09.10.2018 / Müfit Semih Baylan - Ne Olacaktı? Neyi Bekliyordunuz? Kutsanmayı mı?


     Bu başlıkla sözüm size Opera, Bale, Tiyatro ve Klasik Müzik alanında sanat icra eyleyen klasik sanatçılar!



     Evet sözüm size!



     Neden mi?



     Durun, baştan başlayayım derdimi anlatmaya o halde!



     Dün gece geç saatlerde “Resmi Gazete”de yayımlanan “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile, “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu”nu oluşturan üyeler açıklandı. Buna göre kurulda görev alan dördü kadın dokuz üye şu isimlerden oluşuyor:



     1- Alev Alatlı (Yazar- Romancı)
     2- Hülya Koçyiğit Soydan (Eski Sinema Oyuncusu)
     3- Havva Hümeyra Şahin (Tarihçi ve Osmanlı Bürokrasisi Uzmanı)
     4- Mehmet Özçay (Hattat)
     5- Prof. Dr. İskender Pala (Yazar, Edebiyatçı, ‘Muhafazakar Sanat Manifestosu’nun Yazarı)
     6- Murat Bardakçı (Tarihçi, Gazeteci, Yazar)
     7- Orhan Gencebay (Besteci ve Şarkıcı)
     8- Rasim Özdenören (Öykü, Roman ve Deneme Yazarı)
     9- Prof. Dr. Ümit Meriç (Sosyolog, Yazar Cemil Meriç’in kızı)



     Görüldüğü üzere dokuz kişiden oluşan kurulda opera, bale, tiyatro, klasik müzik alanından bir tek klasik sanatçı bulunmazken, geçen yıl düzenlenen “Milli Kültür Şurası”nda görev alan kişilerin büyük çoğunluğunun kurulda yer aldığı görülüyor.



     Başkanlığını “Cumhurbaşkanı”nın yapacağı “Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu”, ülkemizin kültür ve sanat politikaları hakkında karar verirken, bu kurul büyük olasılıkla Prof. Dr. İskender Pala’nın kaleme alıp açıkladığı “Muhafazakar Sanat Manifestosu”nun ilkeleri doğrultusunda hareket edecek. Tabii bu benim iddiam; iddiamın doğruluğunu da zaman gösterecek!



     Geçtiğimiz yıllarda, kulis haberlerine dayanarak gelen bu tehlikeyi adım adım işaret eden gazetemizi ve ötesinde editörü bendenizi, “polemikçi” ya da “polemik sever” ilan ederek; gazetede çıkan kulis kaynaklarına dayanan haberlere ve benim yazılarıma alaycı bir tavırla yaklaşarak ve hatta kimileri tarafından “hain” ilan edilerek sadece duymak istediğiniz haberlere itibar edilmesinin sonucu değil midir şimdi gelinen bu nokta?



     Bir değerli operacı arkadaşımın tüm açık sözlülükle “Bizler devletin memurlarıyız, o nedenle devlet tarafından önümüze konulanı icra eylemek zorundayız” gerçeğine hiçbir itirazım yok. Olamaz da. Çünkü ben de 6 yıl öncesine kadar o devlet kadrolarının birinde o operacı arkadaşımın dediği gibi sonuçta bir devlet memuruydum.



     Ancak hiçbir zaman, çalıştığım kurumun geleneksel yapısını ve bu yapı içinde çok kıymetli olan özerkliğini gözardı etmeden, özerkliğin getirdiği olanaklara arkadan dolaşmadan görevimi ifa etmeye çalıştım.



     Oysa özerkliğin ne kadar büyük ölçülerde suistimal edildiğine tanık oldum, birebir yaşadım.



     24 Haziran referandumundan sonra klasik sanat kurumlarımız “DOB” ve “DT”de yapılan ilk önemli değişiklik yayımlanan iki kararname ile bir sanat kurumunun olmazsa olmazı olan bu özerk yapının kaldırılması oldu. Adına genel müdür denilen ve özerk sistemde genel sanat yönetmeni olarak anılan şahsiyetler artık saraya sormadan imza bile atamayacaklardı.



     Şimdi “Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu” geldi. Ve şimdi sanırım İskender Pala’ya sormadan hiçbir şey yapılamayacak sanat kurumlarında.



     Kurul üyesi sayın Prof. Dr. İskender Pala, “Muhafazakar Sanat Manifestosu”nun 13. maddesinde, “Muhafazakar Sanat, kendi kültürel coğrafyasının farkında olup, kabuğunu beğenmeyen civciv kompleksinden varestedir (uzaktır)” diyor.



     Yani 1923’den beri ülkemizde yapılan tüm klasik yüksek sanat ürünleri, Sayın Pala’nın demesine göre kabuğunu beğenmeyen civciv kompleksi içindedir.



     Sayın Pala 9. Maddede, “Muhafazakar Sanat, Batı’yı reddetmez, metodoloji ve üretimlerini kabul eder, ama ruhuna mesafeli yaklaşır” diyerek sanatı batının bir ürünü, metodolojisinin kabul edilebileceğini ama ruhuna gelince, mesela bir balerini o kıyafeti ile kabul edilemeyeceğini cinsiyetçi bir anlamda üstü kapalı vurgulayarak, ülkemizde yapılan çağdaş sanata bir anlamda (ağır olacak ama) pornografik bir bakışla yaklaşır.



     10. Maddede, “Muhafazakar Sanat, söz gelimi Fuzuli veya Dede Efendi’yi, Shakespeare’i yahut Molier'i, Brahms veya Vivaldi’yi, Kurosawa yahut Coppola’yı bilir ama onların bilmem kaçıncı taklit versiyonunu üretmek yerine bir Fuzuli, bir Molier, bir Vivaldi yahut Coppola olma idealiyle kendi eserini üretir” diyerek ülkemizde 1923’den beri yapılan tüm yüksek sanat ürünlerini bilmem kaçıncı taklit ürün olarak küçümser ama durumu ayakta idare etmek için Vivaldi, Molier ve Coppolla’ya atıfta bulunur. Fuzuli ve Copolla yanyana. Anlayın kafadaki vahameti!



     6. Maddede, “Muhafazakar Sanat, sivildir; devlet eliyle kontrole karşı çıkar, devletin patron değil sponsor olarak katkı sağlamasından yanadır” diyerek sanat kurumlarındaki özerk yapıyı görmezden gelir ve burada ödenek veren devleti patron olarak yargılar. Sanat kurumlarında özerklik devleti patron olarak değil, sanatta tasarruf olmaz ilkesiyle ödenek vererek sanat yapılmasını yani görevlerinden birini yaptığını görmez. Onlar için parayı veren düdüğü çalandır. Oysa 1923’te kurulan devletin böyle bir amacı yoktur. Herşeyi halkın yetişmesi ve gustosunun yükseltilmesi üzerine kurmuştur!



     Kurul üyesi Prof. Dr. İskender Pala “Muhafazakar Sanat Manifestosu”nun can alıcı 1. Maddesinde, “Muhafazakar sanat, geçmişiyle bağları travmatik biçimde koparılmış bir toplumun öz benliğiyle barışma çabasının estetik boyutudur” diyerek cumhuriyet devrimlerinin hepsini rafa kaldırarak reddeder! Tabi bunun içinde Atatürk’ün “Kültür Sanat ve Müzik Devrimi” de vardır.



     Hülasa tasarladığımız sanat anlayışı ideolojiktir demiyor, bu düşüncesini “sanat sanat için değil toplum içindir” diyerek üstü kapalı bir biçimde sinsice sunuyor.



     Bu manifestoyu yayımlayan ve yayımladığı manifesto kabul gören Prof. Dr. İskender Pala, şimdi sözkonusu kurulda klasik sanatları göreceli bir biçimde önce tırpanlayarak, sonra yok ederek; batının küçümsediği müslümanlardan oluşan nüfusuyla batının yapabildiği tüm yüksek sanat ürünlerini yapabilen ve bu yolla birbuçuk milyarlık Müslüman dünyasında tek olan “Türkiye Cumhuriyeti”ni yüksek medeniyet coğrafyasından kopararak yeniden batının istediği ait olduğu yere ortadoğu coğrafyasına iade edecektir.



     Batı dünyasının çok önemli opera solistlerinden Luciano Pavarotti, 60’ların başında Türkiye’ye iş aramaya gelmiş ancak yetersiz bulunarak ülkemizden gönderilmiştir. Sanat kurumlarımızın yükseklik düzeyine bakar mısınız? Yine o sanat kurumları Leyla Gencer, Suna Korad gibi sopranoları dünyaya hediye etmiştir.



     Şimdi şaşırmaya, vahlanmaya gerek yok. Ülkenin başındaki siyasi yapı, yapacaklarını açık açık söyleyerek geldi. Bu konuda son derece dürüstler. Haklarını teslim etmek gerek.



     Ancak sanatçılarımızdan “tık” çıkmadı. Onlar zamanlarını kısır “kulis” çekişmeleriyle geçirdiler. Geçirdiler ve yeni yeteneklere, gençlere de mani oldular. Nice yetenekli ve yeterli genç sanatçılarımız özel orkestralarda günlük elli lira yevmiye ile yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldılar. Aynı durum opera, bale ve tiyatro için de geçerli.



     Tüccar Orhan Gencebay artık kuruldadır. Artık yetki sahibidir. Hep şikayetçi olduğu “korsan” ile daha iyi mücadele edebilecektir. Kovulduğu “Orayı Aleviler ele geçirmiş, bize hayat hakkı tanımıyorlar” dediği “MESAM”a daha iyi hükmedebilecek, “kendine göre” olumsuz bir durum gördüğünde meslektaşlarını, kolayca yüksek yerlere şikayet edebilecek, belki de Arif Sağ ile yarım kalmış hesabını daha iyi görebilecektir. Şarkılarıyla insanlıktan, edepten, hayadan, vefasızlıktan söz ederken, bunların hepsinden önemlisi kula kulluk edenlere yazıklar olsun deyip, kendi kulluğunu görmezden gelerek, Ravi Shankar taklidi şarkılarını devletin senfoni orkestraları, koroları marifetiyle halkın huzuruna çıkarabilecektir. Hep sözünü edip hayal ettiği şey bu değil miydi?



     Öte yandan “Yeşilçam Melodramları”nın vazgeçilmez aktristi, dört yapraklı yoncanın çarpık koşan oyuncusu Hülya Koçyiğit, “Yeşilçam”dan koparılmış ve adına “Yeni Türkiye Sineması” denilen “Türkiye Sineması”nın artık söz sahibi belki de tek yöneticisi olmuş durumundadır. Şimdi seçildiği o yüksek yerden sinemamızı yönetecektir. Yönetirken de geçmişini unutacaktır. Ertem Eğilmezlerin, Metin Erksanların, Ömer Lütfi Akatların kurduğu Türk sineması “Yeşilçam”ı damadının gireceği plaj ihalelerine değişecektir. Batının kötü pespaye, terörist filmlerine özenen “Kemalist cumhuriyet halkı küçümsemiştir, halkı ezmiştir” benzeri sözüm ona büyük laflar ederek, ayrılıkçı Kürt hikayelerinden film çeken yeni yetme kuşak sinemacı tayfasının dileklerini dinleyecektir.



     George Orwell namlı Eric Arthur Blair’in 1948’de yazdığı 1984 romanına atıfta bulunarak ödülünü alan Alev Alatlı’yı yazmayım artık. Söz çok uzayacak!



     Evet tekrar söylüyorum, vahlanmaya, şaşırmaya, “hiç şaşırmadım” gibi sosyal medya teranelerine gerek yok artık. Herşeyi duyarsızlığınızla, “Biz sözümüzü sahnede söyleriz” gibi yuvarlak, içi boş, hiçbir dayanağı olmayan büyük sözlerinizle mahvettiniz.



     Ve artık ortada bir enkaz var.



     Özerk yapısı yok edilmiş, Prof. Dr. İskender Pala’nın insafına terk edilmiş bir enkaz.



     Artık dilediğiniz gibi türkü söyleyebilir, eskimiş geleneksel yapıya “Muhafazakar Sanat Manifestosu”nun da izniyle, isteğiyle daha çok yaslanabilirsiniz! Senfoni orkestralarımızla ya da opera korolarımızla Orhan Gencebay’ın “Hatasız Kul Olmaz” şarkısını senfonik biçimde söyleyebilirsiniz. DOB Genel Müdürü “Senfonik Divalar” adında bir seri konserler dizisine başlamıştı zaten, o da bu meseleye tam oturuyor!



     Artık, adına “Modern Dans” denilen ve aslında modernlikle asla ilgisi olmayan bir müzikli hareket seremonisini istediğiniz gibi yapabilirsiniz. Zira “Kuğu Gölü Balesi”nin bir dakikalık kuğuların dansı bölümü için 80 prova yapmanıza gerek kalmayacak. Kolayca modern dansınızı yapabileceksiniz!



     Artık, tiyatroda büyük prodüksiyonlar yapılmayacak, zira gerek yok, onlar bizim özümüzden uzak eserler, şimdi küçük bulvar oyunları oynarsınız olur biter, Avrupa’nın beşinci sınıf bulvar oyunlarını klasik oyun diye tanıtırsınız seyirciye, onlar zaten alkışlamaya meraklı, alkışınız da bol olur böylelikle…



     Evet sözüm sizeydi, size…



     Bu kuruldan şikayet etmeye asla hakkınız yok artık.



     İyi provalar, iyi temsiller, bol alkışlar….



     http://www.mavi-nota.com sitesinden alınmıştır. - 09.10.2018, Salı




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5751824
Online Ziyaretçi Sayısı:11
Bugünlük Ziyaret :747

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.