Kasım 1994 / Önder Kütahyalı - Tuğrul Göğüş'ün '40. Sanat Yılında Hikmet Şimşek ve Türk Müzik Yaşamındaki Yeri' Kitabına Önsöz (*)

     Elinizde tuttuğunuz bu tılsımlı kitapta, kırk yıl boyunca ülkemizin kültür ve sanat kalkınmasına emek harcayan müzik adamlarının öykülerini okuyacaksınız. Bunların ilki, Türkiye’de ve Avrupa’da verdiği sayısız dinletilerle ün yapmış bir orkestra yönetmenidir. O’nu emektar bir konservatuvar öğretmeni, bir genel müzik eğitimcisi, bir örgütleyici, bir radyo-televizyon programcısı ve bir düşün adamı izlemektedir. Sonuncu müzik adamı ise Atatürk devrimlerinin en önemli parçasını oluşturan çağdaş Türk müziğinin coşkulu bir savunucusudur. Kitabın tılsımı şudur ki bu büyük insanlar bir tek ruhun, bedenin ve adın değişik görünümleridir. Evet, değerli hocamız, sanat büyüğümüz ve öncümüz sayın Prof. Hikmet Şimşek’tir bu ünlü kişileri kendinde birleştiren...

     1952-1953 ders yılında “Ankara Devlet Konservatuvarı”na girdiğim zaman Hikmet Şimşek “Kompozisyon Bölümü”nün son sınıfındaydı; Saygun’un öğrencisiydi. İlk günlerde hem O’nu, hem de rahmetli Gültekin Oransay’ı okulun öğretmenleriyle karıştırmıştım; çünkü “Hikmet Ağabey” çok ciddi ve güzel konuşan bir insandı, öbür öğrencilere benzemiyordu. Son derece etkindi. Öğrenci derneğinde görev yapar, bireysel ders odalarının öğrenciler arasında paylaşımını düzenler ve her şeyden önemlisi durmadan çalışırdı.

     1953-1954 ders yılında, Ahmed Adnan Saygun’un girişimiyle konservatuvarın öğretim programında önemli bir değişiklik yapıldı. Değerli hocamız Halil Bedii Yönetken’in okuttuğu “Kulak Terbiyesi”, temel müzik bilgilerinin bütününü içeren solfej dersine dönüştürüldü. Artan haftalık ders saatleri, Yönetken hoca ile genç asistanlar arasında paylaştırılmıştı. Hikmet Şimşek, bizim sınıfa haftada bir saat geliyordu. Ne ki dersin doğal disiplini içinde kalma koşuluyla hocalığın ağırlığını duyumsatmıyor, bir yıl önceki Hikmet ağabey gibi davranıyordu. Bu yaklaşımı sonraki yıllara da sürdü.

     Şimşek, 1954-1955 ders yılında bizim sınıfın asıl solfej öğretmeni oldu. Haftalık ders saati bu kez daha fazlaydı. Sınıfta yaptığı inandırıcı konuşmalarını hayranlıkla dinlerdim. Dersin akışı içinde her fırsatta ulu müzik sanatının ilginç yönlerine dikkatimizi çeker, bizi müzikle ilgili çeşitli konularda aydınlatırdı. Bir gün Johann Sebastian Bach’tan bir prelüd çalmıştı. O zamana değin Bach’ı polifon müziğin en büyük ustası olarak tanımıştım; ama O’nun armoniyi de ne büyük bir etkileme gücüyle kullandığını gözlemleyince, hocamın derslerine duyduğum ilgi daha da artmıştı.

     Hikmet Şimşek, koro derslerine Saygun’un asistanı olarak gelir, zaman zaman öğrenci orkestrasını çalıştırır, ayrıca bazı sınıfların armoni dersine girerdi. Sanırım 1956 sıralarında okula gelmez oldu; bize söylendiğine göre uzmanlık çalışmaları için Almanya’ya gitmişti.

     1958-1959 ders yılında hocamız yeniden aramıza dönmüş, çeşitli dallardaki derslerine başlamıştı. Öğrenci korosunu çalıştırma görevini üzerine alması ise yılın olayı oldu.

     Konservatuvar öğrencileri, koroya fazla ilgi duymazlar. Bu bakımdan, okulun 1958’den önceki koro çalışmaları oldukça verimsiz geçmişti.

     Şimşek de ilk derslerinde belirli bir ilgisizlikle karşılaşmıştı; ancak konuşmasının güzelliğiyle, dostça yaklaşımlarıyla, zaman zaman yaptırdığı tını alıştırmalarıyla ve anlattığı fıkralarla bütün öğrencilere koro sevgisini aşılamayı başardı. Öyle ki ilerleyen aylarda, beş-on kişi bir araya geldiğimizde, koroda öğrendiğimiz parçaları okuyarak vakit geçirmeye başlamıştık.

     Koro çalışmaları son derece olumlu sonuçlar verdi. Topluluk, hem konservatuvarın hem de Ankara’daki bazı kültür kurumlarının çeşitli etkinliklerine eşlikli ya da eşliksiz koro dinletileriyle katıldı, radyo programları yapıldı. “27 Mayıs Devrimi”ne, Şimşek’in bestelediği ünlü marşla ve öbür marşlarımızla renk kattık. Gluck’un “Orpheus Operası”ndan seçmelerle, Beethoven’in “Korolu Fantezisi”yle, Haydn’ın “Mevsimler Oratoryosu”ndan seçmelerle, Ahmed Adnan Saygun’un “Eski Üslupta Kantatı”yla ve Borodin’in “Poloveç Dansları” ile doruklaşan etkinlikler, 1961’de Şimşek’in yeniden Almanya’ya gitmesine dek sürdü.

     “Sanatçı Hikmet Şimşek” denildiğinde herkesin aklına gelen ilk etkinlik, kendisinin yurt içinde ve yurt dışında verdiği bini aşkın orkestra dinletisidir. Ne ki koro, Şimşek’in yaşamında her zaman özel bir önem taşımıştır; çünkü anlayabildiğim kadarıyla Şimşek, özellikle ülkemizde gerçekleştirilen dinletileri, sadece sanatın yüksek niteliklerini sergileyen bir etkinlik olarak görmez. Söz konusu etkinlik aynı zamanda halka yönelik, coşturucu, düşündürücü ve eğitici bir sesleniş gücü taşımalıdır. İnsan sesinden kaynaklanan doğal güzellik ve içtenlikle bunu yapabilecek en etkili sanat topluluğu korodur.

     Nitekim “Ankara Radyosu Madrigal Korosu” 1967’de dağılınca Şimşek, aynı kurumun bünyesinde yeni bir çoksesli koronun kurulması için çaba harcamıştır. Büyük emeklerle etkinliğe geçirilen koronun bir süre sonra dağıtılmak istenmesi üzerine sanatçının “TRT Yönetim Kurulu” önünde yaptığı savunma ise tarihseldir.

     Şimşek’in, 1960’lı yıllarda ilkokul çocuklarına çoksesli müzik eğitimi vermek amacıyla “Ankara Devlet Konservatuvarı”nın öğrenci korosu ile gerçekleştirdiği radyo programları, 1980’lerin sonunda “Kültür Bakanlığı Çoksesli Korosu”nu kurması ve İstanbul-İzmir gibi kentlerimizde de koro kurulması için yaptığı girişimler, sanatçının bu topluluğu ne denli önemsediğini kanıtlayan olaylardır.

     Yukarıda da değindiğim gibi kurucu olmak, bir sanat ya da eğitim kurumunun oluşumuna öncülük etmek, Şimşek’in kırk yıl boyunca sürdürdüğü yoğun çalışmaların önemli bir parçasıdır. Kendisinin de belirttiği gibi, son otuz yıl içinde ülkemizde etkinliğe geçirilen her sanat kurumunda, Şimşek’in belirli ölçüde katkısı vardır.

     Kendini “Atatürk müzik devriminin gerçekleşmesi yolunda çalışan bir sanat eri, bir kültür misyoneri” olarak tanımlayan Hikmet Şimşek’in belki en önemli ve en tarihsel çalışması, Cumhuriyet dönemi çağdaş Türk bestecilerinin yapıtlarını seslendirmek ve yaymaktır. Verdiği her dinletinin programına bir Türk yapıtını alarak, bu çabasını sağlam bir ilkeye dayandırmış bulunmaktadır. Sanatçıyı çeşitli ülkelerde plak doldurmaya götüren etmen de kanımca bestecilerimizi tanıtma çabasının bir sonucudur. Bugüne değin plaklara aktardığı Türk yapıtlarının sayısı epey fazladır.

     Orkestra yönetmenliği, kuruculuk, örgütleyicilik ve yol göstericilik, çeşitli radyo-televizyon programları ve bestecilerimizin tanıtılması yolundaki sürekli çabalar, doğal olarak bazı itirazlara ve eleştirilere yol açabilmiştir. Doğanın, kendisini ikinci sınıf bir sanatçının kalıbına soktuğunu söyleyebilme büyüklüğünü gösteren Hikmet Şimşek eleştiriye açıktır; ama kendisine yapılan olumsuz itirazlara ve ülkemizin müzik kalkınmasını engelleme çabalarına karşı, yaptığı işi coşku ve inatla savunur. Böylece O’nun müzik yazarlığı ortaya çıkmış olur. Güncel olaylardan, kişisel sanat tartışmalarından bazı müzikbilimsel gerçeklere değin son derece geniş bir alanı kaplayan bu yazılarda asıl amaç, müzik kalkınmamızın savunulması ve en kısa zamanda gerçekleşmesi için bir takım önerilerin ortaya konmasıdır.

     Sanatçı aynı savunmayı doğrudan doğruya halkın önünde de yapma gereğini sık sık duymuştur. Verdiği konferanslar ve çok sayıdaki radyo-televizyon konuşmaları bu gereksinmeden kaynaklanmaktadır.

     O’nun özlemini duyduğu ve gerçekleşmesi için büyük çaba harcadığı müzik kalkınması, Atatürk’ün bu sanat ile ilgili olarak yapmayı düşündüğü devrimden başka bir şey değildir. Geleneklerimiz iyi bilinecek, korunacak ama bir yandan da çağdaş verilere göre işlenecektir. İnsanımız, çoksesli müzik alanında eğitilecek, bu yolla da çağdaş kavramlara göre düşünme yetisini kazanacaktır.

     Buraya değin, Şimşek’in yaptığı çalışmaları en genel çizgileriyle ve son derece kısa olarak yorumlamış oldum. Ayrıntıları, sayın Tuğrul Göğüş’ün kıvrak kaleminden okuyacaksınız. Değerli büyüğümüz, kültür ve sanat tarihimizin kilometre taşlarından biridir ve O’nun çalışma yaşamı irdelenirken, kocaman bir sorunun yanıtını mutlaka aramak gerekir:

     Acaba Hikmet Şimşek, bütün bu çalışmaları yapma gereğini neden duymuştur? Devletin kendisine verdiği görevleri yerine getirmekle yetinerek, herkes gibi O da rahatça yaşamayı niçin yeğlememiştir?

     Sanatçının, “Hikmet Şimşek’in Gözüyle Hikmet Şimşek” başlığını taşıyan ve bu dergide de yer alan yazısı, içerdiği kişisel çözümlerle sorunun yanıtını çok açık bir biçimde vermektedir. Benim açımdan ise üzerinde önemle durulması gereken iki husus vardır:

     Şimşek, son derece çalışkan bir insandır. Çok çalışmak O’nun mizacıdır. Gerektiğinde, birden çok işi aynı zamanda yürütebilir. Bu durum O’nun sağlığını bile bazen olumsuz yönde etkilemiştir. Gücünün tükenmekte olduğunu duyumsadığında, istencini (iradesini) yardıma çağırarak, başladığı işin mutlaka üstesinden gelir.

     Şu da var ki sanatçı, yaşamının her aşamasında çalışkan olmaya, istencini son noktasına değin kullanmaya doğru adeta itilmiştir.

     Bir memur çocuğu idi. Çocukluk ve delikanlılık yılları, Türkiye’de hiçbir şeyin kolay bulunmadığı bir dönemde geçti. Rahat bir yaşam düzeyine ulaşmanın güçlüğünü erkenden öğrendi. Müziğe büyük bir sevgi duymuş, fakat geç başlamıştı. Konservatuvarın “Kompozisyon Bölümü”nü seçmesi, gece gündüz, hiç durmadan, tatil bile yapmadan çalışmasını gerektirmişti.

     Solfej dersleri sırasında öğüt olsun diye bize anlattığına göre konservatuvara girdiği yıl, kendisini piyano öğrencisi olarak Fuat Türkay’a verirler. Bilindiği gibi kompozisyon öğrencilerinin piyano eğitimi oldukça ağırdır; piyano öğrencilerine yakın kalan bir program uygulanır. Şimşek, yirmi yaşındadır ve parmak kasları iyice sertleşmiştir. Bu yüzden, istenenleri yapabilmesi için günde altı saat piyano çalışması gerekmiştir. Bestecilik ile ilgili öbür dersler de göz önünde bulundurulduğunda, genç öğrencinin günde kaç saat çalıştığı kolayca kestirilebilir.

     Sanatçının çalışkanlığını tamamlayan bir niteliği de son derece kadirbilir oluşudur. Kendisine yapılan iyilikler karşısında coşar ve mutlaka karşılığını vermek ister. Bir konuşmamızda şöyle demişti:

     “Bu devlet için ne yapsam az. Yatılı olarak önce askeri okulda, sekiz yıl da konservatuvarda okuttu. Ardından,iki kez Almanya’ya gönderdi. Bugüne değin yaptıklarımı hiç bir zaman yeterli görmüyorum.”

     Sanatçının kırk yıla sığdırdığı yoğun etkinliklere yön veren bir başka etmen de kanımca şudur:

     Atatürk öldüğünde Şimşek ondört yaşındaydı. Devrimlerin bir bölümü, O’nun çocukluk yıllarında gerçekleşmişti. Onbir yaşında yatılı olarak girdiği askeri okulda, kafası ve yüreği Atatürk devrimlerinin coşkusuyla doluyordu. Konservatuvar yıllarında ise o büyük insanın güzel sanatlar, özellikle de müzik konusunda ortaya attığı aydın ve çağdaş düşüncelerin bazı uygulamalarına tanık oluyordu.

     Şimşek’in bir yetişkin olarak devlet çarkının içinde görev aldığı 1950’li yıllarda, karşı devrimin bazı belirtileri görülmeye başlandı. Arapça ezan, devletin eski dile (Osmanlıca’ya) dönüşü, müzikte yerel geleneklerin abartılışı ve devlet adamlarının sanata duyduğu ilgisizlik bunların başında geliyordu.

     1950’leri izleyen her on yılda, gerilemenin hızı arttı. Günümüzde, Osmanlı özlemiyle şeriat düzeninin yüzü açıkça görülmektedir.

     Her şeye yakından tanık olan Şimşek, gerilemenin önlenmesinde kültür ve sanat kalkınmasının büyük rolü olduğunu iyi kavramıştı. Müzik, uluslararası diliyle ve taşıdığı yüceltici niteliklerle, böyle bir kalkınmanın en önemli ögesiydi. Yapılması gereken şey, onu Türk halkının bir parçası, günlük alışkanlığı ve çağdaş kafayla düşünmenin en güvenli yol göstericisi durumuna getirmekti. Bunu gerçekleştirebilmek için de konservatuvarların, senfoni orkestralarının, opera kurumlarının ve müzik eğitimcisi yetiştiren okulların ülke düzeyine yayılması gerekiyordu.

     Rafael Kubelik, orkestra yönetmenini, istediği her şeyi orkestradan mutlaka almasını bilen erk (otorite) olarak tanımlar. Şimşek, mesleğinin verdiği alışkanlıkla, ayrıca yeteneklerini son noktasına değin zorlayarak, kafasındaki tasarımları çok temkinli adımlarla uygulamaya geçirmeyi başardı. İnandırdı, etkiledi, yol gösterdi, bazan kavga etti, yazdı, gerektiğinde sorumluluk aldı ve sonunda, bir takım sanat ve eğitim kurumları ortaya çıktı. Bunların ülkemize vermekte olduğu hizmet, gelecekte hayırla anılacaktır.

     Şimşek’in yurt içinde ve dışında gerçekleştirdiği orkestra dinletileri ve plaklar, amansız bir çaba sonunda kesintisiz sürdürdüğü televizyon programları, düşünce düzeyindeki yazılarıyla konferansları ve eğitimciliği, ülkemiz için büyük bir iyiliktir; kalıcıdır ve tarihseldir. Müzik adamlarımız, bütün bunları gelecekte derinlemesine inceleyecek, eleştirecek ve değerlendirecektir.

     Şimdilik çok önemli bir görevi yerine getirmekle yetiniyoruz. Kırkıncı sanat yılında değerli büyüğümüzü kitaplardan, yazılardan, oturumlardan, dinletilerden ve armağanlardan oluşan küçük bir ödülle ağırlıyoruz. İnanıyoruz ki 1994’ü izleyen her on yılda sevgili Türk ulusunun kendisine vereceği ödül, çok daha büyük ve çok daha görkemli olacaktır.

     ______________________________________

     (*) Kitap, önümüzdeki aylarda yayınlanacaktır.

     (Tuğrul Göğüş’ün notu: Bu kitap şu ana dek yayınlanamadı. “Mopak” fabrikalarının sahibi sayın Mehmet Ali Molay’ın eşi sayın Bijen Molay tarafıma cep telefonu ile ulaşarak Hikmet Şimşek’e ait olarak hazırladığım yaklaşık 490 sayfalık lisans bitirme tezimi inceleme ve fotokopi çekme izni ile istedi. İzmir’e gittiğim bir tarihte meslekdaşım olmasına da güvenerek bu tezin elimde bulunan tek nüshasını verdim. Daha sonra çeşitli kereler geri istememe karşın bu çalışmam sayın Bijen Molay tarafından bana iade edilmedi. Gerekçesini ise bir telefon konuşmamızda açıkladı. Bu açıklamaya göre bana bu kitabın basımı için önemli bir miktar para ödendiğini ve bu kitabın asıl sahibinin kendileri olduklarını bildirdi. Kitabın yazarı olarak, Tuğrul Göğüş böyle bir para almamıştır. Zaten kendisi küğ davamızda bir nefer olarak çalışmakta ve bu davadan maddi bir kazanç beklememektedir. Şu ana kadar küğ sanatını herhangi bir şekilde kullanarak da parasal bir beklenti içine girmemiştir. Eğer çok sade bir şekilde bu kitap ve belgeler kendisinden istenseydi derhal ve karşılık beklemeksizin bunları kamunun hizmetine sunardı. Hikmet Şimşek’e ait bu çalışma şu ana kadar yapılmış en kapsamlı araştırma olup çok sayıda evrak, doküman, belge ve dinleti izlencelerinin taranması ile ve oldukça büyük zaman ayrılarak binbir emekle ortaya çıkarılmıştır. Küğ tarihimize ilişkin belge, çalışma ve ürünleri kimsenin kendi özel arşivinde tutmaya hakkı olmadığı inancındayım.)

     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 33. Yıl, 251. Sayı ile Kasım 1994 tarihinde basılan nüshasından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5685340
Online Ziyaretçi Sayısı:3
Bugünlük Ziyaret :449

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.