01.03-01.04.2011 / Günsel Koptagel-İlal - Leşler, Beşler ve Şaşılar


     Geçenlerde yayın organlarının birinde (TV mi basılı yayın mı hangisi ise) ülkemizin çok önemli beş müzisyeninden “beşler ve leşler” diye söz edilmiş. Bu uygunsuz söz, ülkesini, toplumunu sevip değer veren ve bu topluma hangi çeşitten olursa olsun hizmette bulunanlara saygı duyan kişilerde epey üzüntü yaratmıştır. Bu lafları eden bahtsız kişilere, onlarınki gibi olmasa da daha aydın düzeyde, tepkiler ortaya çıkmış; ancak bu tepkilere neden olan kişilerden ise hiçbir yanıt gelmemiştir.


     Espri yapma hevesine kapılarak beşlere leşler diyebilen kişiler, herhalde mizah yetenekleri olmadığı halde buna yeltenmişlerdir. Oysa gerçek mizahçılar zeki kişilerdir, sınırlarını çok iyi bilir, ele aldıkları konuların da değerine ince bir saygı duyarlar. Burada “leş” diye hitap edilen kişiler, ülkemizin kalburüstü insanlarıdır ve her biri konularında üstün derecede eğitim görmüş, bu eğitime dayanarak üstün nitelikte yapıtlar üretmiş, yaptıkları da evrensel ölçüde kabul ve beğeni görmüş kimselerdir. Ülkemizin zorlu bir çaba ile silkinip, çağ atlama basamağına geçtiği dönemde ortaya çıkıp bu sürece gerek ürettikleri yapıtlar, gerekse yetiştirdikleri öğrencilerle önemli katkıda bulunmuş bu insanların her zaman saygı ve minnetle anımsanmaları gerekir. Üstelik bunların hiç biri şimdi hayatta değildirler ve kendileri için konuşamayacaklardır. Nazik bir ifade kullanarak mizah yapmaya kalkıştıklarını söylediğim kişilerin küçümsedikleri ve “leş” diye adlandırdıkları alanda yeterli bilgileri olduğunu da hiç sanmıyorum. Az çok yeterli bilgileri olsaydı herhalde eleştirdikleri konuları (örneğin yapıtları) ele alıp ince eleyip sık dokuyarak, teknik bilgiler ışığında eleştirebilirlerdi. Eserleri ve adları yüzyıllar boyunca kalmış bazı sanatçıların ve yaratıcıların bu konuda şu gibi ilginç sözleri vardır:


     “Eleştiricilerin sözlerine inanmayın, hiçbirinin heykeli dikilmemiştir.” J. Sibelius


     “Bizi en sert eleştiren kimdir? Ümitsizliğe uğramış bir merak!” Goethe


     “Eleştirmenler eleştirdikleri konularda bir şeyler olmak istemiş, ama başaramamış kişilerdir.” G. Flaubert


     Son yıllarda, üstünlükleri ve değerleri ile tanınmış, insanlığa ve toplumlarına tartışılmaz hizmetlerde bulunmuş ünlü kişilerin biyografileri görüntüsü altında romanlar yazıp kendi adlarını duturmak ve yayınladıkları bu yapıtların satışını arttırmak ta ülkemizde biraz moda olmuş gibi görünüyor. Yapıtların içeriğindeki bilgilerin çoğu bilimsel yönteme dayalı titiz ve yorucu bir araştırma ile değil, çoğunluğu yazarın hayalinde kurduğu senaryo ile ilginç ve merak uyandırıcı kılınabilmektedir. Gerçeğe tam uymayan bu bilgiler, o dönemi ve söz konusu edilen kişi ve kişileri tam tanımayan okurlar tarafından tarihsel belge gibi kabul edilip onları yanlış yola sürükleyebilir.


     Bu arada konuya yakınlığı açısından bir olayı anlatmakta yarar vardır. Okulunu oldukça geç bitiren ama tanınma ve yükselme hırsı epey büyük olan, yaşı da diğer arkadaşlarına göre oldukça ilerlemiş bir asistan, bağlı olduğu üniversitenin sempozyum ve konferans toplantılarında önemli bir konuşmacı konuşmasını bitirdiğinde, her zaman söz alıp konuyla ilgili veya ilgisiz bir şey sorar ya da bir konuşma yaparmış. Ağzından çıkan sözlerin pek de bir anlamı ve değeri olmadığından orada bulunan herkes bundan sıkılır, rahatsız olurmuş. Sonunda bir gün arkadaşlarından biri O’na “Yahu kardeşim, sen her seferinde böyle kalkıp saçma sapan şeyler söyleyip alemi rahatsız ediyorsun, hocalar senin hakkında iyi düşünmezlerse sana bir zararı dokunmasın” diyecek olmuş. O ise “Yok canım ne zararı, ben her söz istediğimde toplantıyı yöneten hoca ‘Buyurun X Bey’ diye bana söz veriyor, ben sözümü söyledikten sonra dinleyicilerden birkaç kişi ‘X Beyin dediği...’ diye söze başlayarak bana itiraz ediyor, ama sonunda benim adım o salonda bilmem kaç kere geçiyor. Böylece herkes beni tanıyor, adımı öğreniyor. Bu zararlı değil, yararlı!” demiş.


     Başa dönüp konuyu yine değerli beş bestecimize getirirsek, onlar bugün hayatta değiller, ama eğer hayatta olsalardı ve eğer o zaman bu kişiler cesaret edip de böyle çirkin laflar etselerdi, onların yanıtı kibar insanların yersiz şakalara yaptıkları gibi “latife, latife olsa gerek” diyerek hafif bir gülümseme olurdu.


     Bu lafları edenler gerçekleri doğru göremediklerine göre belki şaşıdırlar, şeşi beş görüyorlardır da özürlü vatandaş sayılabilirler.


     “Orkestra Dergisi”nin Mart-Nisan 2011 tarihinde 50. Yıl, 418. Sayı ile yayınlanan nüshasından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5743644
Online Ziyaretçi Sayısı:11
Bugünlük Ziyaret :793

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.