01.03-01.04.2012 / Haluk Tarcan - Ravel İyi ki Katil Olmadı...


     “Orkestra”nın bu son 415’nci sayısında Yüksel Koptagel’in çok ilginç bir yazısını okuduk:


     Paul Wittgenstein ve sol el konçertoları.


     Sadece, Ravel ve Prokofief’in birer sol el konçertosu yazmış olduğunu sanıyordum. Meğer, sayı bunun üstündeymiş... Bunların arasında Strauss konçertoyu çok merak ediyorum. Koptagel’in anlattığına göre, zengin bir sanayicinin oğlu olan Wittgenstein Strauss’a bir konçerto ısmarlamış, fakat bu ilk konçertoyu beğenmeyip bir ikincisini ısmarlamış... Ne şımarıklık ama, bu kadar olur?


     Yıllar önce rahmetli Güher Güney’le verdiğimiz bir konserde -sanırım birlikte son konserimiz idi- bir Strauss “lied” icra etmiştik. Piyano partisi yalnız başına, şan partisi olmadan bile solo bir eser olarak çalınabilirdi. Çok harika bir piyano yazısı idi. Bu örnekten hareketle Strauss’un sol el konçertosu bir şaheser olmalıdır.


     Hindemith, Britten’de birer sol el konçertosu yazmışlar; acaba, “CD”leri var mı?


     Henüz CD’lerin ortalığı sarmadığı yıllarda, Paul Wittgenstein’in çaldığı 33 turluk bir siyah plak buldum.


     “New-York Metropolitan Opera Orkestrası” tarafından Max Rudolf yönetiminde doldurulmuş... Plağı büyük bir merakla aldım... ve dinlemek mutsuzluğuna eriştim.


     Koptagel anlatıyor:


     “... Wittgenstein konserlerini yazan bazı kitaplarda, 1933’deki Paris’te, ‘Salle Pleyel’de, Ravel yönetiminde seslendirdiği konserde sahneye çıkıp selam verdiklerinde, Ravel’in, Wittgenstein’den daha sinirli olduğu eleştirmenlerce görüldüğü yazar...”


     Ravel sadece sinirlenmişse gerçekten kendine son derece hakim imiş, ya da öyle görünmüş!...


     Günde 7 saat çalıştığını okuduğumuz Wittgenstein, bu kadar saat doldurmasına karşın gerçekten pek beceriksiz, ayıp olmasın diye - berbat demiyoruz - niteliksiz bir piyanist, en ufak bir zevki olmayan bir klaviye çalıcısı imiş.


     Önce sahip olduğu teknikle bu konçertonun çalınamayacağı açık ve seçiktir:


     * Arpejlerin bir çoklarının başlarını çalmış, devamlarını akor halinde basmıştır.


     * Üç oktav, klaviyeye yayılan kırık akorları, plake halde icra etmiş ve tesitür’ü, sahayı, alanı iki ila tek oktav haline dönüştürmüştür.


     * Pek çok yerde yazıyı canı istediği gibi ya da hoşuna öyle gittiği için değiştirmiştir.


     * İlk notası melodi çizgisini veren arpejlerin geri kalan notalarının sayısı kesintiye uğramış...


     Ve de en adisi:


     * İki değişik yerde, iki felaket “glissando” kullanmıştır.


     Zavallı Ravel nasıl olmuş da bu son derecede “raffiné” eserini bu hale getirmiş olan Wittgenstein’i sahnede hiddetle ve memnuniyetle boğmamıştır.


     Bu çok sevdiğim konçertoyu, yanlış teknik yüzünden sağ elim sakatlanınca, önce Roma’da Agosti ile çalışmış fakat bu çalışmayı Paris’te Jacques Fevrier ile tamamlamıştım.


     Koptagel’in işaretlediği gibi, konçertonun orijinal haliyle Ravel yönetiminde ilk dinletisini hocam olan Jacques Fevrier vermişti.


     Bana, Ravel’in yorumunu nakletmişti. İlk ihtar, eserin hızlı çalınarak “Danse Macabre” halinden uzaklaşması idi. Gerçekten son zamanlarda bu konçertoyu daha hızlı, daha da hızlı çalarak onu bir ölüm marşından çıkarıp “Tarantel”e dönüştürmektedirler.


     Ravel, ilk dünya savaşında kamyon şoförlüğü yapıyordu. Cephede, mitralyöz takırtıları, patlayan bombalar, duman ve barut kokusu ile cephe gerisindeki kargaşa, yaralıların inlemeleri, ölü torbaları arasında gidip geliyordu. Eser derinden uzakta kontrfagotla başlar, hemen çizilen uğursuz savaş atmosferi ortaya çıkar, hava ağırlığını bir süre koruduktan sonra bir marş, ölüm marşı halini alır... Adeta, elinde tırpanı ile, kara örtülü iskeletin sırıttığını görürsünüz.


     Konçertonun ise bir şiir olan kadansı, cephede, barış zamanını, evinin, ailesinin, sevgilisinin özlemini aksettiren, bu özlemle yaşanan bir atmosfer yaratır... Hızlı çalındığında kadans, alelade bir arpejler dizisiyle kahve değirmeni gıcırtısını andırır. Son çıkan CD’ler bu zevksizliğin, inkar edilemez örneğidirler.


     Klavsen tekniğinden bozma parmak tekniğine dayanan mekanizme sahip piyanistler - maalesef konservatuvarlarda hala bu mekanizm öğretilir – bu kadansı çok mükemmel birer Czerny etüd gibi çalarlar... Hızlı, pırıl pırıl notaların arası milimetre ile ölçülmüşçesine kusursuz... Ama ne renk, ne tını... Ne müzik ve ne de şiir...


     Özür dilerim ama, biraz kendi tekniğimden, - özellikle konservatuvar piyano öğrencileri için konuşacağım – klavsen tekniğinden bozma piyano tekniğiyle, klaviyeden duyduğum, hissettiğim tını ve rengi ancak zorlama ile elde edebildiğimden, sonuçta sakatlandığım için bu tekniği terk ettim. Artık, “petite vélocitée” denen parmak tekniğini ve bunu sağlamak için kullanılan ön kol ve bilek kaslarını sıkarak ağırlık elde etmeği kullanmıyorum.


     En başta, önkol ağırlığı yerine kolun tüm ağırlığını, Çaykovski, Brahms, Rachmaninof için gerekirse gövde ağırlığını harekete geçiriyorum.


     Kullandığım kas, halk arasında “pazu” denen, üst kolda, omuzla dirsek arasındaki kaslardır.


     Parmaklarım daima tuşlarla temas halindedir, tüm vücudum gevşektir.


     Parmak tekniğinde olduğu gibi, havada kalkık duran parmakları kuvvetle indirip tuşları çekiçlemiyorum. Tuşlarla temasta olan parmaklarımı, pazu kaslarını sıkarak ve tuşu aynı zamanda kendime doğru çekerek bulunduğu seviyeden klaviyenin dibine itiyorum. Böylece, (ppp)’den (fff)’ye kadar her tür renk, tını imkanını sağlamakta ortaya çok güzel bir “tuşe” çıkmaktadır...


     Bu sayede Debussy çalmak büyük bir zevk haline gelmektedir. Aynı renkleri öteki bestecilerde gerekli olan yerlerde kullanmakta, bu da bana piyanistler arasında başka bir yer vermektedir. (*)


     Sol el konçertosunun kadansı bu mekanizm sayesinde Ravel’in istediği şiirsel havaya bürünebilmektedir.


     Konçertoyu vaktiyle, “İstanbul Şehir Orkestrası”yla icra etmek istemiştim. Orkestra yönetim müdürü olan kişi bana “yetersiz piyanistsin, sana çaldırtmam” diye hakkımdaki büyük, mutlak değerdeki kanaatini ifade etmişti. İki ay sonra aynı konçertoyu, Salzburg’ta Carlo Zecchi yönetiminde, “Mozarteum Akademisi Konserleri”nde çalmıştım.


     ... Zecchi, bu kişinin tercih ettiği orkestra yöneticisi idi!!??..


     Bunun üzerine, bana, yukarda sözünü ettiğim, hakkında aksi iddia edilemeyecek olduğunu zannettiği kanaatini ileri süren kişi, bu imkanı, suratıma bakacak yüzü olmayarak tanımak gereğinde kalmıştı. Kendileri kemancı idiler ve kemanlar arasında ikinci püpitr’de oturuyor, san’atlarını icra ediyorlardı!...


     Ertesi konser mevsiminde Ravel sol el konçertosunu seslendirme günü geldi çattı... Konser başladı, kontrfagotun yarattığı karanlık atmosferden sonra orkestra tutti olarak girer... İşte, tam ilk gurup notalar icra ediliyordu ki, kemancılardan birinin ilk ritmi yanlış çaldığını duydum, “cırlayan” ritim, şiddetli bir aksırık gibi kulakları tırmalamıştı... Kafamı çevirdim, kimdir bu en basit ritmi saymasını beceremeyen kişi diye görmek istedim... Hayret, bana, “sen yetersiz piyanistsin” diye bu konçertoyu icta etmeme engel olan “yeterli” kişi idi.


     Üç yıl önce “Bursa Senfoni Orkestrası” bana bu imkanı tanımıştı, sevincimden havalarda uçuyordum... Bir boğaz ağrısı bu tek şansımı da elimden aldı... Bununla beraber “Bursa Senfoni Orkestrası” yönetimine teşekkür ederim; hiç olmazsa son ana kadar bu konçertoyu icra edebilme ümidiyle yaşamış, mutlu olmuştum..


     İki yıldır, 5 orkestraya yapmış olduğum başvuruya cevap bile verilmedi... Bilmem, cevap vermemenin “kapıya kadar gelen kişinin suratına kapıyı kapamak demek olduğu” biliniyor mu?.. Çok aşağılayıcı bir tutum.


     Acaba, bu yıl merhameten bir imkan tanınabilecek mi?


     _________________________________________

     (*) Sözünü ettiğim tekniği (Piyano – Günümüz Piyano Tekniğinin Temel Mekanizmi – Bilek Sakatlanmaları, Haluk Tarcan) başlığıyla yayınlamış bulunmaktayım. İlgi duyanlar “Orkestra Dergisi”nden temin edebilirler.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5744998
Online Ziyaretçi Sayısı:8
Bugünlük Ziyaret :286

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.