Piramidin Tabanı

     Bir gün Ahmet Ertegün'le sohbet ediyorduk. Türkiye'de yeni kuracakları televizyon kanalından söz ediyordu.
"Bu kanalın Anadolu'nun derinliklerinde, muhafazakar ailelerde seyredilme özelliği var. Biz bunu, Amerikan eğlence kalıplarıyla birleştireceğiz. Çok başarılı olacak" diyordu.
Oldum olası yabancı kalıpların bu ülkeye uygulanmasını hoş karşılamamışımdır. Ayrıca bu modeller başarılı da olmaz. Mesela dünyayı kasıp kavuran müzik grupları burada yerli sanatçıların onda biri kadar satış yapmaz.
Ama bunlar üzerinde durmadım.
Dedim ki: "Ahmet bey, siz Aquinalı Thomas üzerine doktora yapmış bir insansınız. Evinizde orijinal Magritte'ler asılı, sehpanızın üzerinde orijinal Brankusi duruyor. Hayattaki zevklerinizle, yapmaya çalıştığınız iş tutarlı mı?"
"Eeee" dedi. "Ne yapalım, kültür azınlık içindir. Yani piramidin en tepe noktasıdır. Eğer insanlara bir şey satmak istiyorsan, piramidin en altına, tabana hitap edeceksin."

***

     Daha sonra Ahmet Bey'in söyledikleri üzerine çok düşündüm. İçinde yaşadığımız dönem, Ahmet Bey'in söyledikleri doğrultusunda gelişiyor.

     Herkesin derdi piramidin tabanına daha fazla mal satmak. Çünkü kalabalık orada.

     Bu sözümle sadece iş adamlarını kastetmiyorum. Aslına bakarsanız piramidin tabanına mal satmak isteyenlerin başında siyasetçiler geliyor.

***

     Bu noktada cevabı çok zor bulunacak sorular çıkıyor ortaya.

     İmparatorluklar dağıldıktan sonra, özellikle yirminci yüzyılın başında dünyaya yayılan ve "halkı adam etmek" diye özetlenebilecek tepeden inmeci modellerin büyük trajedilere yol açtığını hepimiz biliyoruz. Gençliğimiz maddi ve manevi diktatörlüklere karşı mücadele ederek geçti.

     Ama şimdi terazinin kefesi çok mu kaydı diye düşünmeden de edemiyorum.

     Tamam, totaliter aydınlanmacılık yanlıştı ama acaba bugünkü düzen çok mu doğru?

     Rating peşinde hiçbir kural tanımayan televizyonların ve basının insafına terk edilmiş olan halk, "tüketici" olmanın dışında bir değer taşımayan robotlara mı dönüştürülüyor?

     Binlerce yılın "insan ruhunu yüceltmek" amacı güden kültür–sanat eserleri sürgüne gönderilirken, toplumlar cehalete, şiddete ve kabalığa mı teslim ediliyor?

     Avrupa kültürünün "incelme" arayışını yok eden Amerikan kapitalizmi, piramidin en altına mal satmak için insanları, bedenin en temel gereksinimlerine mahkum etmedi mi?

     Senin gövden et ister, al sana daha çok et.

     Senin gövden seks ister. Al sana bol bol kalça, meme, kadın eti.

     Senin gövden şiddet ister. Al sana patlayan gözler, kesilen kafalar, kan, kan, kan.

     Aman bize para ver, aman bize oy ver.

     Milletten büyüğü yok, al sana bayrak, al sana vatan, al sana milliyet, al sana din; aman bize oy ver.

     Memlekette demokrasi var.

***

     İyi ama binlerce yıldır insan ruhunu yüceltmek için çaba göstermiş olan antik filozofları, bestecileri, şairleri, mimarları, heykelcileri nereye yerleştireceğiz şimdi?

     Bundan sonra insanların hayatında hormonlu köfteyle, meyan kökü şerbeti Homeros'un yerini mi alacak?

     Gençler Karacaoğlan'ı Şeyh Galib'i değil, kung fu dövüşünü mü bilecek?

     Azdırılmış gövde istekleri, aklın, sağduyunun, kibarlığın, estetiğin, düşüncenin yerine ikame mi edilecek?

     Doğduğu günden itibaren sadece şiddet, futbol ve ilkel duyguların tatminiyle ilişkilendirilmiş genç insanlar, demokrasinin temel dayanağı olan "bilinçli yurttaş" kavramıyla nasıl bağdaştırılacak?

***

     Cevabını bulamadığım bu soruları çok önemsiyorum.

     Ve bana öyle geliyor ki "demokrasi" kavramı, bu iki aşırılığın dengeleneceği, hem halk iradesinin hem de aydınlamanın bir bütün olacağı döneme kavuştuğu zaman gerçekten demokrasi olacak.

     Ne totaliter aydınlanmacılık ne "millet" fetişizmi.

     Vatan Gazetesi • 23 Mayıs 2009, Cumartesi




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5744174
Online Ziyaretçi Sayısı:26
Bugünlük Ziyaret :952

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.