Önder Kütahyalı'nın Bildirisi
Ulusal ve Evrensel Yönleriyle Saygun
Güzel Sanatlar alanında değerli yaratıcılar yetiştirmiş bir ulusun çocuğu olmak, elbet de kıvanç vericidir; ancak, bu sanatçılardan birinin, kültür yaşantımızda ve çağdaş uygarlık içinde edindiği yeri belirlemek, yapıtları ile felsefesini bu açıdan değerlendirmeye çalışmak, duygusal bir kıvancın ötesinde, son derece çetin bir iştir. Konu Ahmed Adnan Saygun olunca, güçlük daha da katlanmaktadır; çünkü O 'nun sanatı ve bilimsel çalışmaları, Türk ulusunun dünkü ve bug uml;nkü sorunlarıyla dünya müziğindeki yeni gelişmelerin büyük bir bireşimini ortaya koyar. Bu bakımdan, Saygun'un ulusal ve evrensel yönlerinin sadece en önemli noktaları üzerinde durmakla yetineceğiz.
Her besteci, yapıtlarında kendi çağını yansıttığına göre, Saygun'da da konu, bizim çağımızın gerilimleri, sorunları ve umutlarıdır; ama, her şeyin çıkış noktası ya da varılan sonuç, bizim toplumumuzdur. Bir insan ve bir yaratıcı sanatçı olarak, içinde yaşadığı toplumla bütünleşmenin gereğine inanan besteci, Ergican Saydam'ın "Ankara Filarmoni Dergisi" için kendisiyle yaptığı bir konuşmada, düşüncelerini şöyle anlatır:
"Halkın ruhuna nüfuz edebilmem için, onun psikolojisini anlamam için ve dolayısıyla kendimi anlayabilmem için, kendi problemlerimi anlayabilmem için, insanı, köyümüzü, Anadolu'yu anlamam lazım geldiği kanaatına vardım ve devamlı dolaştım, köylerde yaşadım." (Ankara Filarmoni Dergisi, Sayı: 86, Sayfa: 5-6).
Besteciyi Türk toplumuyla bütünleştiren yaratma yolu, ilk olarak 1929'da yazdığı "Op. 1 Divertimento" ile biçimlenir. Saygun bu yapıtı bitirdiğinde, bir nokta üzerinde önemle durur. Yapıtta kullandığı gerecin, o dönemde geçerli o lan anlayıştan biraz farklı olduğunu görür. Bu fark, modal müzikten gelmektedir. Yapıt, bizim müziğimizden kaynaklanmakta, ondan bir şeyler duyurmaktadır; ama, özgün ezgilerimiz doğrudan doğruya kullanılmamaktadır. Vardığı bu sonuç, bestecinin günümüze değin ortaya koyduğu bütün yapıtlarına yön verir.
Saygun'un modal çalışmasındaki önemli kaynaklardan biri, halk müziğimizdir. Bu müzik O'nun, özellikle ilk yıllarındaki yapıtlarını derinden etkiler. Burada önemli olan, Anadolu r uhunun yansıtılmasıdır; halk ezgisinin doğrudan kullanımı değildir. Ne var ki besteci, bazı türkülerimizi çok seslendirmiş, yapıtın içeriği gerektirdiği zaman, bazı ezgilerimizi de tema olarak kullanmıştır. Çünkü, söz konusu uygulama, halkımızın müzik kalkınması bakımından gereklidir ve ayrıca yapıta yeni bir renk katar, içeriğe inandırıcılık kazandırır.
Saygun, yukarıda değindiğimiz konuşmasında, halk müziğine bağlılığını "Anadolu" sözcüğü ile açıklamaktadır; ancak, O'nun yapıtlarındaki ulusal öz, sadece bu kaynakla sınırlı değildir. Bir kez daha aynı konuşmaya dönerek, bestecinin ulusal yaklaşımını tamamlayan öbür ögeyi kendisinden öğrenelim:
"Benim yazılarımın temelinde, ... yatan inşa unsuru işte budur; yani Anadolu; ama bu Anadolu ile birlikte sanat musikimizden de bir çok unsuru, elbet de aldım. O da bizim çünkü, o da bizim, onu da alıyorum." (2)
Gerçekten de, geleneksel sanat müziğimizin makamları ve tartım özellikleri, önceleri belirgin bir biçimde, daha sonra da soyutlaşan ve derinleşen anlamlar kazanarak, O'nun yapıtlarında anlatıma renk katmaktadır. Makam, genellikle bir renk ögesidir ve Saygun'un çalışmalarında herhangi bir Türk müziği makamının, çaıdaş müzik renkleri bakımından ne gibi olanakları bağrında gizlediğini görmek hayranlık vericidir. Bu açıklamaya örnek olarak, bestecinin viyolonsel-piyano sonatının birinci bölümünde, "Yunus Emre Oratoryosu"ndaki bas aryada (Sen bunda garip mi geldin), ikinci yaylı dördülünün birinci ve sonuncu bölümlerinde ve "Bir Ayin Raksı"nda bestenigar makamını kullanmada gösterdiği ustalık verilebilir.
Saygun açısından, halk müziğimizin ve makamlarımızın önemi öylesine büyüktür ki, kendisi bunlarla sadece besteleme tekniği bakımından ilgilenmekle yetinmemiş, müziğimizi bir bilim adamı olarak da derinlemesine incelemiş, kitaplarıyla, yazı ve bildirileriyle, müzikbilim alanında ağırlığını duyurmuştur.
Saygun, bizim ruhumuzu yansıtan yapıtlarında, oniki eşit yarım aralığı, çağımızın müzik dilini, çağdaş senfoni orkestrasını ve yine çağımızın biçim ve türlerini kullanır; ama bütün bu yaklaşımlarına karşın O, yine de yerel bir besteci olarak kalabilirdi. Saygun'u gerçek bir dünya bestecisi kılan şey, yapıtlarını yeryüzünün her köşesinde başarıya ulaştıran yaratma gücü ve felsefesini, evrensellik ilkesine dayandırmasıdır.
Aslında, yalnız bize değil, bütün Dünya uluslarına seslenebilme isteği, birinci kuşak bestecilerimiz arasında, Cumhuriyet'in ilk on yılı içinde bile görülmektedir. Atatürk'ün "milli ve asri" bir devleti kurarken, atılan her adımı, "Cihanşümul" ya da "Evrensel" sıfatı ile tanımlaması, bu isteğin başlıca nedeni ve bestecilerimizi etkileyen önemli ögelerden biri olabilir.
Bu bakımdan, Saygun'un hem kendisinin, hem de öbür meslekdaşlarının evrensellik anlayışına ilişkin görüşü, büyük önem taşır, nitekim, son yıllarda müziğimizde gözlenen arayış ve tartışmalar konusunda Faruk Güvenç"in yönelttiği bir soruyu yanıtlarken besteci, bu felsefesini şöyle açıklamaktadır:
"...İstediğini istediğin teknikle yazacaksın. İstersen, eski perde sistemine göre yaz. Sonuçta evrensel çizgiye ulaşabiliyor musun? İnsanlığa seslenebiliyor musun? Sadece bana hitabetmek yeterli değildir. Eserlerinle tüm insanlığı etkileyerek, yerel sanatçı olmaktan sıyrılıp, evrensel bir sanatçı haline gelebiliyor musun? İşte biz, bu yolda pek çok eser verdiğimiz kanısındayız. Tabii bu arada, batının çoksesli müziğine, kendi müziğimizden kaynaklanan eserlerle, değişik bir renk getirdiğimiz de kesindir." (3)
Bestecinin evrensel yaklaşımını en açık seçik bir biçimde ortaya koyan husus, O'nun dramsal yapıtlarındaki konulardır. Yunus Emre, Kerem, Gılgameş, Köroğlu ve "Atatürk'e ve Anadolu'ya Destan" gibi yapıtlarında konular, bizim toplumumuzu olduğu kadar, bütün insanlığı da yakından ilgilendirmektedir. Bu yapıtlarda ele alınan dram kişileriyle, Yunus'un dostuna (Tanrı'ya) duyduğu özlem, Kerem ile Aslı'nın ölümsüz sevgisi, Anadolu halkının ezilmişliği, özverisi, yiğitliği ve kurtuluşu, Köroğlu ile Atatürk'ün özgürlükçülüğü ve ezilenleri kurtarışları gibi olgulara, Dünya'nın her yerinde rastlanabilir ve bunlar, dengeli bir soyutlamayla, güncellikten arındırılıp, manevi bir ölümsüzlüğe ve evrenselliğe kavuşturulur. Müzik ise, insanlığın ortak dili olarak her kahramana ve olguya, evrensel bir güç ve renk kazandırır.
Öte yandan, senfonileri başta gelmek üzere, bestecinin birçok çalgı yapıtından da insancıl anlamlar çıkarılabilir. Beethoven'dan bu yana, bestecilerin insan sorunlarını müzikle dile getirme çabaları, Saygun'da da sürmektedir. Son yıllarda yazdığı şarkı demetlerine, "İnsan İçin Deyişler" başlığını koymuş olması, bu yönden ilgi çekicidir.
Saygun'un evrensel yönünü pekiştiren başka ve önemli bir husus da, müzikteki çağdaş yeniliklerin amacı konusunda yaptığı uyarıdır.
Bilindiği gibi, yüzyılımızın müziğinde yenilikler, kısa aralıklarla birbirini izlemiştir. Bunlar, öylesine köklü uygulamalardır ki, ortaya çıkan yeni dil, onu gerçekleştirenleri heyecanlandırmış, müzik dilini yenileştirme isteği, içerikle yer değiştirir olmuştur. Nitekim, eleştirmen Gaetan Picon, "Çağdaş İdea'ların Panoraması" başlıklı yapıtında, çağdaş müzik dilinin, önem bakımından içeriğin yerini aldığını söylemiş ve savunmuştur.
Oysa ki, felsefeden alıntı yaparak söyleyecek olursak, "Her biçim, bir özün ürünüdür. Her öz de bir biçim içinde sürüp gider. Biçim ve öz (içerik), birbirinin aynı değildir, ama birbirinden ayrı da değildir; birbiriyle bağımlıdır. Bu... bağımlılık, birinin varlığını, ancak öbürünün varlığı ile olanaklı kılar. Biçimsiz öz olmayacağı gibi, özsüz biçim de olmaz." (4)
Bu düşünceden yola çıkarak 1980'li yıllardan gerilere doğru baktığımız zaman görürüz ki, yüzyılımızın en başarılı müzik yapıtları, Saygun'un deyimiyle, "kökü kendi toprağına bağlı" bir bestecinin, dildeki yeniliklerle içeriği bütünleştirebildiği anlarda ortaya çıkmıştır. Stravinski'nin "Bahar Sungusu", Prokofiyef'in "İskit Süiti" ve Berg'in "Wozzeck"i buna örnek olarak verilebilir. İçerikten yoksun bir dil yeniliğine gidildiğinde ise yapıt, inandırıcı olma niteliğini yitirmiştir. Stravinski'nin yeni klasik yapıtlarından "Orpheus Balesi", Schönberg'in Op. 29 Süiti ve Hindemith ile Milhaud'nun birçok yapıtı, bu değerlendirmenin kapsamına girer.
İşte Adnan Saygun, böylesine önemli bir yanılgı karşısında, dünya bestecilerini uyarmaktadır. Daha önce de değindiğimiz Ergican Saydam'ın kendisiyle yaptığı konuşmanın bir yerinde şunları söyler:
"En büyük hata, insanları şaşırtmak. Yeni birşey bulmak, gaye oluyor; yani, vasıtayı gaye haline getirmiş oluyorlar."
Yine o konuşmada, bestecinin şu açıklamasını okuyoruz:
"Modal çalışın, tonal çalışın, ne isterseniz yapın, bunların hepsi ifade vasıtalarıdır, gaye değildir. Asıl mesele, gayeye ulaştıracak vasıtayı en iyi şekilde kullanabilmektir." (5)
İnsancıl yaklaşım, biçim ve öz bireşimine bağlılık, Saygun'u evrensel bir besteci olarak özgürlükçü, kendi çağına açık ve hoş görülü kılar. Çağımızda, müzik diline getirilen yeniliklerden birçoğu (oniki ses yazısı ve elektronsal müzik dışında) içeriğin gerektirdiği yolda ve belirli etki araçları olarak, O'nun yapıtlarında da kullanılmaktadır; ancak, her şey yerinde yapılır ve aklın süzgecinden geçirilir. Teknik yönden; hiç bir yeni öğretiye bağlı kalınmaz. Üstelik, her yapıtın kökü, bizim toprağımızdadır. Öte yandan, besteci, çağımızda gerçekleştirilen yeniliklere karşı, kökü toprağa bağlı olmak, yerinde kullanılmak ve inandırıcı olmak koşuluyla, son derece hoş görülüdür.
Özetleyecek olursak, Saygun, Anadolu toprağına kök salmış, bizi yaşayıp, duygularımızı müzikle dile getirmiş olması nedeniyle ulusal, fakat aynı zamanda Dünya'yı düşünmüş, benliğini onun sorunlarına da açık tutmuş bulunması yönünden evrensel bir bestecidir. Böyle olunca, sesini duyurabildiğinde, yapıtları hem bizde, hem de bütün Dünya'da, insanların olumlu tepkileriyle karşılanmaktadır.
Nitekim bestecinin demeç ve söyleşilerinden öğrendiğimize göre, 1946'da "Yunus Emre Oratoryosu" Ankara'da iki kez seslendirilip, bu seslendirmeler radyodan verildiği zaman, yapıtın etkisinde kalan bir köylü vatandaşımız, Ankara'ya kadar gelir ve bir hayranlık belirtisi olmak üzere, Saygun'a yün çorap armağan eder. Öte yandan, ikinci yaylı dördülünü Amerika'da ilk kez yorumlayan "Julliard Dördülü"nün üyeleri ise, bir çok yeni yapıtın bestecisiyle Bach'a ya da Beethoven'e olan benzerliği yüzünden alay ettiklerini, fakat bu yapıtı çok beğendiklerini ve kendisini kutlamak istediklerini söylerler.
Sonuç olarak Adnan Saygun, yaratıcılığı ve bilim adamlığı ile, büyük bir sentezdir. Tarihimizin parlak bir sayfasını oluşturan yapıtları ve bilimsel çalışmaları, bizi anlatır, bizi inceler, fakat aynı zamanda, dünya insanına da ışık tutar. Öyle ise, O'nu anlamak, yapıtlarını incelemek, çözümlemek ve insanlığa sunduğu en güzel müzik seslerinin tadına varmak, herkesten önce bizim görevimiz ve hakkımızdır.
_____________________________________________________________________
Kaynaklar:
(1) Ankara Filarmoni Dergisi: Sayı 86, sayfa 5-6.
(2) Aynı Kaynak.
(3) Hürriyet-Gösteri: Mart 1982, sayfa 66.
(4) Hançerlioğlu, Orhan; Felsefe Sözlüğü: Sayfa 29, İstanbul 1982.
(5) Ankara Filarmoni Dergisi: Sayı 86, sayfa 4.
_____________________________________________________________________
Seminerin yapıldığı tarihte Sayın Önder Kütahyalı "Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Devlet Konservatuvarı" öğretim üyesi idi.
_____________________________________________________________________