Şefik Kahramankaptan - Bir Mektup Üzerine

     Bir süredir teknik bir arıza nedeniyle “Klasikbatımüziği” ve “Müzikoloji” gruplarını izleyemiyordum. Dün gece kendi adresime Sayın Güher-Süher Pekinel’lerin imzasıyla bir “mektup” geldi. Mektubu “Andante”nin Temmuz sayısında yayımlamadığım takdirde, “Bu ricamızın gerçekleşmemesi durumunda üzülerek konunun boyutlarını basınla paylaşacağımızı bildirmek isteriz.” notu bulunuyordu! Ancak, Sayın Pekinel’lerin, “Andante Temmuz Sayısı”nın yayımını beklemeden bu mektubu, basın mensuplarının da üyesi bulunduğu “Klasikbatımüziği Grubu”na da gönderdiklerini, sabah çalan telefonlar sayesinde öğrendim! Dolayısıyla, Temmuz sayısını beklemeden yanıt hakkı kullanıyorum.

     Türkçemiz ve dilimizin kullanımı konusunda elimden geldiğince duyarlılık göstermeye çalışan bir yazarım. Özellikle günlük gazetelerin sanat haberlerindeki özensiz yaklaşımları, kavramları birbiriyle karıştırmaları, olayları “magazinleştirmeye” çalışmalarından rahatsızlık duyuyorum ve bu tip yaklaşımları yeri geldiğince de “teşhir” etmeye çalışıyorum.

     Bu çerçevede, “Liezen Yarışması”nda birincilik elde eden 18 yaşındaki çellist Dorukhan Doruk’a da değindiğim, Serhan Bali’nin de yersizlikten biraz kırparak yayımlamış olduğu “Andante”nin “Mayıs Sayısı”nda “Gençlerden Haberiniz Var mı?” bölümümdeki yazımda şöyle bir parantez açmıştım:

     (Bu arada “günlük yazılı basın”ın “ilginç başlık bulma” merakı nedeniyle olsa gerek, Dorukhan Doruk “Güher-Süher Pekinel’lerin keşfi” olarak takdim edildi kimi gazetelerde... Oysa Dorukhan yıllardır bilinen, izlenen, kazandığı yarışmalarla kendini kanıtlamış bir çocuktu, şimdi de artık 18 yaşında bir genç. Ama Dorukhan’ın “çoktandır bilinen bir genç yetenek” olarak G. S. Pekinel’lerin yönettiği yeni burs programına başvurarak yapılan sınavı kazanıp kiralanan iyi bir enstrümanla çalmaya başladığı, bunun önemli bir katkı olduğu bir “gerçek”tir.)

     Burada eleştirdiğim Dorukhan’la ilgili haberlerine maksadı çok aşan türde başlık atan gazetelerdi! Malum, “keşif” sözcüğü, “kimsenin bilmediği, haberinin olmadığı bir nesne, yer veya kişinin ilk kez bulunup çıkarılması edimini” tanımlayan bir sözcüktür. (Bakınız: Türkçe sözlükler)

     Eğer atılan başlıklarda “keşif” sözcüğü yerine “desteklediği” ya da “burslusu” türünden bir nitelendirme yapılmış olsaydı, ben de bu parantezi açmayacaktım. Ancak, Güher-Süher Pekinel, basının yanlış değerlendirmesiyle ilgili bu saptamamı kendi üstlerine alınarak fevkalade üzüntü duymuşlar ve bana gönderdikleri mektubu, sizlerle de acilen paylaşmışlar! İyi de etmişler! Üstelik beni, yukarıda okuduğunuz günlük basına yönelik üç cümlelik saptamam nedeniyle, “gençlerin önünü kesmekle” de suçluyorlar!

     Gönderdikleri mektubu, iki kardeşin oturup birlikte mi kaleme aldıklarını, yoksa bir “danışman”larının mı yazıp onlara onaylattıkları konusunda bir fikrim yok. Aslında bunun önemi de yok. Çünkü önemli olan sonuç!

     Tüm okurlarımın “bilgi edinme, kişileri değerlendirme, yorum yapma” haklarına duyduğum saygı gereği ve Güher-Süher Pekinel’lerin hiç gerek yokken içine garkoldukları derin üzüntüyü hafifletmek amacıyla, mektuplarını “Temmuz Sayısı”nda da yayımlamayı planlıyorum, ki daha geniş kitleye ulaşsın, herkesin “durum”dan haberi olsun!

     Mektubu sizler de okudunuz. Bilmem ki, neresine itiraz edeyim, hangi anlayışın neresini düzeltmeye çalışayım?

     Lütfen Pekinel’lerin mektubundan sonra tekrar başa dönüp açtığım parantezi tekrar okuyun, kimi hedef almışım, neyi yanlış ifade etmişim, neyi nasıl lekelemişim, siz değerlendirin. Benim parantez içindeki  notum mu, yoksa Pekinel’lerin kamuyla da paylaştıkları bu mektup mu “talihsiz”, siz karar verin...

     “....... sizin bize atfettiğiniz, Dorukhan’ı keşfetme ve bunun basına bu şekilde yansıtıldığı iddiası tamamen yanlıştır. Kaldı ki öğretmenlerin isimleri sanatçıların özgeçmişlerinde genelde olduğu üzere her zaman yer almaktadır.” diyorlar. Yani benim yazmadığımı, atfetmediğimi, yazmışım gibi gösteriyorlar! Demek ki öyle anlamış veya hissetmişler!

     Sanatçı özgeçmişlerinde öğretmen isimlerinin yer aldığı doğrudur. Ama Pekinel’ler Dorukhan Doruk’un öğretmeni değil, O’na burs veren bir organizasyona isimlerini vermiş piyanistlerdir! Benim bildiğim, Dorukhan’ı yetiştiren “öğretmen” Dilbağ Tokay, halen geliştirmekte olan “öğretmen” de da “Köln Müzik Yüksekokulu”nda Claus Kanngiesser’dir. Ayrıca herkesin “özgeçmişler” konusunda “Andante”nin “Nisan 2010 Sayısı”nda yazdığım yazıyı dönüp tekrar okumalarını salık veririm.

     İnanılmaz bir algısızlık!..Üstelik benim parantezimin konusu Pekinel’lerin genç müzisyenleri destek çalışması değildi! Buna rağmen, günlük basının yanlış değerlendirmesiyle ilgili eleştirimi üzerlerine alınıp “söz konusu haberinizle amacımızı ve bütün girişimlerimizi de hiçe saymış bulunuyorsunuz” denilmesi, acaba neyle izah edilebilecek bir cürettir? Acaba meramımızı anlatmak için Türkçe değil de Fransızca mı yazmalıydık? Acaba, Pekinel’lerin desteğiyle burs alan genç yeteneklerimizden söz ederken, adları geçtiğinde en az bir sayfa da Pekinel’lerden ve “benim gözümden kaçtığını düşündükleri” ilerde o çocuklara sağlayacakları “olası” yararlardan mı söz etmek lazım? Aslında bu programın finans kaynağını sağlayan firma serzenişte bulunup “Niye adımızdan bahsetmediniz?” diye sorsa, diyecek söz bulamazdım! Ama bu mektuptan sonra serzenişte bulunurlarsa, “Haberim yok, Pekineller bana yolladıkları mektupta hiç sizden sözetmiyorlar” deme hakkına da artık sahibim.

     İnanın, üst düzey kimi müzisyenlerimizin bu tür “anlayış, anlatım ve davranış” tarzları , beni fevkalade üzüyor. Tıpkı günlük basının düzeyli sanatları bilgisizce ele alışı, Türkçe bozuklukları ve herşeyi magazinleştirme çabalarının üzdüğü gibi...

     Örneğin Pekinel’lerin mektubunda “29 seçkin üniversite profesöründen oluşan Sivil Toplum Örgütleri Konfederasyonu” denilmesine de dayanamadım. Bir konfederasyon, profesörlerden oluşmaz, federasyonlar biraraya gelir, bir konfederasyonu oluşturur! Girip web sitelerine baktığımda “kurucular” bölümünde “güncelleniyor” ibaresi var! “Yönetim Kurulu”nu ise “Trabzon”, “Karabük”, “Gümüşhane”, “Çankırı”, “Amasya”, “Sinop”, “Rize”, “Samsun”, “Kastamonu”, “Giresun”, “Ordu” “Dernekler Federasyonu” ile “Marmara Dernekler Federasyonu” yöneticileri oluşturuyor. Bu federasyonları hangi dernekler oluşturmuş diye araştırmaya giriştiğimde, bunların çoğunun İstanbul’da kurulan hemşeri dernekleri olduğunu gördüm. “Sarıgazi Samsun Ladik Tatlıca Köyü Kültür ve Yardımlaşma Derneği”, “Anadolu Hisarı Samsun Ayvacıklılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği”, “Orta-Yaylakentliler Derneği”, “Çerkeş Dikenli Köyü Derneği” gibi, büyük kentlerde arada bir “gece” düzenleyen dernekler! Bu derneklerin federasyonlarıyla ilgili bir yığın da spekülasyon var internette! “Sivil Toplum Kuruluşu” denilince benim aklıma öncelikle İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı”, “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği”, “Sevda-Cenap And Müzik Vakfı”, “Çağsav”, “İzmir Kültür ve Sanat Vakfı”, “Anaçev” gibi kuruluşlar gelir nedense! Kendini “Sivil Toplum Örgütleri Konfederasyonu” olarak adlandırmış olan kuruluşun Pekineller’e gönderdikleri “STK maili”nde belirtilen “Sivil Toplum Kuruluşları Seçkinlik Ödülü”nü web sitelerine koymamış olmaları da bir başka garabet! Neyse biz bu mektup sayesinde haberdar olarak önemli bir eksikliği gidermiş olduk!

     Pekineller’in konfederasyonu oluşturduğunu yazdığı 29 profesör “Danışma Kurulu Üyeleri” olarak görünüyor ve sayıları da 28... İçlerinde müzikle ilgili İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölüm Başkanı” Prof. Şefika Şehvar Beşiroğlu ile danışmanlıkta uzmanlık alanı “halkla ilişkiler” olarak gösterilen, “Diyanet İlmi Dergi”nin hakem kurulu üyesi, “Ahlaki ve Dini Gelişim - Çocuğum Değerlerini Öğreniyor” kitabının yazarı Prof. Dr. Yurdagül Mehmetoğlu bulunuyor. Bilmem Sayın Pekinel’lerin mektubunu kendi uzmanlık alanları açısından, hem şekil” hem de “esas” itibariyle nasıl değerlendirirler? Bu grupla paylaşmak istemezlerse, doğrudan beni haberdar ederlerse sevinirim.

     Son olarak bir hatırlatma yapmak istiyorum. Pekinel’lerin kapak olduğu “Andante”nin “Mart Sayısı”nda, rastlantıya bakın ki, benim “Başkent’ten Yansımalar” yazımın başlığında Türkiye “kendi ayağına ateş eden adamların ülkesi” olarak tanımlanıyordu. Ne raslantı değil mi?




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5685592
Online Ziyaretçi Sayısı:13
Bugünlük Ziyaret :552

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.