01.04.1983 / Cemal Reşid Rey - Harikalar Diyarında Cim Dayı...


     Kulaklarımı dört açıyorum. Kendimi bileli... Yarabbim, ne inanılmaz şeyler duyuyorum! Ne harikalar diyarı şu bizim memleket! Neler keşfediyorum! Ömrüm tükenmezse de daha neler keşfedeceğim! Ne bitmez tükenmez hayret uyandırıcı hadiseler! Asırlardır toplanmış ne hazineler! Bunların yanında ne fakrü-zaruret! Ne göz kamaştırıcı istidat! Ne beceriksizlik! Ne ilim, ne zeka! Ne cehalet!


     Söylemeğe hacet yok: Bütün bu intibalar, musikimizden hasıl ettiklerimdir; diğerleri kimseyi, bahusus beni hiç, amma hiç alakadar etmez. Esasen hayatta musikiden başka ne var ki? Anlaşalım:


     Musiki herşeyden önce harekettir. (Onun sayesinde Thiva şehrinin surları, lyra sazından çıkan sesler marifetiyle kendiliklerinden yükselip kurulmamışlar mıdır?). Hareket ise, her şeydir. Hayattır. Dünyadır, kainattır. Eskilerin tabirince “Erkek unsurdur”. Evvelemirde “ritm”dir, kalb vuruşları gibi. O halde, “hayatta musikiden başka bir şey yoktur” demekle, yanlış bir iddiada mı bulunmuş oluyorum? Asla! İnsanoğlu bunu anladığı gün, musikiye dört elle sarılacaktır. Belki de, bunu yapmakla, saadeti bulacaktır. Zira musiki güzeldir; ihtimam ister; sevgi ister; buna karşılık, servetlerin en muhteşemlerini bahşeder!


     Gelelim bize, harikalar diyarına:


     14üncü asırdan 19uncu asıra kadar, birkaç bestekar “melodi”ler vücude getirmişlerdir.


     Bu ne demek?: Hudutsuz, payansız, o derecede de esrarengiz birşey yaptılar demektir! Zira, melodi yaratmak herkese nasib olmaz! Allahın bir lutfudur. Bu hassa müstesna kullara verilmiştir, ancak!


     Garp milletleri, kurunuvusta’da, basit, ruhsuz, kısır nağmecikleri -sağdan soldan- alıp, bunlara “uygun”, fakirliklerinde müsavi “yol arkadaşı” nağmeler katmakla meşgulken, biz şarklılar, melodiler bulmuşuz!


     “Melodi” kelimesi üzerinde durmak istiyorum: Melodi bir ırmak, bir meltem, bir kuş sesi misillu tabiatın bir tezahürüdür. Bitmez tükenmez zenginliğe sahiptir. Hürdür! Uçar, kanatları vardır! İstediği gibi, istediği yere konar! Durur -sanki dinlenir-, sonra, yeniden harekete geçer! Yükselebildiği kadar yükselir! Gideceği zannedilen yoldan ansızın ayrılır! Fantezi’sinin hududu yoktur! Hiç bir “refakat edici”ye hesap vermek mecburiyetinde değildir! Bir ezan sesini layık olduğu hürmetle dinleyiniz: (söylemeğe lüzum yok, şüphesiz ki müezzinde melodi dehası ve güzel ses bulunması gerekir. Halbuki zamanımızın gürültüsü, mikrofon v.s. buna mani oluyor, maalesef.) Mavi sema altında, güneş ışığında, saf bir havada -ister çölde olsun, ister Boğaziçi kıyılarında- o ses nedir! Eşi var mıdır?! Tevekkeli Henri de Régnier, bir şiirinde “Chaque fois qu’au ciel bleu chante le muezzin” dememiş! Ya da, mesela Kanlıca körfezinde, merhaba, o nefis aksısedanın yardımile XIX uncu asrın meşhur hanendesi Nedim, kimbilir ne emsalsiz melodiler yaratmıştır! Kendine layık bir mahalde, ney sesi kadar -eğer o an, ilham perisi neyzeni ziyaret etmekteyse- heyecan verici bir ses var mıdır?!


     Şimdi duralım. Garp memleketlerine geçelim.


     “Cantus firmus”un mırıldanma kabilinden nağmelerine “discantus” denilen nağmelerin ilavesi, asırlar boyunca “çok seslilik” keyfiyetini vücude getirmiştir. Çerçevesi dar olan bu yazıda peyderpey sıralanması mümkün olmayan istihaleler “polyphonie”ye (çok sesliliğe) öyle bir genişlik, öyle bir ihtişam, öyle bir tenevvü vermiş, dünyaya öyle yenilikler getirmiş, musikişinaslara öyle ufuklar açmıştır ki, bunun sayesinde Garp milletleri saraylara benzer debdebeli eserler yazmağa muvaffak olmuşlar. Nesilden nesile değişen musiki tarzları üslubları meydana gelmiş. Mütekamil musiki aletleri basit sazların yerini almış. Her hakiki kompozitörün şahsiyeti gitgide daha belirli olmuş. Bir kelime ile, musiki, medeniyetin ta kendisi olmuş.


     Halbuki... Halbuki Şark o güzelim melodilerile aynı yerde kalmış. İnkişaf edemeyince, melodiler, ister istemez tekrarlanmış, ufak tefek değişikliklerle. Tekerrür kurutucu, öldürücü bir şeydir. Eski kavimleri takliden, melodilere “makam” namı verilmiş. Bunlar birer “örnek-melodi” (mélodie-type) haline gelmiş. Garbın kocaman musiki sarayları yanında, musikimiz ırmak, meltem, kuş sesi olmakta berdevam kalmış. Örnek-melodilerin daimi taklidi, buluş kabiliyetini ve imkanları azaltmış. Zekai Dede’den sonra, musikişinasların istidadı sukut etmiş, gitgide, ve... Ve, maalesef, bugünkü hüzün verici manzara ortalığı kaplamış.


     Bir girizgah olan bu yazımdan sonra, memleketimizin musiki sahasındaki halini, peyderpey, başka yazılarla, etraflıca tahlil, bunlardan, her şeye rağmen, ümidvarlık hislerini tahrik etmeğe uğraşacağım, kısmet olursa. Vesselam.

     ______________________________________

    Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 12. Yıl, 116. Sayı ile Nisan 1983 tarihinde basılan nüshasından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5753768
Online Ziyaretçi Sayısı:13
Bugünlük Ziyaret :760

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.