01.12.1989 / Önder Kütahyalı - Ne Demeli?


     Müzik sanatının kültür yaşantımızdaki önemi tartışılırken, “Evrensel Müzik” teriminin, ağır bir akışla da olsa yaygınlaştığını görmek sevindiricidir. Bizde, “Klasik Müzik” ya da “Batı Müziği” gibi nitelendirmelere iyice alışılmıştır. Bunlardan “Klasik Müzik” terimi, kurallara bağlılığı ve durağanlığı telkin eder; “Batı Müziği” dediğimiz zaman ise müzik sanatını, belirli bir coğrafya bölgesine hapsetmiş oluruz. Başka bir girişim de “Ciddi Müzik” yolundaki nitelendirmenin kullanılışıdır. Eğer bu yaygınlaşırsa, yüzlerce yıldır üretilen tutarsız müzik terimlerine bir yenisini daha katmış olacağız. Peki ne yapmalı? Öyle görünüyor ki müziği, güncel ya da yerel türlerle karıştırmadan, güzel sanatların bir dalı olarak nitelendirebilmenin en kestirme yolu, “Evrensel Müzik” teriminin kullanılmasıdır.


 

     Hiç kuşkusuz, müzik soylu bir sanattır; onun bu denli basit bir çerçeve içinde tartışılması yadırganabilir; ancak Temmuz 1988’de İstanbul’da yapılan “Türk Musikisi Çağdaş İcra ve Eğitim Sempozyumu”nda dinlediğimiz bir savunma, müziğin evrenselliği olgusu ile “Evrensel Müzik” terimini bir süre daha gündemde tutmamızı gerektirecek niteliktedir.


 

     Burada bir ayraç açarak kısaca belirtelim; adı geçen sempozyumda, geleneksel Türk müziğinin yapısına, tarihine ve kültür yaşantımızdaki işlevine ilişkin pek çok şey söylenmiştir. Müzikçi çevrelerinin dikkatini çekmeyen bu ilginç düşüncelerin titizlikle incelenip eleştirilmesi, müziğimizin geleceği açısından büyük önem taşımaktadır.


 

     Yukarıda belirttiğimiz gibi “Evrensel Müzik” teriminin yerinde olup olmadığı, sempozyumda zaman zaman tartışılmış, böylece müzik sanatının yerel mi yoksa evrensel mi olduğu sorusu, kendiliğinden ortaya atılmıştır. Örneklersek, evrensel nitelikli çağdaş Türk müziği yapıtları yazmış olan değerli bir bestecimize göre evrensel müzik yoktur. Sanatçı, görüşünün doğruluğuna o denli inanmıştır ki “evrensel” niteminin yerini neyin alacağını belirtme gereğini bile duymamıştır. Bestecimizin, ulusal müzik kavramına öncelik vermek istediği kesindir ve yaptığı savunmanın amacı, geleneksel Türk müziğinin bugünkü konumuna güç kazandırmaktır.


 

     Aslına bakılırsa, bireyin evrensel bir dünya görüşünü edinmeden önce yaşadığı çevreyi öğrenmesi gibi besteci de çalışmalarının başında, henüz doğduğu ülkenin çocuğudur; O’nu, yeryüzünün başka köşelerinde tanımazlar; benliğini saran duyguları aktarmak istediği insanlar da yine kendi toplumunun bireyleridir. Üstelik, yaratıcı çalışmalarını yerel kökene dayandırması, Dünya insanına seslenebilmenin gücünü kendi toprağından alması, tutarlı ve sağlam bir başlangıçtır. Ne var ki Ahmed Adnan Saygun’un ilk yapıtı olan saksofonlu ve darbukalı orkestra için “Divertimento”nun 1931’de ilk kez Paris’te seslendirilmesi ve yine o yıllarda bestecilerimiz ile ilgili yabancı yorumların çokluğu, bu önemli gerçeğin bile fazla abartılmaması gerektiğini göstermektedir.


 

     “Yerel” kavramının dar sınırları içinde kalmak istemeyen besteci, yaratıcılığın hangi aşamasına gelmiş olursa olsun, yaşadığı çağın evrensel değer yargılarına koşut olan genel müzik tekniklerini ve araçlarını kullanmak zorundadır. Öte yandan besteci, dinleyicisine günlük mutluluklar sunmak yerine, onun düşünce ve duygularını sarsma yolunu seçebilir. O zaman, durup dinlenmeden “Yeni”yi arayacaktır. Böyle bir arayış sırasında, en son teknikleri denemesi ve bunlarla yerel değerler arasında birtakım bireşimlere gitmesi gerekebilecektir. Ancak, müziğe getirdiği her şey, kendi çağının usçu anlayışına göre işlenmiş, herkesçe uygulanabilir nitelikler kazanmış olmalıdır. Tutarlı bir sanat yapıtını ortaya koyma uğrunda harcadığı yoğun çaba, bestecinin Dünya’ya bakış açısını da genişletir. Benimsediği müzik dili, başka toplumlara da seslenebilen bir içerik kazanır. Ondaki bu sürekli ve kapsamlı gelişim insanlığın en renkli serüveninin müzik sanatına yansımasıdır.


 

     “Serüven” sözcüğü ile anlatmak istediğim şey, insanda hiç eksik olmayan bir tutku, “varlığın bütünsel birliğini kavrama” tutkusu ve çabasıdır. O, doğadaki en küçük parçacığın bile evreni bütünleyen bir işlev yaptığını erkenden anlamıştır; girdiği her gelişme aşamasında, gerçeği daha somut bir biçimde görmek istemektedir. “İnsan evreni algılayabilmek için önce olağan duygularını seferber eder, bu yetersiz kaldığında ise usunu kullanır.”


 

     Usun gücü öyle büyüktür ki yüce gönüllü Helen Keller’e (1880-1968) gözlerinin görmemesine, kulaklarının duymamasına karşın insana ilişkin her konuyu kavrayabilme olanağını verir. Keller, kitaplarında  Wagner’den bile söz eder. Yine us gücü sayesinde Fransız fizikçi ve matematikçi Josef Sauveur (1653-1716) doğuştan sağır olmasına karşın çağdaş akustik bilimini kurabilmiş, bu alanda yetkiyle konuşabilmiştir. Pascal ise insanın evreni kavrama tutkusunu, her şeyi özetlercesine şöyle açıklamaktadır:


 

     “Evren beni, bir noktaymışım gibi yutuyor, ben de onu, usumla, bir noktaymış gibi yutuyorum.” (Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Sayfa 98-99).


 

     Güzel sanatların en önemli niteliği olan evrensellik, binlerce yıl önce kendini göstermeğe başlamıştı. O zamandan günümüze, yazında pek çok yaratıcı, dil engelini aşarak Dünya insanlarıyla kaynaştı. Plastik sanatlarla müzikte ise sözcüklere gereksinme olmadığından, yayılma daha hızlı oldu. Böylece evrensel bir sesleniş gücü kazanan sanat, bütünsel varlığın açıklanmasını filozoflarla fizikçilere bırakarak, en değerli yaratık olan insanı anlattı; tükenmeyen bir çabayla, onun evrendeki yerini, geçici zayıflıklarını, kalıcı gücünü, sevilerini, mutluluklarını, acılarını ve daha nice sorunlarını dile getirdi, durdu. Bir yandan da kişinin evreni kavramasını sağlayan düşünme yetisine devingenlik getirdi. Sözün kısası sanat, insanlığın ortak dili ve güç kaynağı oldu. İşte müzikten bazı örnekler:


 

     Johann Sebastian Bach ile Ludwig van Beethoven Almandır; ancak onların dinsel ve din dışı yapıtlarında içerik, din ve ulus kavramlarının dışına taşar. Bach’ın iç içe girmiş ezgilerden ve ilginç uygu bağlantılarından oluşturduğu doku, Beethoven’in yoğun örgen (motif) çalışmalarıyla insanlığa yaptığı israrlı çağrı, her ikisinin de Almanlığını ve Hıristiyanlığını unutturur.


 

     Ahmed Adnan Saygun’un “Yunus Emre”si, ulusal kökeni son derece belirgin biçimde vurgulayan bir yapıttır. Bestecinin, çeşitli dillere çevrilerek Dünya’da en sık seslendirilen yapıtı da yine “Yunus Emre” olmuştur.


 

     Öğrendiğime göre Carl Maria von Weber hakkında son yıllarda yazılan en kapsamlı kitap, İngilizce imiş. Oysa ki Weber’in amacı, Almanlara özgü ulusal ve romantik opera türünün yaratılması idi.


 

     Örnekler tükenecek gibi değildir. Fransız müziğinin en güzelini yazan ve imzasının altına “Fransız Müzikçisi” (le musicien Français) ibaresini koyan Claude Debussy’nin ulusal kimliği, Manuel de Falla’nın yapıtlarını süsleyen Endülüs ezgileri, Elgar’ın İngilizliği, Çaykovski’nin Rusluğu ve Bartok’un yaratıcılığını simgeleyen Doğu Avrupa ya da Macar kökenli sesleniş, müzikteki evrenselliği bütünleyen, fakat en son noktada anımsanan niteliklerdir. Asıl önemli olan, bestecinin insanlığa sunduğu ölümsüz bildiridir.


 

     Evet, her büyük yaratıcının çıkış noktası kendi toprağının müziğidir ve geleneksel müzik, bir süre daha toplumların yaşamına renk katacaktır; ancak evrensel müzik, gelenekselin ya da yerelin en son ve en mutlu aşamasıdır.


 

     Çağdaşlaşmanın yanlış anlaşıldığı, eskiye özlem duyulduğu ve günlük yaşamı yönlendiren çeşitli kavramların birbirine karıştığı ülkemizde, evrensel müziğin güçlü sesini derinden duyabilmek için sanırım bir süre daha zahmet çekmemiz gerekecektir. Bunu söylerken, yazımın başında değindiğim sempozyumu anımsamaktan kendimi alamıyorum.


 

     Toplantıyı düzenleyen ve doğal başkan konumunda bulunan sayın yetkili, sayın Hikmet Şimşek’e ve bana kızdığı için oldukça öfkeli bir kapanış konuşması yapıyordu. Metinde “Evrensel Müzik” sözcükleri geçtiği sırada konuşmasını yarıda keserek, bu terimi hiç sevmediğini, sadece alışkanlıkla kullandığını belirtme gereğini duydu. Ne diyelim, bu da bir kazanç.


 

     Sonuç olarak şu gerçeği önemle vurgulamak gerek; evrensel dünya görüşü, insan toplumunun gelişimini hızlandıran yaşamsal bir etmendir. Yakın gelecekte, barışın sürekliliği, bilimin yalnızca insan yararına kullanılması, doğal afetlerin ortadan kaldırılması ve gönencin arttırılması, böylece de bireysel çıkarların en aza indirildiği mutlu bir dünyanın yaratılması, her olguya ve soruna evrensel görüşle yaklaşılmasına bağlıdır.



     Müzik sanatı, bu mutlu aşamaya gelebilmenin en etkili güçlerinden biridir. Öyle ise onu, “Klasik Müzik” ya da “Batı Müziği” gibi yetersiz terimlerle değil, “Evrensel Müzik” sözcükleriyle nitelendireceğiz ve bu davranışımızla Dünya toplumlarına öncülük edeceğiz.

     _______________________________

 

     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Müzik Dergisi”nin 20. Yıl, 196. sayı ile Aralık 1989 tarihinde basılan sayısının 2-8. sayfalarından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5754555
Online Ziyaretçi Sayısı:16
Bugünlük Ziyaret :998

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.