Mithat Fenmen - Piyanistin Çilesi
Fransız piyanist Lazare Levy İzmir’de uçaktan indiği anda kendisini karşılayan emprezaryo ile aralarında şu konuşma geçiyor:
-- Piyanoyu görmeniz için evvela konser salonuna gidelim mi?
-- İyi ama, piyanonuzu beğenmezsem, onun yerine koyabileceğiniz başka bir piyanonuz var mı?
-- Ne yazık ki yok!
-- O halde beni otelime bırakınız da uyuyayım. Piyanonuzla akşam konserde müşerref olurum!
Kemancılar, viyolonselciler sazlarını yanlarında taşıyabildiklerinden piyanistlerin gözünde mutlu çalgıcılardır. Konserden evvel yıllarca dost oldukları sazları ile ellerini ısıtarak sahneye rahatlıkla çıkarlar.
Piyanist ise her gittiği yerde, çoğu zaman sürprizle karşılaşır. Her defasında yeni bir çalgı ile tanışmak ve onun imkanlarını bulup çıkarmak ne güç iş...
Konser hayatımda tanıdığım piyanoların bazıları yüzyıllarını doldurmuşlar, fakat eski şaraplar gibi asaletlerini koruyorlar. Geçen yaz Abana’da kuyruklu bir “Erard” konser piyanosu gördüm. Zavallı evvela İstanbul’da bir kenara atılmış toz içinde dururken kolundan tutmuşlar, sevimli sahil ilçemiz Abana’ya getirmişler “daha sen işe yararsın” diye. Pes akortlu piyanolar hoşuma gider, davudi sesleri vardır. Ama gelin görün ki bu Erard’ın akordu tam bir ses düşük: La notasına basıyorsunuz sol sesini veriyor. Bütün telleri de pastan kahveleşmiş... Diyapozona göre bu piyanonun tellerini çekecek akortçunun alnını karışlarım eğer aletin içinde kopmadık bir tel bırakabilirse... Ama ziyanı yok, diğer sazlarla beraber çalındığında eseri bir ton yukarı (Beethoven usulü) transpoze ederiz olur biter!
Başka bir eski asilzadeye Adana’da rastlarsınız. Sultan Hamit’ten kalma olduğu ve üzerindeki işlemelerin el sanatına düşkün bu Sultan tarafından yapıldığı rivayet olunur. Mekanizması Eski Viyana (tamir kabul etmez, dokunulmazlığı vardır). Cilacının zalim dirseği gomalak şişesini piyanonun içine devirip keçeleri harap etmemiş olsa idi daha çok işe yarardı bu alet. Ama gene de bu hali ile yeni duvar piyanolarının çoğuna meydan okuyor.
Fakat piyanistin başına gelebilecek en büyük felaket “teneke, eski tencere, kazan” sınıflarına dahil piyanolarda çalmak değildir. Akordu düşük piyanolar da onları fazla rahatsız etmez. Onu “absolü kulak”lı olanlarla yaylı saz çalanlar düşünsün. Piyanist için katlanılması mümkün olmayan kusur sağ pedalın işlememesidir. Piyanonun içinde teller üzerindeki susturucu çuhaları kontrol eden sağ pedal için “piyanonun ruhudur” derler.
Bir konserimde kulis arkasında eski fakat düzgün bir piyano üzerinde provamı yaptıktan sonra akşam sahneye çekilirken pedal kısmının yerinden oynatılmış ve işlemez hale gelmiş olduğunu sahnede ilk esere başlarken farkettim. Kaderim belli olmuştu. Program “Faure, Debussy ve Ravel.”
Başka bir hatıra: İzmit’te tanımadığım bir piyano üzerinde çalmak üzere akşam üstü şehre vardım. Saat 20.30’da sahneye çıktım, piyanonun sonoritelerini anlamak için ufak bir giriş yapayım demeye kalmadı. Sesleri susturabilene aşk olsun! “Bir dokun bin ah dinle” cinsinden bir alet. Bir akor daha bastım. O da evvelki seslere karıştı. Şaşkınlığa yer vermeden Beethoven’in “Patetik Sonatı”na başladım. Hafif çalsam devamlı bir şekilde uğuldayan piyanoda ne çaldığımı duyamıyorum. Kuvvetli bassam sesler büsbütün biribirine karışıyor. Bu “politonal” konserin sonunda başkanın hararetli tebriklerini şu sözleri tamamlıyordu: “Ümid ederim ki, piyanomuzu beğendiniz. Geçenlerde hamallar taşırken pedalını kırmışlar, bir marangoza temel çivisi ile çivilettik, sağlam olmuş değil mi?”
Bazı telleri kopmuş piyanolarda kopuk telli notayı bir oktav yukarıdan veya aşağıdan çalmak başka bir hünerdir. İnsan adeta oniki ton müziği yapıyor zanneder kendini. Fakat en çok bilek hüneri isteyen bir piyanoya Bolu’da rastlamıştım. Orta do ve re notalarının hizasına rastlayan kapak kilidinin çelik dili anahtar kaybolduğundan dışarıda kalmış. Bu piyanoda hem çalıyor hem de parmağımı her defasında dilin üstünden atlatmak gayretinin elime ne acayip şekiller verdiğini heyecanla seyrediyordum.
Ya üzerinde çaldıkça parmak uçlarını gıcıklayan tuşlarında fildişleri dökülmüş yaşlı piyanolar... Ya bilmem hangi yüzyılda yurdumuza göç etmiş, oraya buraya atıla atıla nihayet bir kolacıya ütü masası olmuş zavallı bir alet...
Yıllar geçiyor fakat onlar gene “yerli yerinde...”
Mithat Fenmen