar padişaha bağlı olduğundan, siyasi etkiler de devreye giriyordu.

 

     Uygarlık bütün olarak ele alındığında, laisizm yalnız düşünce ve inanç alanında değil, duygu alanında da geçerli ve gereklidir.

 

     Bugün yurdumuzu gölgesine alan en vahim karabasanlardan biri, kişisel fetvalarla çağdaş, uygar sanata karşı “tükürselliğe” kadar uzanan yasaklama hareketlerinin başlayarak nereye kadar uzanacağının bilinmemesidir.

 

     Bunca kapsamlı “Sanatçılar Kongresi”nde bir arada olmamızın en önemli nedeni çağdaş ve uygar doğrultuda yeni bir örgütlenmeye gidilmesi istemine şu öneriyi getiriyorum: Kültür ve sanatı yetmiş yıl önce kurduğu devletin bayrağı yapan o “ışıklı” insanın, Mustafa Kemal’in şu tanımı üzerine:

 

     “Sanatçı, toplumda uzun uğraşılardan sonra, alnında ışığı ilk duyan kimsedir.” O halde, bütün yaratıcı sanatçılarımızı, şairiyle, yazıcısıyla, ressamıyla, yontucusuyla, bestecisiyle aldıkları ışığı topluma iletmek üzere yeni örgütlenmenin “örgüsünü” dokumaya çağırıyorum. Tarih göstermiştir ki, mısralara dökülmeyen, renklere, çizgilere bürünmeyen, yontularla yükselmeyen, seslerle tınılara dönüşmeyen devrimlerin toplum içindeki etkileri istenilen derinliğe erişememiştir.

 

     Toplumumuzun gereksinme duyduğu uygarlık savaşını topla, tüfekle değil; bilimin usçuluğu, sanatın heyecanı, kültürün yapıcılığı ile kazanmak zorundayız. Hayır, buna hükümlüyüz.

 

     Bir doğma değil, statik kalıp değil, çağdaşlığa uzanan bir sürecin kapısını açan Atatürkçülük çizgisi, bizi yeden değil, aydınlatan tek kılavuzumuzdur. O, esasen 70 yıl önce yolu açtığında kendini silip halkı ile özdeşleştirerek şöyle diyordu:

 

     “Ben sizin istemlerinizi tatmin için geldim. Onu sürdürecek Mustafa Kemaller sizlersiniz.”

 

     O, tarihsel diyalektik yönünden kaçınılmaz olguyu şu paradoksla dile getiriyordu:

 

     “Uygarlık öyle bir ateştir ki, ona bigane kalanları yakar, geçer…”

 

     Nazım ise “Prometheus” ateşini şöyle yönlendirmekteydi:

 

     “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak,

     Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?…”

 

     Bu yönden ele alındığında, Sivas’ta 37 aydını yakan ateş, belki de geleceğin meşalesi olarak karanlıklardan sıyrılmamızın yolunu aydınlatacaktır. Korkunç olay karşısında tek tesellimiz budur.

 

     Hepinizi bu duygularla selamlarım!..

 

     Ek: Sanatın içine “tükürerek” ahlak bozucu diye heykel söken bağnaz zihniyet, giderek resim galerilerine kadar uzanıp “nü”leri kaldırmaya başlamıştır. Opera ve özellikle baleye karşı tutumları bellidir. Meclis kürsüsünde dahi yok etmek istediklerini ilan etmişlerdir. Çoksesli müziğin “milli” olmadığı ithamı zaten ağızlarda gevelenen sakız idi. (Bu konuda kapsamlı bir yazıyı yakında kaleme alacağım.)

 

     Şu andaki ileri sürülen gerekçe “çıplaklığın ahlaka aykırı olduğu” bahanesine dayanmaktadır. Bu bana birkaç tarihi ve sosyal olayı anımsattı.

 

     Gustav Flaubert’in “Madame Bovary” romanı 19. yüzyıl zihniyetiyle ahlaka aykırı olarak mahkemeye verilmiştir. Papazların da tahriki ile kamuoyu yazarın aleyhine dönmüş, savcı O’nu utanmazlıkla itham ederek zehir zemberek bir iddianame hazırlamıştır. Bütün duruşmalar sırasında susmakta olan yazarımız, son celsedeki savunmasını lakonik şekilde şöyle yapar ve sükunetle yerine oturur: “Tanrının yaratmaktan utanmadığı şeyi ben yazmaktan neden utanayım?” Sonuç, Fransız toleransının zaferi olarak aklanmadır.

 

     İkinci olay bizimle ilgilidir. “Mohaç Zaferi”yle Budapeşte’ye girildikten bir süre sonra, bağnaz bir yeniçeri ağasının emri ile çıplak heykellere “setr-i avret” uygulanır, peştemallerle (Türkçesi, ayıp yerleri) örtülür. Yaklaşık 20 yıl önceleriydi. Gerçek Türk dostu olan “Interconcert” müdürü davet ettiği öğle yemeğinde olayın devamını şöyle anlatmıştı: Peştemalle örtülmeden önce heykellere dikkat etmeden geçip giden yeniçeriler, örtüldükten sonra kaldırıp altına bakmadan edemezlermiş. Ben de bunun üzerine kendisine Güney Polinezya adalarından birindeki eski geleneği anlattım. Burada bütün kadınlar çıplak gezerler, yalnız hayat kadınları örtünürlermiş, erkekleri gizliliğin cazibesine çekmek üzere!.. (Ne yazık ki, ‘Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, turistlerin kendi geleneklerini aşılaması ile bu çok doğal davranış kaybolup gitmiş.)

 

     Hele, İngilizlerin “Dizbağı Nişanı” uygulamasına ne demeli? Dizi açılan bir kontes utanınca kral şöyle der: “Kötü düşünen utansın.” Ve de nişan İngiltere’nin en onur verici simgesi olur.

 

     Evet, kötülük objelerden ziyade, insanın kafasında ve niyetindedir. Çıplaklığı, yani doğayı temsil eden sanat yapıtından şehvet çağrışımı algılayan bir kişiye uygar insan denilebilir mi? Ne acıdır ki, yirmibirinci yüzyılın eşiğinde bu gibi olayları yaşama talihsizliğine uğramaktayız. Bütün bunlar bana büyük uygarlık savaşçısı Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun “Cumhuriyet Gazetesi”nde çıkan şu yazısını anımsattı. Bu yazıyı bir kez okumakla kalmayın, kesin ve baş ucunuza asarak her gün okuyun. (Bunun için ‘Dergi’ sorumlularından şunu rica ediyorum: Lütfen yazıyı ayrı bir sayfada büyük harflerle yayınlayınız ki, herkes kesip değerlendirebilsin.)

 

     “BUGÜN KİŞİNİN KENDİ KENDİNE KARŞI NAMUSLU OLMASI YETMİYOR ARTIK.

 

     YIKILMAK VE BÖLÜNMEK İSTENEN VATAN UĞRUNDA,

 

     TOPLUMSAL NAMUS DUYGUSUYLA DA DONANMALI VE SAVUNMAYA GEÇMELİYİZ.”

 

     Hıfzı Veldet Velidedeoğlu - 23 Ocak 1977

 

     Ben buna hayır diyorum, sevgili hoca…

 

     Savunma da yetmiyor artık. Örgütlenip uygarlık silahları ile biz de hücuma geçmeliyiz.


     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 33. Yıl, 248. Sayı ile Ağustos 1994 tarihinde basılan nüshasının 2-7. sayfalarından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5754671
Online Ziyaretçi Sayısı:14
Bugünlük Ziyaret :1026

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.