Denis-Armand Canal'in Bildirisi
Ahmed Adnan Saygun Paris’te (1928-1931)
I. Paris'e Gidişin Nedenleri: 1928 yılında genç "Türkiye Cumhuriyeti"nin "Milli Eğitim Bakanlığı", bilgi ve görgülerini artırmak amacıyla, yabancı ülkelere göndermek üzere, genç yetenekler arasında yarışmalar düzenlemektedir. İşte, "İzmir Lisesi"nin 21 yaşındaki genç müzik öğretmeni Ahmed Adnan Saygun bu yarışmalarda kendi dalında birinci gelmiştir.
Adnan Saygun'un o güne kadar olan öğrenim yaşamında Fransız kültürünün büyük etkisi vardı. Fransızcayı okulda öğrenmekle kalmıyor, babası Mlle Bonnal'da özel ders almasını da sağlıyordu. Kendisine, en çok etkisinde kaldığı ve yetişmesinde büyük payı olan Fransız yazar ve düşünürlerinin kim olduğu sorulduğunda, aklına ilk gelen isimler Pascal, Montaigne ve Baudelaire oluyor.
Bu durumda, hükümetin genç müzik öğretmenimizi Paris'e göndermesi son derece doğal: 1931 yılına kadar olmak üzere, bu şehirdeki yüksek öğrenimi üç yıl sürüyor.
II. Ahmed Adnan Saygun'un Paris'li Ustaları: Paris'e vardığında genç öğretmenin ilk işi "Schola Cantorum"un kurslarına yazılmak oluyor. Bu, o dönemde, müzik alanında yüksek öğrenim görmek isteyenlerin gittiği en önemli kurumdur. Üstat, kendi deyimiyle, hissettiği bütün arzu ve yetenekleri bu okulda geliştirecek ve zenginleştirecektir.
"Schola Cantorum" deyince akla ilk gelen bu okulun müdürü büyük isim Vincent d'Indy oluyor. Büyük müzisyen César Franck'ın öğrencisi olan bu Fransız müzik ustası kompozisyon dersleri veriyor. Vincent d'Indy; Palestrina, Vittoria, Bach ve özellikle Beethoven'in eserleri aracılığı ile, öğrencilerinin müzik alanındaki fikir ve duyarlılıklarının gelişmesini sağlıyor. Adnan Saygun "d'Indy benim büyük eserleri derinliğine anlamamı, hissetmemi sağladı" demektedir. Gerçekten Vincent d'Indy, Bach'ı eski müziğin, Beethoven'i de yeni müziğin en yüce örnekleri olarak göstererek, genç öğrencilerinin bütün müzik türlerinde sağlam bir analiz tekniğine sahip olmaları imkanını sağlıyor.
Ahmed Adnan Saygun böylece, ilkel birimlerden hareketle, devirsel kompozisyonun ilkelerini ve müziğin mimari yapısını öğreniyor. Türk müzik ustasının yapıtlarındaki gelişmede bu öğrenimin önemi açıkça bellidir.
Ahmed Adnan Saygun aynı zamanda kontrpuan için Paul le Flem, org için Edouard Souberbielle, Gregorien Şarkılar için Amédée Gastoue, füg ve armoni için de Eugène Borrel'in kurslarına devam etmiştir.
Ahmed Adnan Saygun, kontrpuan öğretmeni Paul le Flem'den müziğin "dikey" yapısındaki güçlü çalışma yöntemini öğrenmiştir. Müzik eserlerinin iskeletini oluşturan kontrpuan, birbirini tamamlayan ve nakşeden fikirlerin gelişmesiyle eserin yapısını ve mimarisini sağlamlaştırır. İzmir'li üstada göre, bu öğrenimin eserlerine etkisi büyük olmuştur. Özellikle, bazı senfonilerinin ağır bölümlerinde...
Üstadımız, Edouard Souberbielle'den org'un büyük ve önemli eserlerini öğrenir. Mükemmel bir öğretmen ve pedagog olan Edouard Souberbielle, genç müzisyenimizi 18. yüzyılın büyük Alman ve Fransız ustalarının eserleriyle tanıştırır: Bach ve Buxtehude'nin yanında Clerambault, Couperin ve daha niceleri... Dersler teoriye olduğu kadar, uygulamaya da önem vermektedir. Adnan Saygun org çalmasını da öğrenir. İleride, eğlenceli bir sohbet sırasında, bu çıraklığın gereksiz bir "süs" olmadığını göreceğiz. Ayrıca, Adnan Saygun o çağın en büyük Fransız org sanatçıları olan Widor ve Marchal ile de tanışıp dostluk kurmuştur.
Amédée Gastoue'ya gelince, O, İzmir'li genç üstadın modal bir müzik türü olan Gregorien Şarkıların güç yönlerini anlayıp çözmesine yardımcı olmuştur. Kilise müziği olmakla beraber bu tür, her şeyden önce entellektüel yönüyle, bazı ulu duygu ve heyecanları dile getiren ve bu nedenle de ayrı bir yeri olan bir müzikal ifade aracıdır. Bugün, üstadımız İstanbul'da, modal müziği (makamlı –Türk ve Batı müziği–) öğretiyorsa, bu kuşkusuz Türk müziğinin geleneksel yönüyle esasta bir makam müziği olmasındandır. Kimbilir, belki de, Gastoue'nun "Schola Cantorum"daki tutkulu ve dikkatli derslerin bir anısıdır bu... Gerçek müzikoloji, bazılarının eleştirmekten çok hoşlandıkları gibi, kuru bir "okul ödevi" (temrin) olmayıp, müzisyen ruhunun değişik ifade imkanlarını tanıyıp zenginleşmesini sağlayan bir bilim dalıdır.
İzmir'li akrabaları aracılığıyla, Saygun ailesinin eski dostu olan Eugène Borrel de, kompozitör olmamasına karşın, Vincent d'Indy'nin öğrencisiydi. Eugène Borrel'in genellikle müzik analizleriyle ilgili dersleri, büyük ustanın verdiği öğrenimi tamamlayıcı nitelikteydi. Adnan Saygun; Debussy, Ravel, Roussel ve hatta Varese gibi "modern" müzisyenleri O'nun sayesinde tanımaya başlamış, bu da genç müzisyenimizin müzikal duyarlılığının gelişip zenginleşmesini sağlamıştır. Varese gibi bazı sanatçıların müzik anlayış ve zevkine pek ısınamamış olsa bile...
Burada, müzisyenimizin armoni ve füg öğretmeninin eşi Bayan Borrel'den aldığı özel kontrpuan derslerini anımsamazsak kendisinin yüksek müzik öğrenimi ve formasyonuyla ilgili tabloda büyük bir eksiklik olur. Bu konuda, belki de ünlü Paul le Flem'den de daha duyarlı bir öğretim yöntemi ile çalışan Bayan Borrel, daha önce andığımız müzikal mimari dalında sanatçımıza sağlam ve kalıcı bilgiler vermiştir. Adnan Saygun, değişik ama birbirini tamamlayan yol ve yöntemleriyle, bu değerli öğretmenlerden iyi müziğin her şeyden önce, sağlam ve açık bir biçimde inşa edilmiş müzik olduğunu öğrenmiştir. "Müzikal Form" bir ayak bağı olmaktan çok, esinlenmiş bir müzisyenin eserini açık bir biçimde dile getireceği bir "çerçeve" oluşturur ve sanatçı için bir çeşit "gramer–dilbilgisi" işlevi görür. Bu da sanatçının daha kolay anlaşılmasına yardımcı olur. Bu yolun bir başka önemil yönü de "ifade–anlayış" aşamasına varmasıdır.
Adnan Saygun'un yetişmesinde Borrel çiftinin olumlu etkisi kendisini iki ayrı yönde göstermiştir. Çok iyi birer eğitimci olan Borrel'ler aynı zamanda İzmir'li olmanın verdiği duygusal bir bağla yakın birer dost da olmuşlardı. Kaldı ki, insanın hayatının bir döneminde, bu güzel kentte kalmasının duygusal bir "akrabalık" oluşturması kadar doğal ne olabilir! Gerçekten, Eugéne Borrel'in babası gençliğinde İzmir'deki "Fransız Posta Servisleri"nin müdürü olup, Saygun ailesiyle dostluk kurmuştu.
Adnan Saygun ilk bestesi olan "Divertissement"ı (Opus 1) ilkin Borrel'e gösterir. 24 yaşındaki bestecinin bu eseri, 1931 yılı "Büyük Kolonial Sergisi" dolayısıyla düzenlenen "Uluslararası Yarışma Jürisi" tarafından seçilir ve "Colonne Konserleri Orkestrası" tarafından da çalınır. Jüri başkanıyla orkestra şefi son derece ince bir kompozitör olan Gabriel Pierne'dir. Bu küçümsenecek bir başarı değildir...
III. 30'lu Yılların Paris'i: Paris, genç İzmir'li müzisyenin sadece "teknik" yönden formasyonunu sağlamakla kalmaz, o çağ Avrupasının en büyük üç sanat merkezinden biri olan bu kent sanatçımızın üç yıl süreyle, entellektüel yönden de gelişip genel kültürünü artırmasına imkan verir.
Üstadımız son görüşmelerimizde, bana, Paris'te kaldığı sürenin, aydınları ilgilendiren bütün faaliyet alanlarında ve özellikle sanatla ilgili etkinliklerde sağladığı büyük deneyim ve bilgilerden söz etmişti. Gerçekten o çağın Paris'i, en yüksek düzeyde olmak üzere, en yapıcı ve zenginleştirici sanat hareketlerinin ve eğlencenin kaynağı bir kent olmuştur: konserler, tiyatrolar, sanat galerileri, müzeler...
Adnan Saygun, "Schola Cantorum"daki derslerinden fırsat buldukça, vaktini bu kültür ve sanat ocaklarında değerlendiriyordu.
O çağda müzikten söz etmek, biraz da yeni ölmüş olan büyük isimleri anmak oluyordu. Gerçekten Claude Debussy 1918'de, Camille Saint–Saens 1921'de, Gabriel Faure de 1924'de hayata gözlerini yummuşlardı. Hemen bütün konserlerde bu büyük müzisyenlerin eserleri büyük bir tutkuyla çalınıyor, eleştirmenler de bu eserleri inceliyor, yorumluyordu... O sırada daha başka büyük müzisyenler de, sanat yaşamlarının en verimli çağını sürdürüyordu. Paul Dukas, Maurice Ravel, Albert Roussel, Arthur Honegger, Gabriel Pierne ve daha nice ünlü kompozitörler... Kimi geleneksel, kimi yenileştirici müzik akımlarının temsilcileri ama, hepsi de Adnan Saygun'un yaşadığı dönemdeki Paris'in "yaşayan" müziğinin gelişmesinde katkıda bulunuyorlardı.
Paris aynı zamanda uluslararası müzik hareketlerinin de başkentiydi. Parisliler "Ballets Russes"ün gösterilerini ve büyük Rus müzisyeni Igor Stravinsky'nin ne "Extravagances – Çılgınlıklar" adlı eserini, ne de 1910'da "L'oiseau de Feu – Ateş Kuşu", 1911'de "Petrouchka", 1913'de "Le Sacre du Printemps – İlkbaharın Kutlanması" gibi hadise yaratan büyük bale temsillerini henüz unutmuş değillerdi. Adnan Saygun'un Paris'teki müzik yaşamıyla ilgili anılarından biri de Stravinsky'nin "Symphonie de Psaumes" adlı eseridir.
İzmir'li üstadın yaşadığı öteki ünlü kreasyonlar da gerçekten müzik tarihinde büyük yeri olan eserlerdir. Eugène Borrel ve ve Albert Roussel'in eşliğinde Edgar Varese'in "Integrales" adlı eseri gibi. Bu vesileyle, Eugène Borrel öğrencisi Adnan Saygun'u üstat Albert Roussel ile tanıştırır. Bu gün kendisini kutlama şerefini yaşadığımız Saygun'un Paris anıları arasında Prokofiyev'in iki piyano konçertosu da önemli bir yer tutmaktadır. Bu arada, Honegger'in "Konçertino" ve "Mouvement Symphonique" adlı eserleri ile Maurice Ravel'in ünlü "Bolero"sunun ilk kez aynı dönemde yaratıldıklarını da anmadan geçemeyiz.
Paris, her milletten müzisyenin buluşma yeri olduğu gibi, aynı zamanda da son derece üstün nitelikteki dört büyük orkestranın (Colonne Konserleri, Lamoureux Konserleri, Pasdeloup Konserleri ve Fransız Radyosu Orkestraları) değişik ve zengin programlarıyla düzenli konserler verdiği seçkin bir sanat merkezidir de...
Müziğin yanısıra, genç İzmir'li, Paris'in ünlü müzelerini, her türlü sanat eserinin sergilendiği resim galerilerini gezer, Türk ve Fransız dostlarıyla buluşmaktan hoşlandığı, daha çok aydınların toplandığı bu kente özgü kahvelere gider: Üstadın hala heyecanla anımsadığı "Café d'Harcourt", "Café de la Sorbonne" ve "Café du Chatelet" bu sevimli yerlerden sadece bir kaçıdır...
Üstad, Paris'te en çok hoşuna giden ve kendisini adeta büyüleyen şeyin bu kentte teneffüs edilen özgürlük havası ve doyasıya yaşanan neşeli, eğlenceli yerlerin çokluğu olduğunu söylemektedir. İnce ruhlu ve duyarlı bir genç sanatçı için bütün bunlar, ruhunun derinliklerinde olgunlaştığını hissettiği tüm arzu ve yeteneklerinin gelişip serpildiği bir ortamı oluşturuyordu.
Adnan Saygun Paris'te kaldığı sürede üç kez yer değiştirmiştir: İlkin Sein sokağında bir otele yerleşmiş, sonra Brune bulvarında başka bir otele taşınmış ve sonunda Mlle Alquie'nin Vergnoux sokağındaki evine yerleşmiştir.
Sanatçımız burada kendi evinde, ailesinin yanında gibidir. Ev sahibesi hanım kendisini çok sever. Yemeklerini hazırlar, bayramlarda taşradaki ailesinin yanına götürür. Sözünü ettiğimiz orgla ilgili anı da burada geçer. Chateaudun yakınlarındaki bir köyde oturan Mlle Alquie'nin kayınbiraderinin evinde kaldıkları bir sırada köylerinde bir müzisyenin bulunduğunu öğrenen köy papazı, sanatçımızdan, bir cenaze töreninde kilisedeki orgu çalmasını ister. Adnan Saygun, kendisinin hristiyan olmadığını papazın bilip bilmediğini ve bunun bir engel teşkil edip etmeyeceğini sorar. Rahip "dinleyenlerden kimsenin orgu çalanın bir müslüman olduğunu anlamayacağını" söyler ve sorun çözümlenir. Görüldüğü gibi din, müzikle kaynaştığı zaman, sağ duyuyuyla kolayca bağdaşabiliyor.
Adnan Saygun hocası Edouard Souberbielle'den aldığı org derslerinin uygulamasını böylece bir kilisede gerçekleştirmiş olup, dönemin en ünlü orgçularıyla ilişkide olduğu için de bu serüvenden çok hoşlanır. Gerçekten, Louis Vierne ve özellikle Saint Germain des Prés kilisesinin orgçusu ünlü André Marchal'ı sık sık görmeye ve dinlemeye gider. Bu görüşmeler sırasında, ünlü org ustası genç meslekdaşına büyük yakınlık gösterip yardım ve tavsiyelerde bulunur. Zamanla aralarında büyük bir dostluk oluşur ve Adnan Saygun 1946'da Paris'e ikinci kez gittiğinde bu dostluk biraz daha pekişir.
Üstadın Paris anıları sırasında, Germaine Lubin ve Lauritz Melchior gibi unutulmaz seslerin yorumladığı Wagner'in göz kamaştırıcı güzellikteki Siegfried ve Tristan operalarını da anmak gerekir.
Görüldüğü gibi, İzmir'li üstadın "Paris yaşamı" boş ve gereksiz uğraşlarla geçmemiş, bu kentte kalacağı sürenin bilincinde, kültür ve sanat etkinliklerinden alabildiğine yararlanmıştır. Sanatçımızın gelişmesinin ve formasyonunun oluşumundaki bu güç olduğu kadar verimli yıllardaki yoğun ve ciddi çalışmaları, işte burada gerçek ifadesini bulmaktadır.
IV. Paris'e Dönüş: Adnan Saygun 1931 yılında ayrılmış olduğu Paris'e 1946–1947 döneminde tekrar gitmiştir. Sanatçımız bu arada eserlerini ve çalışmalarını yakından tanıyıp takdir eden Fransa'nın İstanbul'daki başkonsolosu M. Lazare Levy ile tanışıp dostluk kurmuştur. Kendisinin dostça tavsiye ve ısrarlarına uyarak Adnan Saygun 1942'de bestelediği Opus 26 "Yunus Emre Oratoryosu"nu, Fransız Radyosu Müzik Servisleri müdürü ve kompozitör Henry Barraud'ya göndermiştir. Bazı işlemlerden sonra eser kabul edilmiş ve bizzat bestecinin yönetiminde iki kez çalınmıştır: İlkin "O.R.T.F." (Fransız Radyo Televizyon Orkestrası), ikinci kez ise ünlü "Pleyel Salonu"nda "Concert Lamoureux" Orkestrası eşliğinde... Bu ikinci konserde, salonda o sırada Paris'te Vatikan'ı temsil eden ve daha sonra Jean XXIII adıyla Papa olan bir dinleyicide bulunuyordu. Bu seçkin din adamı sanatçımıza, dinleyicilerin huzurunda, eseriyle ilgili büyük ve içten övgülerde bulunuyor ve böylece bu eserin derin evrensel ve insancıl yönü en açık bir biçimde vurgulanmış oluyor.
Nihayet, Adnan Saygun'un eserlerini Fransa'ya bağlayan iki önemli müzik olayından da söz etmek gerekir. 1954 yılında ünlü "Parrenin Dördülü" Paris'li müzikseverler için üstadın "Birinci Yaylı Çalgılar Dördülü"nü çalmıştır. 1958 yılında da, "Colonne Konserleri Orkestrası" Brüksel'de, büyük müzisyen İdil Biret'e Op. 36 "Piyano Konçertosu"nda eşlik etmiştir.
Burada, bir müziksever ve Fransız olarak, Fransa'da konser programlarında Adnan Saygun'un eserlerine daha fazla yer verilmemesini büyük bir üzüntüyle karşıladığımı içtenlikle belirtmek isterim. Çok yakın bir gelecekte bu durumun düzeltileceğini ve İzmir'li üstadın gerçek yerini alacağını umut ederim.
Üstad Adnan Saygun'a uzun ve başarılarla dolu şanlı bir yaşam dilekleriyle...
_____________________________________________________________________
Seminerin yapıldığı tarihte Sayın Denis-Armand Canal İzmir Fransız Konsolosluğunda Konsolos Yardımcısı, Fransız Kültür Ataşesi ve İzmir Fransız Kültür Merkezi Müdürü idi.