01.05.1984 / Faruk Yener - Nasıl Bir Kadındı Şu George Sand Dedikleri


     Orta yaşlı olmasına karşın güzellik ve zerafetini hala titizce savunduğu kolayca sezilen Barones Dudevant kısmen sinirsel gerilimin, kısmen de Paris’in “Quai St. Michel” semtindeki küçük apartman dairesine çıkan beş kat merdivenin etkisiyle nefes nefese kalmıştı. Pembe renkli ipek giysisinin uzun, bol eteklerini düzeltip gri külot pantolonu ve çizmesiyle karşısında duran ve sekiz yıldır yasal gelini olan genç kadına titreyen bir sesle sordu: “Aurore, kocanla neden oturmadığını sorabilir miyim?” Çizmeli kadın hafif bir tebessümle yanıtladı bu soruyu: “Kocam bu durumdan memnun…” Barones Dudevant sorularını sürdürdü: “Bir kitap yayınlıyormuşsun, öyle mi?” “Evet” yanıtı üzerine titremesi daha da artan sesiyle ekledi: “Gülünç bu yaptığın… Eğer kitapta Dudevant imzasını kullanırsan dünyayı zehir ederim sana…” Pantolonlu genç kadın gene gülümsemeyle bütünledi konuşmayı: “Dert etmeyin, bir ad bulurum.” Barones hiddetle çıktı, gelini ardından bir süre baktı, birbirlerini bir daha hiç görmediler. Olay 1832 yılında geçiyordu, kitap aynı yıl “Indiana” adıyla yayınlandı, yazarın imzası bir erkek ismiydi: George Sand. Roman sıkıcı ve tekdüze evlilikte baskıdan kurtulmak için başka seçenek bulamayıp ıssız bir adaya kaçarak yaşamını orada sürdüren bir kadının serüvenini anlatıyordu.


 

     Geçmişte pek çok kadın türlü biçimde ilişki kurduğu besteciler nedeniyle müzik tarihine katılmıştır. Örneğin büyük Bach’ın fedakar karısı Maria Magdalena Bach, Mozart’ın eşi Constanze, Liszt’in yasa dışı ilişki kurup üstelik çocuklarına ana yaptığı Kontes d’Agoult, Berlioz’un önce aşkından çılgına dönüp evlendikten kısa süre sonra ayrıldığı İrlandalı oyuncu Henrietta Smithson, Schumann’ın eşi, daha sonra Brahms’ın büyük aşkı Clara Wieck, Çaykovski’nin hiç görmediği halde yıllar yılı tutkulu bir aşkla sevdiği Nadejda Filarotovna von Meck, Debussy’nin beraberce mutsuz bir evliliği sürüklediği Lily Texier, Mahler’in güzel eşi Alma hemen akla geliverenler… Hiç evlenmeyen Beethoven ise tarihe pek çok kadın katmıştır; Antonia Brentano, Theresa Malfatti, Amelie Seebald, Kontes Erdödy, Kontes Giuletta Guiccardi bunların başlıcalarından… Ve hep biliriz George Sand deyince hemen Frederic Chopin gelir akla… Ya da ters bir çağrışımla Frederic Chopin deyince George Sand’i anımsarız.


 

     Kimdi gerçekte George Sand? Eşine ve kaynanasına meydan okuyup o çağlara dek hiç bir kadının göze alamadığı bir girişimi gerçekleştirerek yuvasından uzaklaşan, kadın eşitliği ve hakları uğruna çağının çok ilerisinde atılımlara kalkan, yüzden çok yapıtının satış toplamı Victor Hugo ve Honoré de Balzac’dan sonra gelen, romantik dönemin simgeleri arasında sayılan ozan ve yazar Alfred de Musset’yi delice sevip besteci ve piyanist Frederic Chopin tarafından delice sevilen, sonuçta aşkları ve hakları uğruna her şeyini feda etmekten kaçınmayan bu kadın kimdi?


 

     Kral soyundan gelmişti denebilir O’nun için; babası, Saksonya Kralı August’la Kontes Aurore von Königsmark’ın aşkları ürünü olan Fransız mareşali Maurice de Saxe’ın torunuydu. Georges Sand ya da kızlık adıyla Aurore dört yaşında babasını yitirdi, annesinin serüven dolu yaşamı üzerine ninesinin gözetimiyle ailenin “Berry”deki “Nohant” adlı köşkünde durup dinlenmeden okuyarak büyüdü. Nine de ölüp yalnız kaldığında soylu bir aileden süvari subayı Casimir Dudevant’la evlendi ve kısa süre sonra eşiyle arasında at sevgisinden öte hiçbir ortak konu olmadığını anladı. Kadın bu dengesiz yaşamı sekiz yıl sürdürdü, 1830’da Paris’e gelerek yerleşti. Böyle bir davranış için o yıllarda “Napoleon Yasaları”nın acımasız maddeleriyle ezilen pek çok kadın neler vermezdi? Aurore büyük yüreklilikle sesini yükselten tek örnek olmuştu. Artık taşra yaşamı geride kalmış, Paris sanat çevrelerinde yetenekli genç bir kadın belirmişti. Bu kadın yaşamını başta “Figaro” olmak üzere gazetelere yazdığı küçük makaleler ve eşinin gönderdiği aylıkla sağlıyordu. Çok sevdiği tiyatrolarda ucuz ayakta durma yerleri erkekler tarafından tutuluyordu genellikle. Aurore çağın erkek modasına uyarlı bir giysi sağladı; külot pantolon, çizme, dar ceket ve silindir şapka… Ağzına da bir sigara aldı mı tiyatronun ucuz bölümüne girip dilediği gibi seyrediyordu.


 

     “Indiana”nın başarısı parasal sıkıntılara son vermişti. Yazarı şöyle diyordu: “Madame Dudevant öldü, yaşasın hızlı yaşamlı genç adam George Sand…”


 

     İkinci roman “Lelia” bu yeni yazara bu kez Avrupa ölçüsünde bir ün sağladı. Sevdiği adamla ruhsal ve vücutsal tam bir uyuşum ve bağdaşımı arayan, bulamayınca sevgilisi intihar ederken manastıra kapanan bir kadının öyküsüydü “Lelia” ve büyük övgüler derlemiş, yankılar uyandırmıştı…


 

     Aurore yazdığı mektuplarda israrla evlilikte eşitliği savunuyor, kocası çapkınlıkla vakit geçirirken kendisinin de dilediğini yapmakta özgür olduğunu söylüyordu. Oscar Wilde’a bakılırsa “Aşk öykülerini yazmadan önce onları gerçekte uzun uzun yaşıyordu Aurore…” Doğruydu bu söz… “Lelia”da aranan ideal erkek sevgisi O’nu gençlere yöneltmiş, 1833’de birini bulduğunu sanmıştı. Bulduğu 23 yaşındaydı, çok içen bir “play boy”du, ozan ve yazardı, adı Alfred de Musset idi. O’nunla İtalya’ya gitti, uzun süre kaldı orada. Kendisi para yetiştirmek amacıyla gece gündüz çalışıyor, Alfred bütün gün ve gece gezip tozuyordu. O’nu bir mektubunda şöyle tanımlayacaktı: “Yakıcı gecelerimin kötü hayaleti, ölüm meleği, yanlış aşk, işte kaderim! Ama, katil, seni hala seviyorum…” Aurore bu aşkı daha sonraları bir çok yapıtında, özellikle “O Kadın ve O Erkek” adlı romanında anlatıp duracaktır.


 

     Alfred’le ilişki bitmiş, Nohant’a dönmüştür George Sand… Kocasıyla kavgaları bir gece Casimir’in O’nu çifteyle öldürmeye kalkışına dek uzanır. Herşey bitmiştir, malını mülkünü kurtarır, çocuklarının bakım sorumluluğunu alır, imzalanan anlaşmalarla evlilik sona erer. Artık daha ateşli bir kadın hakları savunucusudur yazar. “Marcie’ye Mektuplar” adıyla yazdığı makalelerde bu konuyu işlemekte, “Haçlı Seferleri” yıllarında bile kadınların daha çok hakları olduğunu kanıtlayarak özgürlük savaşı öncülüğü yapmaktadır.


 

     Aurore’nin mavi beyaz renklerle boyanıp döşenmiş salonu çağın en ünlü ressam, müzikçi, edebiyatçı ve politikacılarıyla dolup taşmaktadır. Kadın bunlar arasında Liszt’in aracılığıyla tanır Frederic Chopin’i. Bu solgun yüzlü, zarif adamın parmaklarından yayılan Polonya’ya özgü ateş başını döndürmüştür. Bestelerini daha iyi yapabilmesi için alır Nohant’a götürür. Büyük bir aşk başlamış, Aurore dahi besteci piyanistin sağlığı için tüm fedakarlıkları göze almıştır. Kışı geçirmek için alıp “Majorka Adası”na götürür O’nu… Ancak iklimin daha kötü etkisi üzerine dönülür Paris’e. İki sanatçının ilişkisi sekiz yıl sürecek, bu süre boyunca besteci en önemli yapıtlarından büyük bölümünü verecektir. Aile sorunları, artık büyümüş olan çocukları, bu arada oğlu Maurice Chopin öyküsünü sona erdirirken 1848 devrimleri Avrupa’ya yayılmış, Kral Louis Philippe’in saltanatı sona ermiş, aralarında ünlü ozan Alphonse de Lamartine’in de bulunduğu geçici “Cumhuriyet Hükümeti” kurulmuştur. George Sand bu hükümetin saklı yazarı olarak “Tutucu Parti”yi savunmaya kalkmış, imzasız bildiri ve açıklamalarla seçimlerin kazanılması gereğini savunup durmuştur. Ancak uğranan başarısızlık üzerine bir daha politikaya girmemeyi kararlaştırmış, daha doğrusu girmemeye yemin etmiştir.


 

     1852 yılında Üçüncü Napoleon’un tahta geçmesinden sonra bu kez tiyatro oyunları yazmaya başlayan George Sand bu alanda verdiği 25 yapıtla büyük başarı sağlamıştır. Çizdiği dekor ve giysilerle bu başarılarda önemli payı olan Alexandre Manceau yazarın sonbahar aşkıdır… Aurore kendisinden 13 yaş küçük ressamla “Berry” yöresinde “Küçük İsviçre” adıyla bilinen Gargilesse’deki bir dağ evine kapanmış ve Alexandre Dumas Fils’e şöyle demiştir: “Bu davranışımızla hep genç kalıp yaşlılığa meydan okuma kararındayız… Ölümümüzün birkaç saat öncesine dek kendimizi yeni bir yaşamın başlangıcında olduğumuza inandıracak bir oyunu oynuyoruz…”


 

     Georges Sand 1876 yılı Haziranında yitirdi bu oyunu. Ününün doruğundaydı, son romanı bitmemiş olarak kaldı. Çağdaşı büyük Fransız yazarı Gustave Flaubert şöyle tanımladı O’nu: “Olağanüstü bir kadındı. Büyük kişiliğinde kadınlığa özgü tüm yetenek ve zerafeti toplamıştı. Fransa için daima ölümsüz bir kişi olarak kalacaktır.”


     _______________________



     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 13. Yıl, 129. Sayı ile Mayıs 1984 tarihinde basılan sayısının 44-47. sayfalarından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5686390
Online Ziyaretçi Sayısı:7
Bugünlük Ziyaret :291

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.