Ekim 2010 / Haluk Tarcan - Yedi Büyük Eserden Oluşan Koskoca Bir Program

     • Bach, Chaconne... Bilindiği gibi bu eser aslında keman edebiyatının en çetin sahifelerinden biridir. Her kemancı bu Chaconne’la sazına egemen olduğunu göstermek ister.

     Büyük piyanist Busoni, bu eseri piyanoya gerçekten çok piyanistik ve aynı zamanda tüm zorluğunu da koruyarak uygulamıştır. Busoni’nin elleri büyük olduğundan bazı piyanistlerin bu eseri çalmaları imkansız hale gelebilir.

     • Janacek, Sonat... Verilen açıklamaya göre, bir gösterinin, imparatorun polisleri tarafından bastırılması üzerine bir işçinin ölümü, bu bastırıda gösterilen şiddet, ıstırap, Janacek’in ilham kaynağı olmuştur. Uzunluğu nedeniyle besteci ilk bölümü kısaltmış, son bölümü kaldırmış, sonra yaptığı bu kısaltmalardan kendine kızarak notaları olduğu gibi Vlatava nehrine atmış... Yıllar sonra eserin ilk halindeki kopyasına sahip olan Ludmilla Tuikova Janacek’e, bu öfkesiyle tanınmış olan besteciye baştan sona çalmak cesaretini göstermiş, bunun üzerine besteci yapıtını sadeleştirmiş, ikinci bölümünü ölüm, son kısmını da cenaze marşı diye adlandırarak tümünü 1 Ekim 1905 ismiyle yayımlanmasına müsaade etmiştir.

     • Webern, Solo Piyano için Çeşitlemeler... Bir soliste virtüozitesini sergilemek için yazmış olduğu tek önemli eseri diye verilen açıklamada, üç bölümden oluştuğu ve ilk kere Ekim 1926’da seslendirilmiş olduğu açıklanır.

     • Haydn, Sonat Do Majör, Hob. XVI No. 35... Programda verilen açıklama şöyledir: Haydn, 62 kadar sonat bestelemiş, fakat bu eserler virtüoziteye, gösteriye pek yer vermediğinden zamanında programlarda fazla yer almamıştır. Günümüzde ise değerlerinin farkına varılmıştır.

     Ara’dan Sonra

     • Beethoven, Appasionata Sonat... Konservatuvar yıllarından beri, piyano sınıflarında dinlemekten bıktığım bu muazzam eseri, “İkinci Dünya Savaşı” süresince, propaganda aracı olarak İstanbul’a gönderilen Alman piyanistlerinden dinlemekten, her programı açışta karşımıza bu eserin çıkmasından bıkmıştık.

     • Gershwin, Rhapsody in Blue (Düzenleme: F. Say)... Programdaki açıklamada şunlar söylenmektedir: Eserin adı Gershwin’in ağabeyi tarafından Whistler’in “Nocturne in Blue and Green” adlı tablosundan esinlenerek verilmiştir. Bir sipariş üzerine verilen bu yapıtı besteci üç hafta gibi kısa bir sürede yazmıştır. Daha ilk icrasında büyük bir başarı sağlanmıştır.

     • Summertime (Düzenleme: F. Say)... İlk Amerikan operası, üç perde ve dokuz sahneden oluşmuş... Gershwin, Porgy adlı bir öyküden esinlenmiş. Charistone’da bir zenci mahallesi, hepsi zenci ve ilkel kişiler... Operanın kahramanları; Porgy kötürüm bir dilenci, Bess ise sokak kadını... Ve bozuk İngilizce konuşan zencilerin kullandığı tipik halk çalgıları, vurma çalgılar ve banjo orkestrada yer alıyorlar...

     Ve de Bir Piyanist: Fazıl Say

     Janacek’ten başlayalım... Daima egemen olmak isteyen, öfkeli, fakat iyi kalpli Janacek karşımızda... Sanırım piyano parçaları arasında ilk defa dinlediğim ve fakat en kişisel renkleri taşıyan piyano yapıtı bu olacak... Belki bir kaç kere dinlemek, ondan sonra öteki eserleriyle kıyaslama yapmak daha doğru olacak... Bir kere dinlemek eseri tümüyle kavramak için yeterli değil... Çok zor bir eser... Biz, Janacek’in dörtlülerini tercih ediyoruz: “Sonat à Kreutzer” ile “Lettres Intimes”...

     Webern’in piyano için çeşitlemeleri... Bir prizmadan çeşitli yönlere dağılan renkler ve pırıltılarla dolu bir eser... Gerçekten melodi hattını yakalamak ya da aramak boşuna uğraşı... Zaten amaç da bu atlayan, zıplayan, uzaklara gidip geri dönen ve yeniden rakseden seslerle kulakta bir melodik çizgi yaratmamak amacıyla yazılmış, bir mühendis kafasıyla örülmüş, tam bir çizgi yakalayacağınız an yeni bir sıçramayla uzaklaşan seslerden oluşan bir yapıt...

     Her iki eserin belleğe alınması ve bunun için sarf edilecek zaman sanırım boşuna olacağından Fazıl Say da bu eserleri notayla çalmak gereğini duymuş olacak... Sorun, notalı ya da notasız çalmak değil, bu eserlerin güçlüğünü yenebilmek... Ve bu tür eserler için Fazıl Say’ın tekniği seviyesinde bir tekniğe ve konsantrasyon yeteneğine sahip olmak gerekli...

     Gershwin’ler için kısaca, Fazıl Say bu eserlerde adeta kendi elemanında bulunuyordu... Bu samimi, kudretli, sıcak, ıstırap dolu hisleri bir zenci gibi yaşıyordu demek isteriz.

     Gelelim Haydn, Bach ve Beethoven’e...

     Haydn sonat... “Baba Haydn” denen bu koca bestecinin sıfatının tam tersi, bu sıfata bakılarak ağır, düşündürücü, biraz da sıkıcı olacağı sanılan kompozisyon gerçek Haydn’ın muzip, şakacı, zeki, spritüel yapısını ortaya koyuyor... Fazıl Say bu eseri inanılamayacak bir mükemmellik, mükemmellik üstü zarif kelimesinin yetersiz kaldığı bir güzellik içinde seslendirdi. Ortaya cici bici bir yapıt çıktı... Onun ciddi bir sonat formu olduğunu düşünmenin imkanı yoktu... Eminim ki Haydn, tüm hayatınca bu sonatını bu güzellik içinde duymamıştır. Hatta, günümüze kadar bu tür Haydn çalınmamıştır... Bir anlamda programın zirvesi -öteki seslendirmelerin hakkını yemeyelim- bu programın ilk zirvesi idi.

     Bach Chaconne ve Beethoven Appasionata... İki dev eser... Kim bilir kaç piyanistin mezarı olmuştur... Bu iki eserde Fazıl Say’ın müziği bütün vücuduyla, tüm varlığıyla hissettiğini, yaşadığını söylememiz gerekir... Önce, doğal bir -sadece muazzam denecek- kolaylık ve bu kolaylığın Fazıl Say’ın his, düşünce ve fiziğinin emrinde olması... Bu imkanın, coşku dolu bir yapıyı açığa çıkarmak için, bir araç halinde müziği elle tutulur hale getirmesi... İşte Fazıl Say’ı ancak bu şekilde tarif ederim...

     Chaconne, (fffff) ile başladı... Piyanonun tını imkanlarını sonuna kadar zorlayarak, coşkusunu ancak böyle tatmin ederek... Fakat, hemen sonra (mp)’dan (p), (pp) ve (ppp)’a kadar tüm derecelenmeyi kadife bir tınıyla sunarak... Eser baştan sona bu renk, tını, şiddet ve sükunet içinde geçti...

     Appasionata... Korkunç bir coşku... Bütün vücuduyla icra edilmiş bu orkestrasız konçerto’yu çok eminim şimdiye kadar kimse bu şekilde seslendirmiş değildir ve olamaz. İkinci bölüm, kudret ve coşku dışında.

     Saz, piyano olmaktan çıktı ve orkestre edildi. Burada, Fazıl Say’ın besteci kafası ve kişiliği ortaya çıkıyor... Onun kişiliğinin en güzel örneğini bu bölümde gördük.

     Acaba, akademisyenler, Herrn Doktor’lar bu seslendirmeler için ne derlerdi... Eminim ki, onların kabul edemeyecekleri pek çok seksiyonlar, cümleler, hatta bölümler olabilir... Diskoteğimde Gieseking (!) var... Schnabel var... Bu üstadlar tarafından seslendirilmiş “Appasionata”lar... Bu icralardan sonra Fazıl Say’ın “Appasionata”sı piyano denen makinenin, font’tan ve tahtadan mamul bu makinenin bir tür orkestra olabileceğini kabul etmem gerekecek...

     İsteyen istediğini söyler, ben gerçekten hayran olduğum bu teknik kudret ve yorum tarzı için şunu söylemek isterim ve bu Fazıl Say için söyleneceklerin en doğrusu olacaktır: Chaconne ve Appasionata için (Bach/Chaconne + Fazıl Say) doğaçlaması... (Beethoven/Appasionata + Fazıl Say) doğaçlaması...

     Yazıyı burada kesmek isterdim, fakat iki eleştirim olacak... Chaconne’un başlangıcında ve Fazıl Say’ın coştuğu pek çok yerde (ffff) piyanodan Fazıl Say’ın hissettiği ve beklediği büyük hacmi vermiyor. Çünkü, piyano, (fff) üstüne çıkılınca tınlamıyor ve boğuluyor; sonuçta “vurma” sesi çıkıyor... Belki Fazıl Say için başka tür bir piyano yapmak gerekecek... Yıllar önce, Siena’da “Chigi Akademisi”nde yaz kurlarına devam ederken Steinway, deney için çok ağır tuşlu bir piyano imal etmişti.

     Bu piyanoda gerçekten bir Debussy çalmak büyük zevkti... Ama parmaklar ve kollar çok yoruluyordu. Tuşların ağırlığı nedeniyle, tuşlar hemen batmadığı için tuşlara verilen ağırlık onları derecelenerek dibe kadar indiriyordu; bu da her milimetrelik inişte yeni bir rengin oluşmasını sağlıyordu.

     (f)’ler ise çok kolaydı. Fazıl Say’a bu tür bir piyano gerek... Ama dikkat, tuşların ağırlığı kısa zamanda bilek sakatlığına neden olabilir. Belki, bu nedenle Steinway bu deneyden vazgeçmiş olacak...

     Bir öteki eleştirim şudur: Fazıl Say’ın müziği vücuduyla hissetmesi ve klaviye önünde kıvrılıp bükülmesi göze batmıyor, belki ifadeyi daha da zenginleştiriyor. Fakat, Glenn Gould’vari diyeceğim, kolu havaya kaldırıp, el ile, bir takım kavisler çizerek sesin tınlamasını boşlukta devam ettirmek, göz için güzel olmadığı gibi, dikkat dağılıyor ve sesi izlemek yerine kol ve el hareketi izleniyor, müziğe yazık oluyor... Fazıl Say’ın piyanodan elde ettiği tınının buna gereği yok...

     CD’yi bekleyelim ve bu CD’de Haydn sonat en başta yer almalıdır.

     “Orkestra Dergisi”nin Ekim 2008 tarihinde 47. Yıl, 399. Sayı ile yayınlanan nüshasından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5746220
Online Ziyaretçi Sayısı:4
Bugünlük Ziyaret :901

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.