07.02.2012 / Zülfü Livaneli - Fenerbahçe'nin Sevdası

     Arkadaşlar ve okurlar bildirmese haberim olmayacaktı: Fenerbahçe maçlarında “Böyledir Bizim Sevdamız” çalınıyormuş ve stadyumdakiler eşlik ediyormuş. “FB Televizyonu” da aynı parçaya klip yapmış.

     “Kırılsa da kanadımız / Asiye çıksa adımız / Duyan duysun, bilen bilsin / Böyledir bizim sevdamız.”

     Ne güzel! İnsanın bestelerini böyle büyük bir kitlenin söylemesi kadar sevindirici bir şey olabilir mi? Olamaz elbette.

     Ama burada amacım kendi şarkımdan değil, başka bir olgudan söz etmek.

     Nedense bizim şarkılar “dayanışma, hak, adalet” arandığı zaman devreye giriyor.

     Özgürlük isteyenlerin dudaklarından dökülüyor.

     Yani bir çeşit “mağduriyet” müziğine dönüşmüş durumda.

     Bir gün koskoca “Fenerbahçe”nin bu duruma düşeceğini ve haksızlığa uğramışların türküleriyle adalet arayacağını kim tahmin edebilirdi.

     Ama burası Türkiye. Her şey en beklenmedik anda tepetaklak olabiliyor ve tahmin bile edilemeyecek şekilde memleketin altı üstüne geliyor.

     Osmanlı padişahlarına borç veren meşhur banker Zarifi’nin anılarında okumuştum: Bu memleket kadar servetin çabuk el değiştirdiği başka bir yer olamaz diyordu. Örnek olarak da Tarabya’da oturan ve bir yaz verdikleri davete İngiltere kraliyet ailesinden katılımların olduğu bir aileyi gösteriyor ve diyordu ki: “Ertesi yaz bu aile her şeyini kaybetmişti.”

     (Konuyla ilgili değil ama bu çok ilginç kitaptaki bir gözlemi daha dikkatinize sunayım. Banker Zarifi, o dönemlerde Balat’tan Haliç’ten Pera’ya taşınma modası olduğunu anlatıyor. Pera’daki eski evler satın alınıp yıkılarak yerine yeni konaklar yaptırılıyormuş. Banker diyor ki: “Herkesin bildiği gibi binayı en iyi ve hızlı Türkler yıkardı. Bu işlem bittikten sonra ise diğer ustalar yeni binayı yapardı.” Evinde banyo kırdırmış, fayans döşetmiş, su borularını tamir ettirmiş kim varsa Zarifi’nin bu cümlesinin ne anlama geldiğini kavrayacaktır.)

     Evet, dönelim konumuza.

     Bu ülkede kimin ne zaman “mağdur” olacağı bilinmez. Herkes günün birinde ülkenin sillesini yiyebilir.

     1912’den 2012’ye kadar neler olup bittiğini alt alta yazsanız durum bütün açıklığıyla ortaya çıkar.

     Mutlak iktidar ile mutlak mağduriyet ikiz kardeştir.

     Gözlerim nice servet ve güç sahiplerinin, zirveden cehennem çukuruna yuvarlandığını gördü.

     ***

     Seçimler öncesinde caddede yürüyordum. Bir seçim otobüsünün şarkılar, türküler çalarak yaklaştığını duydum. Biraz sonra bizim “Duvarlar” kulağıma çalındı. Kendi sesimi tanıdım.

     “Duvarları devirin / Kül edin betonları / Ne böyle zulüm olsun / Ne de böyle şarkılar.”

     Ses giderek yaklaşıyordu.

     Hangi partinin seçim otobüsü olduğunu merak edip bekledim. Bir süre sonra her tarafı resimlerle, afişlerle dolu bir minibüs geçti önümden ve ben hepsinde “Orgeneral Çetin Doğan” adını okudum.

     Acı acı güldüm. İçimden “Ah be paşam” dedim “Allah kurtarsın ama biz bu şarkıyı sizlere karşı yazmıştık.” (Elbette şahsına karşı değil, öncüllerinin yaptıkları darbelere karşı.)

     ***

     Türkiye’deki iktidar oyunu böyledir. Tahteravalli gibi bir o taraf çıkar, bir bu taraf.

     Osmanlı padişahlarına her hafta hatırlatılan “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!” öğüdü, bu ülkenin anayasası kadar önemli.

     Ama nedense gücü eline geçiren herkesin ilk unuttuğu söz bu olur.

     Gazete Vatan - 07.02.2012, Salı




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5752760
Online Ziyaretçi Sayısı:17
Bugünlük Ziyaret :226

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.