Müzikbilim / Müzikoloji Eğitiminde 'Bilimsellik' Anlayışının Sözelden Uygulama Düzeyine Aktarılması

XIV. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi
Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi
28-30 Eylül 2005 Denizli

Bu bildiri, XIV. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi, Kongre Kitabı (Tübitak), Cilt 2'de (sayfa: 608-612) basılı olarak yer almaktadır.

(Bilimsel Yöntem ve Araştırma Kavramları Üzerine Tespitler)

Yrd. Doç. Gülay Karamahmutoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musıkisi Devlet Konservatuvarı

     Özet

     Çağdaş uygarlığın en belirgin özelliği, bilimsel düşünce, davranış ve tutumların insanın günlük yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olmasıdır. Bunun gerçekleşmesinde en büyük rol, eğitim sistemlerine düşmektedir.

     Türkiye'nin çağdaşlaşma yolunda geçirmekte olduğu sürecin vazgeçilmez bir zorunluluğu olarak bilimin yol göstericiliğine duyulan (şiddetli) gereksinimin, bilinçli bir platformda ele alınarak; bilimsel düşünce, tutum ve davranışların kazandırılabilmesi için her şeyden önce “bilimsellik” anlayışının sözel düzeyden uygulama düzeyine aktarılması gerekmektedir.

     Bu çalışma ile müzik alanındaki bilimsel araştırmalar ve bunların çoğunlukla Müzikbilim / Müzikoloji eğitimindeki önemi üzerinde durulmuştur. Bilginin kaynağına ulaşma, karşılaşılan (bilimsel) problemler ve bunların çözümlenmesi ile bilim, bilimsel yöntem ve araştırma kavramlarıyla, bunlar hakkındaki kısa bilgilere yer verilmiştir. Müzikbilim / Müzikoloji alanındaki çalışmalar sırasında karşılaşılan sorunlar tespit edilerek çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılmıştır.

     Anahtar Kelimeler:
    
Müzikbilim/Müzikolojide "Bilimsellik" Anlayışı
     Müzikbilim/Müzikoloji eğitimi,
     Müzikte bilimsel düşünce, davranış ve tutum,
     Bilimsel yöntem ve araştırma,
     Müzik araştırmaları.
     Anahtar Kelimeler:

THE TRANSFER OF SCIENTIFIC UNDERSTANDING FROM THEORY TO PRACTICE IN MUSICOLOGY EDUCATION

(FINDINGS ON SCIENTIFIC METHOD AND RESEARCH CONCEPTS)

     Abstract

     The most prominent feature of the modern civilization is that scientific thought, behaviour and attitude have become an inevitable part of the daily lives of people. The education systems play a crucial role in realizing this.

     Scientific understanding should be transferred from theory to practice level  for the acquisition of scientific thought, attitude and behaviour before all  else through the study of  the (strong) need for the guidance of   science, as a must on the way of  Turkey to modernization on a sound basis.

     This paper focuses on the scientific research in the musical field  and their importance on the education of musicology. Reaching the source of knowledge, (scientific) problems encountered and solutions to these problems, science, scientific method and research concepts have been briefly mentioned. This paper proposes solutions to the problems encountered in the studies in the  musicology field .

     Key Words:
     Scientific Understanding in Musicology
     Education of Musicology
     Scientific thought, behaviour and attitude in the musical field
     Scientific method and research
     Research on music
     

MÜZİKBİLİM / MÜZİKOLOJİ EĞİTİMİNDE “BİLİMSELLİK” ANLAYIŞININ SÖZELDEN UYGULAMA DÜZEYİNE AKTARILMASI

(BİLİMSEL YÖNTEM VE ARAŞTIRMA KAVRAMLARI ÜZERİNE TESPİTLER)

     Bilim, Bilimsellik ve Bilim İnsanı

     Çağdaş uygarlığın en belirgin özelliği, bilimsel düşünce, davranış ve tutumların insanın günlük yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olmasıdır. Her şeyden önce öğrenilmesi gereken bir dizi kural ve metotlar toplamı olarak ele alınıp devamlı bahsedilen ve neredeyse ezberlenmiş bir slogan haline gelmiş olan “Bilimsellik” kavramının doğru olarak anlaşılması gerekmektedir. Bunun için de en başta yanıt aranacak olan soru "Bilim nedir?" olmalıdır. Bu soru, herkesin üzerinde birleştiği fakat ortak bir yanıtın verilememiş olduğu, sıkça sorulan bir sorudur. En genel ve özet anlamda: Bilimin statik bir konu değil, hızla gelişen ve değişen, sürekli kendini yenileyen bir etkinlik ve gerek inceleme konusu gerekse, yöntem bakımından kapsamı ve sınırları kesin olarak belli olmayan (hâttā kimi zaman sınırları belirsiz olan), çok yönlü karmaşık bir oluşum olması bu soruyu yanıtlamada karşılaşılan güçlüğün nedenleri olarak açıklanabilir.

     Açık ve herkesin kabul edecebileği kesin bir tanımla belirlemek zor olsa da bu sürekli değişim ve gelişim halinde olan, yapısı karmaşık süreç, tarih boyunca çeşitli felsefeciler ve bilimle uğraşan kişiler (bilim insanları) tarafından tanımlanmaya çalışılmış ve ortaklaşa "tek" bir tanımda fikir birliğine varılamasa bile; konusu, kapsamı, izlediği yol ve yöntemler hakkında bir açıklamalar zinciri elde edilmiştir.

     Burada bilimi tanımlama çalışmaları ve ne olduğu üzerine yapılan farklı (ancak büyük oranda birbirini tamamlayan ve benzer) açıklamalara yer vermek mümkün olmadığından; bilimi kısaca  "sistematikleştirilmiş pozitif bilgi" olarak ele almak daha doğru olacaktır. Bu tanıma göre, bilim insanı "bilme, sınıflama, biriktirme ve yorumlama işi" ile uğraşan kişidir. Her insan bilgi sahibi olabilir, bilebilir; herkes iyi kötü bir şeyler biriktirip üzerine bir sınıflama da yapabilir ancak, herkes yorum (daha doğrusu bilimsel bakış açısıyla bir yorum) yapamaz. Bilinen, biriktirilen ve sınıflanan şeyleri yorumlamak, herhangi bir araştırma sonucu elde edilen verilere (bilimsel düzeyde) bir yorum getirebilmek, sorunları belirleyerek bunlar hakkında çözümsel çıkarımlar elde edebilmek ve bu çıkarımlara bir açıklama getirebilmek herkesin yapabileceği bir iş değildir. Bilim insanının diğerlerinden farkı işte tam da bu noktada kendini gösterir.

     Bilimle uğraşan bir insan için olgu ve olayları sorgulama ve yorumlama süreci ile bu süreç boyunca uyguladığı/uygulayacağı yöntemler ayrı bir önem teşkil eder, çünkü bilim insanı söz konusu süreç boyunca uygulayacağı yöntemler ölçüsünde nesnelliğini ortaya koyacak, bir nesnellik kazanacaktır ki; bilimin nasıl, niçin, ne şekilde yapıldığını bilim insanının bilime karşı tutumu belirler.

     Eldeki mevcut bilgiler (bilinenler) ile olmayanları (bilinmeyenleri) göz önüne alarak yeni düşünceler üretebilmesi, bunları cesaretle açıklayabilmesi ve savunabilmesi, bilim insanının sahip olması gereken önemli özelliklerdir. Edilgen bir tutumla suskun ve çekingen davranışlar, kesinlikle bir bilim insanına ait özellikler olamaz, olmamalıdır da. Bu ancak, yaklaşık 800 yıl kadar önce Ortaçağ Avrupası'nda var olduğu gözlemlenen bir şeydir, günümüz koşullarında kabul edilemez ki, o dönemlerde bilimle uğraşan önemli kişilerin de buna karşı durdukları, hâttā bu nedenle yaşamlarını fedā ettikleri bilinmektedir. Bilim insanı gerektiğinde genel koşullara çok aykırı gibi görünebilecek yeni düşünceleri, veri ve bulguları açıkça söyleyebilmeli, bunları tarafsızca yazmalı, korkusuzca ve özgürce savunmalıdır.

     Bilim, sadece ne bilindiğini ya da neyin bilinmediğini saptamanın, betimlemenin ötesinde, bilinebilecek olanın sınırlarını zorlamak; olabildiğince bilmek, sınıflamak ve tüm bunlara –bilimin eleştirel niteliğine bağlı olarak– bir yorum getirmek demektir. Eleştiricilik, objektiflik, genelleyicilik, olgusallık, sorgulayıcılık ve mevcut bulgular, eldeki sonuçlarla ve bilinenlerle yetinmeme, sınırları zorlama, metodik çalışmalarla sistematikleşme, mantıksallık, deneysellik, araştırmacılık, seçicilik vb. pek çok özelliklerinin yanı sıra bilim, insana ait bütün diğer girişim ve çabalar gibi, açık ya da üstü örtülü bir takım insānî gereksinimler ve temel inançlara dayanmaktadır.

     Bilim insanı, sağlıklı bir insan yetiştirme düzeneği ile birlikte bir anlam taşır. Bu düzenek, aileden başlayarak, okul, toplum, kültür, hukuk düzeni, akademik sistemle birlikte bir bütün olarak düşünülmelidir. Bilim insanı, sadece akademik ortamda yetiştirilen bir ürün ya da çıktı değildir. Bilimsel araştırmayı bilim insanının niteliklerinden ayırarak ayrı ayrı fenomenler olarak ele almak, bilimi, değişime açık olmayan bir gelenekler sistemi haline getirmekten başka bir işe yaramayabilir.

     Farklılıkları zenginlik olarak öğretemeyen bir eğitim, bilim insanı yetiştirme noktasında yeterliliğe sahip olamaz, hür bilimsel düşünceyi öğretemez. Farklılıkları sevmeyi öğretemeyen bir eğitimde, özgür düşünen ve başkalarının özgürlüğüne saygılı bireyler yetiştiremez. Özgürlüğünü keşfedemeyen ve başkalarının özgürlüğünü savunamayan bir insan, bilim insanı niteliklerine sahip değildir ve olamaz da... Özgürlüğünü keşfeden, özgürlüğünün farkına varan insan, aklını da keşfedecektir. Bilim insanının bilime yüklediği anlam, onun bilim yaşamındaki ilkelerinin de belirleyicisi olacaktır. Bilime nasıl bir anlam yükleneceği, kimlerin bilim insanı olarak ve nasıl belirlendiği ve nasıl eğitildiği ile de bağlantılıdır. Bölümünü birincilikle bitirmiş parlak bir öğrenci, bilim insanı olabilir de olmayabilir de...

     Müzikbilim/Müzikoloji ve "Bilimsellik"

     Müzik denilince akla ilk olarak müzik yapmanın (beste yapma) ve onu icrâ etmenin gelmesi doğaldır ve müzik, içinde yeşerdiği coğrafî bölgenin ve toplumun özelliklerini yansıtması nedeniyle, ait olduğu kültür ile yakın ve sıkı bir ilişki içerisindedir. Tarih (müzik tarihi), bestecilerin yaşamı ve eserleri, müzik teorisi (armoni, melodi, ritim, makam-mod, gamlar...Vs.), müzikal enstrümanların gelişimi, estetik, akustik ve ses–kulak–el fizyonomisi, müzik formları ve notasyon çeşitleri üzerine araştırma ve incelemelerde bulunmak; aynı zamanda müziği anlamlandırmak hep müzikolojinin kapsamında yer alan konulardır. Özetle açıklamak gerekirse: Müzik üzerine yapılan ve müzik literatürüne kaynak teşkil eden bütün araştırmalar, bilimsel inceleme ve çalışmalar müzikolojinin alanı içerisinde yer almaktadır. Buradan yola çıkılarak, müzik üzerine sistematik olarak ve sürekli araştırmalar yapan ve bilimsel incelemeler yapan kişi de müzikolog olarak tanımlanabilir.

     Diğer bir şekliyle: Müzikbilim/Müzikoloji, müzik alanında çeşitli kuramların geliştirilmesi ve/ya mevcut kuramların geçersizliğinin ispatlanarak yerlerine yeni ve daha geçerli olanlarının konulmasına yönelik olarak yapılan deneysel çalışmalar, bilimsel araştırmalar ve bunların belgelenmesi şeklinde tanımlanabilir. Başka bir tanım çerçevesinde ise; müziği anlamlandırma ve ona bir nesnellik kazandırma amacına yönelik olarak müziği ve yapısal niteliklerini tarihsel süreç içerisinde, toplumsal dokuya ve toplum tarafından algılanışına göre, felsefî, eleştirel ve analitik bakış açılarıyla incelemek, irdelemek olarak da yorumlanabilir.

     "Bilim etkinliği" kavramının altında kuram geliştirme aşamasından, araştırmaların yapılmasına; verilerin toplanmasından yayınlanmasına varıncaya kadar, bilimsel bilgi üretiminin tüm aşamaları oldukça geniş bir yelpaze halinde yer alır. Bilim üretimini meslek edinmiş insanlar için, salt metodolojik yaklaşımın ya da literatür bilgisinin yeterli olamayacağı; bilim insanlarının aynı zamanda etik karar verme süreçlerinden de haberdār bulunmalarının gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır. Bilimsel etkinliklerde etik duyarlılığa sahip olmak, bilim çalışanları için olmazsa olmaz bir koşul olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilgi yaşamın içindedir, kurumlarda değil. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru akıl yürütmeyle, doğru yorumla elde edilen bilgi; bilimdir (bu süreç; denetime, eleştiriye ve yanlışlamaya açık olduğu sürece). Bu bilgiyi, çıkarsız olarak insanlığa sunan kişi de bilim insanıdır.

     Ülkemizde müzik alanında öne çıkan şey, daha çok müzik yapılması (beste–icrā) ve dinletilmesi olduğu için; müziği anlamlandırmak, nedensel ilişkilerini irdelemek ve araştırmak ne yazık ki yine müziği yapanlara bırakılmıştır. Kaynağında toplanan bilgilerin (müzik eserleri) çoğu eğitim ve seslendirme amacına yönelik olarak kullanılmıştır. "Musıki araştırmacılığı (musicologie) –özellikle geleneksel sanat musıkimizin araştırılması– yurdumuzda doksan yıla yakın bir geçmişe sahiptir".

     Müzikolojik araştırmalarda ve müzikoloji eğitiminde; "Bilimsellik", öğrenilecek bir dizi kural ve metotlar toplamı olarak ele alınarak, devamlı bahsedilmekte olan ve her şeyden önce ezberlenmiş bir slogan olmaktan kurtarılmalıdır. Bilimsel müzik araştırmalarında özellikle yöntembilim alanı geliştirilmelidir.

     Müzikbilim/Müzikoloji Eğitiminde Öğrenciye Kazandırılması Gereken Bazı Temel Özellik ve Nitelikler

     Bilimin, bilim insanının, bilimsel etkinliğin ve bilimsel düşüncenin ne olduğunun bilinmesi için, özellikle Müzikoloji/Müzikbilim eğitiminde öğrencilere kazandırılması gereken bazı temel bilimsel özellikler kısaca şöyle sıralanabilir:

     Aristoteles (M.Ö. 383-322) hayatı, bir zihin etkinliği olarak tanımlamış ve bütün insanların doğaları gereği bilmeyi arzuladıklarını, bilginin peşinde olduklarını öne sürmüştür. Bunu "Belki de Aristo herkesin kendisi gibi bilgi peşinde koşan bir yapıda olduğunu zannetmiş ya da iyimser bir bakış açısıyla öyle olduğunu varsaymıştır" şeklinde yorumlamak çok da yanlış olmaz zannediyorum. Bilgi biriktirme işi, zor bir iştir ve bilim, yavaş gelişir. Çoğunlukla ilk adım en zor olan kısımdır, çünkü uzun zaman sürecek olan bu yolculukta rehberlik edecek hiçbir şey yoktur. Daha sonraki kısımlar araştırma ilerledikçe ve bulgular çoğalıp bazı veriler elde edilmeye başlandığında biraz daha kolaylaşır. Sonuçta bütün bir ömür sürecek bir çalışma, büyüyen bilgi yığını içerisinde küçücük bir katkıdan başka bir şey değildir.

     Daha önce de anlatıldığı üzere bilim, ne bilindiğini ya da ne bilinmediğini betimlemenin çok ötesinde olduğu gibi aynı zamanda, bilinebilecek olanın sınırlarını olabildiğince zorlamak, sorgulamak, sınıflamak ve yorumlamaktır. Ama bilimden söz edildiğinde (ne yazıkki) çoğunlukla geçmişten günümüze kadar birikmiş bilgiyi sınıflama işi olarak anlaşılmaktadır ki; böylece bilim ve bilimsel etkinlik durağanlaşmakta, kısırlaştırılmakta ve alanı daraltılarak bürokrasi ve statükoya boğulmaktadır. Oysa bilim ve bilimsel etkinlik durağan olamaz, dinamiktir ve dinamik olmak zorundadır. Çünkü bilim ve bilimsel etkinlik insan yaratısı bir süreçtir; insan da yapısı (yaratılışı) gereği durağan değil, dinamik bir varlıktır ki, insanın sahip olduğu niteliklerden ayrı bir bilim ve bilimsel etkinlik düşünülemez.

     Bilimin nasıl ve niçin yapıldığını belirleyen, bilim insanının bilime karşı tutumudur. Bu yüzden bilim insanı ve bilim, birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak ele alınmalıdır.

     Aynı konu üzerinde farklı kişiler tarafından yapılan bilimsel çalışmalarda, birbirinden farklı, hâttā birbirine zıt sonuçlara varılabilmesi son derece doğaldır ve bu yadırganmamalıdır. Çünkü insan, sosyal hayatın içinde, birbiriyle örtüşmeyen değerleri savunabilmektedir ve buna bağlı olarak algı ile düşünüş şeklinde çeşitli farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bilimdeki paradigmaların birbirlerini desteklemediği savı göreceli bir durum tespîti olarak ele alınmalıdır.

     Suskun ve çekingen davranış biçimi, bilim insanına ait bir özellik değildir ve kesinlikle olmamalıdır. Böyle bir tutum ancak Avrupa'da yaklaşık 800 yıl kadar süren Ortaçağ boyunca var olmuştur ve günümüz koşullarında kabul edilebilecek bir şey değildir. Bilim insanı kimi zaman genel koşullara çok aykırı gibi görünse bile araştırma ve incelemeleri sonucunda elde ettiği yeni bulgu ve verileri, hem sözlü hem yazılı olarak açıkça ortaya koyabilmeli ve savunmalıdır.

     Bilimsel araştırmaya konu olan olguların, mevcut bütün olgular içerisinde onların ancak küçük bir parçasını kapsamakta olduğu bilinmelidir. Bilimsel nitelik taşıyan bütün gözlem ve deneyler, ancak belli bir hipotezin ışığında belli olgulara yöneldiği takdirde etkinlik kazanırlar. Gelişi güzel, rasgele yürütülen, olgular arasında seçici olmayan bir gözlem ya da deneyin güvenilir sonuç vermesi bir yana, enerji ve zaman kaybından başka bir şey olmadığı da ortadadır. Bilim insanı olgu istifi yapan bir koleksiyoncu ya da arşivci değil, araştırma amacına uyan, tespit ettiği problemi çözmeye çalışan, yanıtını aradığı sorulara ilişkin olguları saptamaya çalışan kişidir.

     Bilim insanı, doğruyu arama çabasında kişisel eğilim, istek ve ön yargıların etkisinde kalmamaya, olguları olduğu gibi saptamaya çalışacaktır. Ancak sonuçta bilim de sanat gibi bir insanî uğraşı olduğundan, bilim insanı ister istemez bazı değer yargılarına, hâttā bir ölçüde kişisel duygu ya da, beğenilere yer vermekten kaçınamaz. Yeni bir bilimsel araştırmaya başlanması insanın aklına olduğu kadar, hâttā belki de daha fazla, sezgi ve bir öngörüye dayanan, yaratıcı bir oluşumdur. Kaldı ki en basit gözlemlerde bile katıksız bir objektiflik sağlanamaz. Günlük yaşamda olduğu gibi bilimsel çalışmalarda da insan çevresinde olup biten her şeyi değil, bazı şeyleri algılar ya da gözler. Kişinin yaşam ve araştırma amacına paralel bir seçicilik göstermesi ve buna uygun olgularla ilgilenmesi son derece doğal, kimi zamanda insānî bir gereksinim sonucunda ortaya çıkan bir zorunluluktur. Böyle olunca, bilimde objektifliği mutlak değil, sınırlı ve özel anlamda yorumlanmak gerekir. Bu da bilimsel olma iddiası taşıyan her sonuç veya 'doğrunun' güvenilir olması, bir iki kişi veya grubun tekelinde değil, kamunun (meslek çevresinin) soruşturmasına açık ve elverişli olacak biçimde dile getirilmesi demektir.

     Bilim, ne denli akla uygun görünürse görünsün, her sav ya da teori karşısında, hatta bu sav veya teori yerleşmiş, herkesçe kabul edilmiş olsa bile, eleştirici tutumu elden bırakmaz. Bilim bu tutumunu yalnız bilim dışı görüşlere karşı değil, kendi içinde de sürdürür. Bilimde her teori veya görüş olgular tarafından desteklendiği sürece 'doğru' kabul edilir. Yeni bazı olguları açıklama gücünü gösteremeyen, ya da bazı gözlem verilerinin doğrulanmadığı bir teori daha önceki konumuna bakılmaksızın eleştirilebilir ya da bilinen tüm olguları kapsayacak biçimde değiştirilir. Bunlara olanak yoksa yerine daha güçlü bir teori konmaya çalışılır. Bilimin bu kendi kendini eleştirme özelliği ona kendi kendini düzeltme yeteneği vermiştir. Bilimde hiçbir hata veya yanlışa sapma sürekli olamaz. Gözlem verilerinin durmadan artması doğrulama sürecinde süreklilik kazandırmakta, bu da hataların ayıklanmasına, bilgilerimizin giderek daha güvenilir olmasına yol açmaktadır. Kendi kendini eleştirici ve düzeltici bir süreçte dogmalara, değişmez 'doğru'lara elbette yer yoktur.

     Bilim genelleyici ve geneli arayıcı olduğundan; yetkili bilim çevresinin denetim ve eleştirisine açık olmayan, kişiye özgü kalan bulgu veya 'doğrular' bilimsel nitelikten yoksundur. Kamuya açık olma niteliği büyük ölçüde, bilimin belli bir dil ya da ifāde aracılığıyla doğru olarak anlatılabilir olmasına bağlıdır. Kamuya açıklanamayan, kişisel kalan bulgular ne denli önemli olursa olsun, bilimsel türden bir bilgi olarak kabul edilemez.

     Bilim de bütün diğer girişim ve çabalarımız gibi, açık veya üstü örtük birtakım temel inançlara dayanır. Varsayım denen bu inançlarımız düşünme ve hareketlerimizin temelde yatan gerekçelerini oluşturur. Örneğin, sabahleyin rastladığımız bir kimseye 'günaydın' dememiz gibi son derece basit bir davranışın bile dayandığı bir varsayım vardır. Hitap ettiğimiz kişinin Türkçe bildiğini farz etmiş olmalıyız ki, ona başka bir dilde değil Türkçe'de seslenmiş olalım. Bunun gibi çok daha karmaşık bir etkinlik olan bilimsel araştırma da, çok kez ifade edilmeyen, hatta belki bilinç altında bulunan, bazı temel inanç ve varsayımlara dayanmaktadır.

     Bilim insanı, ürettiği bilimsel etkinliğin niçin ve nasıl bir gelişim seyri olduğunu kendine anlatabiliyorsa; herkese de anlatabilir. İnsanın kendisine savunma mekanizmalarına başvurmadan anlattığı (açıkladığı) bir şey başkasına da açıklanabilir. Açıklamanın anlaşılır olup olmadığı dinleyenin niyetine bağlıdır. Başkası anlayıncaya kadar anlatmak (açıklamak) da, içsel dürüstlüğün bir parçasıdır. Hatta bu bazen yüzyıllar alsa da bekleyebilmek gerekir.

     Bilim ancak, özgür zihinlerde gelişip olgunlaşabilir. Bireylerin bilimsel çalışma yapacakları alanı özgürce ve kendi istedikleri şekilde seçebilmeleri, akademik ya da politik açıdan herhangi bir dayatmaya maruz kalmamaları gerekir. Bilim insanı, hedeflediği sonuçlara ulaşabilmek adına, araştırmalarının ve sonuçlarının arkasında durabilmeli, yeri geldiğinde her şeye karşın cesaretle elindeki verileri açıklayabilmelidir.

     Giordano Bruno'nun  XVI. yy. sonlarında:

     "Ne gördüğüm hakîkâti gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifāde etmekten korkarım. Karanlık ve aydınlık arasındaki bilim ve cehālet arasındaki savaşa her yerde katıldım; bundan dolayı her yerde nefretle karşılaştım ve cehāletin babaları olan resmî akademisyenlerin yanı sıra, kalın kafalı ve aptal çoğunluğun öfkesine hedef olarak da yaşadım." (Mayor ve Forti, 1997) sözleriyle ifāde ettiği gibi; sınırlı bakış açıları ile dar alanlar içerisine sıkışarak bilim ve bilimsel düşünme özelliğini yitirmiş akademisyenler ve fildişi kulelerinde bilimsellikten bihaber politikacıların karşısında, gerçek bilim insanının ideallerinden ve ulaşmak istediği bilimsel hedefinden ödün vermeden cesaretle durması gerektiğine güzel bir örnektir.

     Kendi kendini eleştirme özelliği, bilime kendi kendini düzeltme olanağını tanıdığından; bilimde hiç bir yanlışa sapma sürekli olamaz. Kendi kendini eleştirici ve düzeltici bir nitelik taşıyan bilimsel süreçte dogmatik düşüncelere ve 'değişmez doğru'lara yer yoktur.

     Araştırmanın bilimsel bir nitelik kazanabilmesi için, metotlu çalışmanın yanında her şeyin eski uygulamalarda zaten var olduğunu kabul ederek araştırma yapmayı reddetmek, kendi kişisel görüşünü üstün tutmak, gelişmenin araştırma dışında, kendiliğinden gerçekleşeceği inancı (kadere bırakmak) gibi araştırmanın önemini kavrayamamaktan kaynaklan yanlış tutumlarla, araştırmacıya tapma (idolleştirme), çabuk sonuç bekleme (sabırsızlık) gibi araştırmanın sınırlılıklarını bilememekten kaynaklanan yanlış tutumlardan uzak durmak gereklidir. Araştırmalar, çoğunlukla uzun zaman gerektiren sistemli çalışmalardır, zira gerçeğe gitmenin kestirme yolu yoktur (Karasar: 1991, s.33).

     Sonuç ve Öneriler:

     Müzikolojik araştırmalarda temel çıkış noktası, –özellikle ülkemiz için– üzerinde yaşanılan coğrafyada doğmuş olan her tür müziğin araştırılması ve incelenerek bir kuram oluşturmak, daha sonra da felsefî ve estetik çalışmalarda bulunmak olmalıdır. Müzikle ilgili sorunların çözülmesi ancak, bu şekilde tüm alanların ortaklaşa çalışması ve karşılıklı bilgi paylaşımı ile mümkün olabilir. Özellikle yine ülkemizde müzikoloji ile işbirliği yapan diğer disiplinler ve bilim alanlarından yapılan yanlış yönlendirme ve müdahalelerle müzikle ilgili bilimsel verilerin değerlendirilmesi aşamasında karşılaşılan kavramsal karmaşıklık, müzik çalışmalarını kısıtlı, neredeyse tek boyutlu bir alana indirgemektedir. Çoğu farklı disiplin ve bilimsel alandan yetişmiş kişi ve/ya kişilerce yapılan çalışmalar adeta tabulaştırılarak bunlar hakkında yeni araştırmalar yapılması, mevcut verilerin geliştirilmesi ve incelenerek (gerekirse) yeniden yorumlanması, daha önceki değerlendirme ve yorumların bilimsel bir bakış açısıyla eleştirilmesi yönündeki faaliyetler kısıtlandığı, neredeyse yasaklanarak bilimsellik anlayışından uzak bir davranış biçimi sergilendiği ve bu nedenle, –ne yazık ki– üzerinde yaşadığımız coğrafyaya ait müzik/müziklerin yabancı müzikologlarca incelenmesine (bir süre) seyirci kalındığı görülmektedir. Bir ülkenin var olduğu coğrafyada, yapılan müziğin/müziklerin, o ülke dışından, yabancı araştırmacı ve bilimadamları tarafından araştırılıp incelenerek değerlendirilmesi; olumlu bir bakış açısı ile ele alınan müziğin farklı kültür ve coğrafyadan kişilerce nasıl algılandığı ve bilimsel olarak nasıl değerlendirildiği şeklinde yorumlanabilir. Ancak, bunun aynı zamanda –bazı siyasal nedenlere alet edilmek istendiği takdirde– söz konusu ülkenin kültürel anlamda rahatlıkla yağmalanmasına zemin hazırlayabileceği düşüncesi de göz ardı edilmemelidir. Her ne kadar bilim ve bilimsel düşünce genel anlamda ve olması gerektiği üzere insanlığa hizmet etmek için var olsa da, kişisel ve daha çok da politik çıkarlara hizmet için bir vasıta olarak görüldüğü hattâ kullanıldığı da yine akıldan çıkarılmaması gereken, önemli bir noktadır. Bu nedenle, bilimsellik anlayışı içerisinde, yani araştırabilen, elde ettiği bulguların ve verilerin ışığında incelemeler yapan, sorgulayan, bu bilgileri biriktirerek sınıflayan ve bilimsel bir bakış açısıyla yorumlayan; yine de vardığı sonuçlarla yetinmeyen, bunların ileride farklı araştırmalar ve bulgularla değişebileceği fikrine sahip; en önemlisi bilimin bir süreç olduğunun bilincinde olarak sabırla çalışmalarını sürdüren bilim insanlarının yetiştirilmesi bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok büyük bir önem teşkil etmektedir. Günümüzde müzikoloji alanında ve eğitiminde, özellikle son yıllarda yapılan çalışmalarda artan bir gayret gözlemlemekle birlikte,yine de  söz konusu çalışmaların hepsinde "bilimsellik" anlayışının –tam anlamıyla– var olduğunu söylemenin doğru olmadığı düşüncesindeyim. Çünkü ne yazık ki akademik yaşamda bile, (kıskançlık, konusunda tek olmak, bilimsel ve akademik etiğe uymamak yani bilgi çalmak, bilgisinden yararlanılan kişileri kaynak göstermemek, rakip gördüklerinin çalışmalarını çeşitli şekillerde engellemek...vb.) bireysel zaaflarından arınamayan, –bir şekilde– etkin konumlara gelmiş ancak, hālâ daha bilimsel düşünceye vakıf olamamış ve dolayısıyla bilime, bilimsel çalışmaya, bilim insanına saygı duymayan kişilerin eğitim sürecinde yarattıkları kriz, bilim insanı yetiştirme amacına olumsuz etkiler yapmakta; bahsedilip durulan "bilimsellik" anlayışının sözelden uygulamaya aktarılmasında ciddi problemler yaratmaktadır.

     Anlaşılması gereken bir diğer konu da, müzik yapmak, müzik icrâ etmek ile müziği incelemek, müzik üzerine araştırma yapmak ve bilimsel çalışmalarda bulunmanın birbirinden farklı uğraşlar olmasının yanı sıra bu uğraşları ortaya koyuş şeklindeki yaklaşımlardır. Müzik yapan, icrâ eden kişi her şeyden önce sanatçıdır; müziği tarihsel süreç içerisinde, ampirik ve rasyonel bakış açılarıyla, küresel ve yöresel zeminde irdeleyen, gelişimini inceleyen,  sistematik olarak bilimsel metotlar aracılığı ile açımlayan, araştırıp değerlendiren, elde ettiği sonuçlara bilimsel yorumlar getiren kişi ise müzikbilimcidir. Genel bir değerlendirme olan bu açıklamayla beraber, iyi bir müzikbilimci olan sanatçının, iyi bir sanatçı olan müzikbilimcinin olamayacağı, mutlaka birinden birinin olabileceği düşüncesinde olmadığımı burada altını çizerek belirtmekte yarar görüyorum ancak eklemeden de geçemeyeceğim: "İstisnālar kāideyi bozmaz."

     Geçmişi (bugün kavrandığı şekilde ortaya çıkışı) XIX. yüzyıla dayanan ve hala daha bir bilim dalı mı yoksa bir disiplin mi olduğu üzerine çeşitli yorumların getirildiği müzikoloji/müzikbilim alanında bilimsellik anlayışının, buraya kadar anlatmaya çalıştığım anlamı ile sözel düzeyde kalmaktan kurtularak uygulama düzeyinde de kendini gösterebilmesi için, gerçek anlamda bir "bilim insanı" olan akademisyenler tarafından oluşturulmuş bir kadro ve müfredat ile eğitim yapılması öncelik taşımaktadır. Burada "bilim insanı" olarak kabul edilebilecek kişinin gerek tarihsel gerek güncel veriler ışığında kuramsal metotlarla araştırma yapan, inceleyen, irdeleyen, sorgulayan, elde edilen bilgileri biriktiren, sınıflayan ve bilimsel olarak yorumlayıp, vardığı sonuçları –ne kadar ters, diğerleri tarafından zor kabul edilebilir, aleyhine kullanılabilir olurlarsa olsunlar– özgürce açıklamaktan çekinmeyen bir tutum içerisinde olmasının yanı sıra, meslekî yaşamında kişisel zaaflarından (olabildiğince) arınmış, objektif bakış açısına sahip olması gerektiğini bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum. Çünkü bilim insanı her şeyden önce çalışmalarını ve yaşamını bilime adamış, alanında kendisinden daha iyilerinin bulunabileceği gerçeğini bilen ve bu kişilere saygı duyan, gerektiğinde bilim adına ortak çalışmalar yapabilecek ekip ruhuna sahip bir kişi olmalıdır.

     "Bilim" bir amaç, "bilimsel etkinlik" içerisinde üretilen "bilimsel bilgi" ise bir araçtır. Bilimsellik anlayışının doğru kavranması, sağlam esaslara dayalı olmayan akademik eğitim, temel kuram eksikliği ve ülke genelinde yaşanan ekonomik yetersizliklerin oluşturduğu sorunlara bağlı olarak  icrānın –üstelik yanlış icrānın– ön planda tutulması nedeniyle bir tüketim malzemesi haline gelen müziğin olumlu yöndeki gelişimine büyük bir katkı sağlayacaktır.

     Müzik üzerine bilimsel çalışma yapmak, müziği incelemek, diğer disiplinlere/alanlara ait bilimsel çalışmalardan farklı düşünülmemelidir ki, burada da çıkış noktası "ne–nasıl–niçin" sorularına yanıt aramaya başlamaktır. Müzik yapmak (icrā etmek, bestelemek) ve müziği bilimsel olarak incelemek/araştırmak (müziği tarihsel süreç içerisinde ve sistematik olarak ele alarak kuramsal, belli yöntemlere dayalı araştırmalar yapmak, diğer disiplin ve bilim dalları ile ilişkilendirerek verilere ulaşmak…vs.) birbirinden farklı eylemlerdir. Dolayısıyla müziğin bilimsel olarak ele alınarak araştırılıp incelenmesi (istisnālar hariç) müziği yapanlar tarafından değil, bu konuda gerekli birikim ve donanımın yanı sıra bilimsel düşünce ve bakış açısına sahip kişiler tarafından gerçekleştirilmelidir. Objektif tutumu olabildiğince koruyabilmek için, insanın yaşamında var olan her eylem gibi bilimin de üstü örtülü ya da açık (ister istemez) belirli bazı insānî inançlara dayandığı gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır.

     Bilimin ve bilimsel düşüncenin ancak özgür ortamlarda ve özgür beyinlerde yeşereceği unutulmamalıdır. Ayrıca, bilimin kendi kendinin eleştirme ve yanlışlama özelliğine bağlı olarak; bilimsel çalışmalar sonucunda elde edilen hiç bir bilginin varılabilecek en son nokta olmayacağı, daha sonraki çalışmalarla yanlışlanma olasılığının varlığı göz önüne alınmalı, bu konuda esnek ve şüpheci yaklaşımları elden bırakmamalıdır.

     Bilimsel etkinlik süresince en önemli kısım "yorumlama"dır. Bilim insanı, olgu ve olayları yorumlama süreci içerisinde ve bu süreç boyunca uyguladığı yöntemler ölçüsünde nesnellik kazanmaktadır.

     Bilimsel çalışmalar bir süreklilik arz eder, bilimin kendisi de öyle. Bilim ve bilimsel etkinliğin bir süreç olduğu gerçeği, gelişmiş ülkeler gözlemlendiğinde daha iyi anlaşılabilir.

     Bütün bu sunum boyunca açıklayıp anlatmaya çalışılan ve açıklanan önemli noktalara ve öncelikli ilkelere uyulduğu takdirde, müzikbilimsel çalışmaların umut verici artışının yanı sıra bilimsellik niteliğe sahip olanlarının da sayıca artış gösterecektir.

     Kaynakça:
     Aekrill, J. L. (1981). Aristotle the Philosopher, London.
     Bolles, E. B. (Derleyen) (2000). Galileo'nun Buyruğu, (çev. Nermin Arık), Ankara, Tübitak.
     Bruner, J. S. (1960). The Process of Education, Harward University Press.
     Erdoğan, İrfan (2000). "Müziğin ve toplumsalın üretimi: Müziğin siyasal ekonomisi, kültürü ve ideolojisiÜzerinde araştırma gereği", Ve Müzik, 6, s.8-17.
     Harrison, F. L. (1963). Musicology, New Jersey, Prentice-Hall, Inc.
     Karamahmutoğlu, Gülay (2001). "Müzik Paleografyası ve Müzikoloji", III. Uluslararası Müzikoloji Sempozyumu, İTÜ ve Müzikoloji Derneği, İTÜ Maçka Kampüsü.
     Karasar, Niyazi (1991). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara. 4.Basım.
     Kerman, Joseph (1985). Musicology, Fontana Press/Collins.
     Kuhn, T. S. (1982). Bilimsel Devrimlerin Yapısı, (çev.: Nilüfer Kayış), İstanbul , Alan Yayıncılık.
     Lear, J.. (1988). Aristotle: the Desire to Understand, Cambridge.
     Manav, Özkan (2003). "Müzikbilimin Anahtarı Hangi kapıyı Açar?" Mimar Sinan Üniversitesi Müzikoloji Dergisi, s.29.
     Oransay, Gültekin. "Cumhuriyetin İlk Elli Yılında Geleneksel Sanat Musikimiz", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi c.6, s.1507-8, İletişim Yayınları.
     Russell, Bernard (2001). Eğitim Üzerine. (çev. Naiz Bezel), İstanbul, Say Yayınları, 5.Baskı.
     Strathern, Paul (1997). The Big Idea: Phythagoras & His Theorem, Arrow Books.
     Yapıcı, Mehmet (2005). "Bilim ve Bilim İnsanının Nitelikleri", Üniversite ve Toplum, Bilim Eğitim Ve Düşünce Dergisi, (www.universite-toplum.org),1, C:1.
     Yıldırım, Vural (2003). "Türkiye'de Müzikolojinin Müzik Alanına Katkıları", Orkestra, 343.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5767647
Online Ziyaretçi Sayısı:13
Bugünlük Ziyaret :311

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.