Yalçın Yüregir - 20.02.2009 / Bir Konserin Ardından - İskender'in İzinde

     Geçen hafta "Çukurova Senfoni Orkestrası"nın cumartesi konserine gittik. Tenha bir salonla karşılaşacağımızı biliyorduk. Haftalık programın ilk konseri cuma akşamı olur ve asıl izleyici çoğunluğu bunu yeğler. Cumartesi dinleyicileri ise genellikle yaşlılardan, emeklilerden oluşur. Eğer okullardan müzik öğretmenleri öğrenci grupları getirmemişse, orkestra üyelerinin sayısı kadar dinleyici bulunur. Nitekim, o gün 63 kişiden oluşan orkestra sanatçısı kadar dinleyici ya vardı, ya yoktu.

     Arşivime uzanıyor, orkestranın 5 Ocak 1992 günü vermiş olduğu ilk konserin programını açıyorum; orkestranın kadrosunda 24 sanatçı var. Bu sanatçılardan onbiri 14 Şubat günündeki son programda da çalıyorlar. Demek ki, şef Emin Güven Yaşlıçam ile birlikte oniki sanat emekçimiz hala aramızda, bizlere, bu kentin insanlarına hizmet sunuyorlar. Ayrıca programın sanatçılar bölümünü dikkatle inceliyorum: "Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı"ndan mezun etmiş olduğumuz 11 öğrencimiz de orkestrada yer alıyorlar.

     Bu konseri destekleyen firmanın logosu sahnede "İsken" olarak yer alıyor ve program kitapçığında da reklamı var. Bu sayfayı incelerseniz, anılan firmanın Yumurtalık ilçemizde Sugözü köyü yakınında elektrik üreten bir enerji santralinin bulunduğunu anlıyorsunuz. Firmanın kısaltılmamış adının da "İskenderun Enerji Üretim ve Ticaret A.Ş." olduğunu görüyorsunuz. 

     Programda yer alan ilk yapıt 1833-1887 yılları arasında yaşamış Aleksandr Borodin'in "Orta Asya Steplerinde" adlı bir senfonik şiiri... Bu yapıtın ilk kez 1880 yılında Petersburg'da Çar 2. Aleksandr'ın 25.inci saltanat yıldönümü nedeniyle düzenlenen bir törende seslendirilmiş olduğunu konserin kitapçığından öğrenebiliyorsunuz. 

     Bestecisinin adından mı, geçen günlerde yitirmiş olduğumuz bir gazeteci dostumuz rahmetli İskender Ayvalık'ı anımsadığımızdan mı bu konseri destekleyen "İsken" firmasının çağrıştırmasından mı bilinmez, eve döndüğümde komşu ilimiz Hatay'ın İskenderun ilçesini, ondan sonra da Mısır'ın liman kenti İskenderiye'yi anımsamaktan kendimi alamıyorum. Ülkemizdeki İskenderun kentinin Avrupa dillerinde Alexandretta ve İskenderiye'nin ise Alexandria olmasını ve Mısır'daki bu kentin de Makedonya Kralı Büyük İskender tarafından kurulmuş olduğunu çağrıştırınca, bu adın o dönemin Arapçasında "El-İskender" sözcüğünün Avrupa dillerine Alexander olarak geçmiş olabileceği kuşkusu birden aklımı çeliyor.

     Cebelitarık boğazını aşarak İber yarım adasını işgal eden müslümanların İspanya'da bırakmış oldukları izleri anımsıyorum. Aklıma ilk gelen Endülüs Emevilerinin yaptırtmış olduğu "Elhamra Sarayı" ve bu ad Avrupa dillerine Alhamra (1) olarak geçiyor. Ardından aklıma 1936'da İspanya iç savaşında filmlere konu olan Alkazar çarpışmalarını anımsıyorum. Ansiklopedi de bu adı Alcazar olarak saptıyor, Arapça al-Kasr'dan gelen bu sözcüğün büyük ve tahkim edilmiş kasır, saray anlamına geldiğini buluyorum. Ne gariptir ki bunlar, öğrencilik yıllarımda İstanbul'da, Beyoğlu semtinde gençlerin devam ettiği sinemaların da adlarıdır.

     Bu kez İngilizce bir sözlüğü elime alıyor, al- hecesi ile başlayan ve Arapça'dan Avrupa dillerine geçen sözcüklere yöneliyorum: İlk bulduğum sözcük alchemy... Bu ise, Arapça al-kimiya sözcüğünden alınma, bugün Türkçemizde "simya" olarak bildiğimiz, değişik maddelerden altın yapma çabasının adı olarak biliniyor. Bizim ispirto olarak da adlandırdığımız alkol sözcüğünün Avrupa dillerindeki karşılığı alcohol da Arapça al-kuhl'dan gelme... Bir matematik dalı olan, öğrenci gençlerimizi ürküten "cebir" sözcüğü de Avrupa dillerinde algebra ve Arapça el-cebr'den türemiş... İspanya'da civa madenleri ile ünlü Almaden kenti yine Arapça al-maden sözcüğünden, bugün kitapçık biçiminde iş adamları için düzenlenen almanak sözcüğü de, Batı dillerindeki almanac, Arapça al-manakh'dan günümüze ulaşmış... Kimyada, asit olmayan bazik anlamına gelen alkali sözcüğü yine Arapça al-kali'den Batı dillerine geçmiş...

     Dilimizde Cezayir olarak tanıdığımız Afrika kıtasının kuzeyinde ve Akdeniz'in batısında yer alan bu kent ve ülke adının Arapça El-Cezire'den geldiğini, bunun da Avrupa dillerine Algeria olarak geçtiğini belirtmeliyim... Bir de şifa verici bir sıvı olarak iksir sözcüğünün Batı dillerine, elixir olarak geçtiğini, Donizetti'nin ünlü "L'Elixir d'Amour" (=Aşk İksiri) operasını anımsıyorum.

     Bizim kuşağın ilkokul yıllarında tanıştığı alfabe sözcüğü de Suriye'nin Akdeniz kıyılarında, Lazkiye yakınlarındaki eski çağların ünlü bir Fenike kenti olan Ugarit'in kalıntılarında bulunmuş ilk harfli yazı örneklerinde görülen "a" harfi alaf (=öküz başı) ve "be" harfi beth (=ev, konut) sözcüklerinden gelmiş olup önce Grekçe'ye alfa-beta olarak geçmiş, sonra tüm Avrupa dillerine benzer biçimde yayılmıştır. (2) 

     Yukarıda sıraladığımız örneklerden sonra, tekrar İskender adına dönecek olursak, bu adın Batı dillerine geçmeden önce, Arapça'da betimleyici bir görevi olan "el" belirteçi (3) ile al-iskender biçimine dönüşmüş olması düşünülemez mi? Hele tarihte, Skender Beg (1404-1469) diye tanınan, Osmanlı sarayında yetişmiş olmasına rağmen Osmanlılara baş kaldıran ve uzun yıllar devleti uğraştıran bir Arnavut soylusunun adında da bu sözcüğü Skender olarak görürsek, yukarıdaki savlama daha da güçlenmez mi? Şimdi geriye dönük olarak düşünüyorum ki, Arapça konuşan Orta-Doğu halklarının, Makedonyalı İskender'i, bu adı taşıyan başka İskender'lerden ayırd etmek için, "al" belirtçi ile kullanmış olmaları, bu adın Avrupa dillerine al-İskender biçiminde geçerek Aleksander'e dönüşmesi ile sonuçlanması güçlü bir olasılıktır.

     Şimdi yine Aleksandr Borodin'in "Orta Asya Steplerinde" adlı senfonik şiirine dönecek olursak, bu yapıtın başında ve sonunda orkestrada kemanların çok tiz bir "mi" sesini sürekli ve inatçı bir "pedal" (4) gibi çalmaları ile Asya'nın o uçsuz bucaksız ve insansız steplerini yansıtmasını algılamamak olanaksız gibidir. Çeşitli ülkeleri ve dilleri içeren bu yazı ile, beni ısrarla araştırmaya yönlendiren bir konser sonrası çağrışımlarımı okurlarımla paylaşabildiğimi umuyorum.

__________________________________

     (1) El Hamra - Kızıl renkli yapı taşlarından ötürü... Arapça Hamr sözcüğü ise kırmızı şarap anlamındadır. Osmanlı döneminde, Kızılay anlamına gelen Hilali Ahmer sözcüğünü de anımsayalım.
     (2) Fenikeliler Sami ırkından bir kavimdir ve dilleri Arapçaya yakındır. Bugün Arapça'da alef öküz, beyt ise, ehlibeyt sözcüğünde olduğu gibi
"ev" anlamındadır.
     (3) Belirteç, İngilizce ve Fransızca'da article, Almanca'da artikel anlamındadır. Önüne geldiği sözcüğü belirgin durumuna getirir.
"El" Osmanlıca'da "harfi tarif" olarak bilinir. İngilizce'de "the", Almanca'da "der", "das", "die", Fransızca'da "le" ve "la" gibi...
     (4) Pedal, müziğin
"Armoni" öğretisinde uzun süren ve değişen akorlara rağmen ısrarla uzatılan bir ses anlamındadır.

     Yeni Adana Gazetesi, 20.02.2009, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5743737
Online Ziyaretçi Sayısı:10
Bugünlük Ziyaret :815

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.