01.02.1992 / Yehudi Menuhin - Uzaktaki Yıldız


    
Sanırım 11 yaşlarındaydım. Öğretmenim Georges Enesco’nun Paris’teki evinde, bir keman dersi aldığım sırada -şimdiymiş gibi hatırlarım- hem sert hem tatlı yüzüyle o irikıyım adam, kemanın üzerinden gözlerini benden yana çevirdiydi ve yayıyla sözlerine eşlik ederek şöyle dediydi:


     “Seçkin müzik” çalmak için, gözleri hep uzaktaki bir yıldıza doğru dikmeli.


     Bu sözlerden o zaman anladığım, her çabamıza varlığımızın en iyi yönüyle kendimizi vermemiz gerektiğiydi. Ama bunun daha derine varan önemini, yaşlandıkça kavrıyordum. Sonraları da, hayatımın birçok döneminde bundan yararlanmıştım; hem yalnız müzik mesleğinde değil.


     Son dünya savaşında bir akşam, “Aleut Adaları”nın bir yerinde bulunuyordum; hastane olarak kullanılan barakalarda, iki yıldır radyodan başka eğlenceleri olmayan kırk kadar yaralı askerin karşısında keman çalmaya hazırlanıyordum. Bana eşlik edecek olan sanatçı, zaten kırık dökük olan piyanonun tuşlarına vurunca bir de baktık ki, yarısına yakını hiçbir ses çıkartmıyordu. Bu koşullar altında nasıl çalınırdı, ne çalınırdı?


     Zor durumdaydım; çünkü keman, yalnızlıkla pek bağdaşmayan bir çalgıdır ve o akşam programda yer alan çigan havaları ve hafif müzik parçaları piyanosuz çalınsaydı pek yeğni düşerdi.


     İşte o zaman içimden bir ses, yaralı dinleyicilerime Bach çalmamı salık verdi. Yalnız Bach’dır, kendine özgü bir kontrapuntal ve armonik niteliği kendi bünyelerinde taşıyan melodiler yazmış olan besteci... Gelgelelim, Bach’ın müziği zor anlaşılır. Hem dünyadan uzak şu yere geldiysem, ancak o yaralıları gerçekten eğlendirmek içindi; yurdu, evi barkı özleyen askerlere bütün konser süresince Bach dinletmek mi, dinletmemek mi? Ordu tiyatrosunun sorumlularını düşündürecek denli zor bir durum!


     Bir anda, Enesco’nun öğüdü şimşek gibi parladı zihnimde: “Uzaktaki bir yıldıza dikilsin gözleriniz.” Uzaktaki yıldız, bundan böyle, o anda içime yerleşeduran şu derin inancımın simgesi olacaktı: “Seçkin müzik, yalnız kültürlü bir azınlığa değil, insanların tümüne yararlı bir ruh besinidir.”


     Ben de Bach çaldım o akşam.


     Ve şuna tanık oldum ki, yalnızlık içinde gömülü o günkü bir avuç dinleyicim, kalburüstü kentlilerden çok fazla erişmiştir bu temiz ve yüce müziğin anlamına. Sözlerden çok daha derin ve etkili olan Bach’ın yapıtı, üzüntüyü ve acıyı anlatırken, aynı zamanda denge ve dinginlik aşılar. Bunu daha iyi kavrayan, genel olarak daha derince duygulanan bir dinleyici topluluğuna rastlamadım bugüne dek. Nasıl derin bir susku içinde dinlediklerini, sonra da coşkunluklarını nasıl açığa vurduklarını görünce anladım Enesco’nun bana vermiş olduğu öğüdün değerini.


     Başka bir gün, bütün dünyanın bana düşman kesildiğini görerek üzüldüğüm bir zamanda, üstadın sözleri bana destek olmuştur yine. Savaşın ertelerindeydi. Almanya’daki Amerikan yüksek komiserinin çağrısına uyarak Berlin’de çalmayı kabul etmiştim. İşte bunun üzerinedir ki, New York’dan tut da Tel-Aviv’e değin her yerden başlamıştı sitemler yağmaya; nasıl olurdu? Soydaşlarıma bunca kötülük yapılmaktan geri kalmamış bir ülkede ne cüretle konser vermeye kalkışır mışım? (Gerçi soydaşlarımın neler çektiğini çok iyi biliyordum: Buchenwald ve Belsen kamplarından sağ kalanlara keman dinletmek üzere haftalarca onların yanında kalmıştım, neler anlattıydılar!)


     Dünyanın dört bir yanından yükselen kınamalardan ötürü derin üzüntü duyuyordum. Oysa, yakın bir gelecekte erişilmesi bile önemi şimdiden söz götürmeyen bir erek beliriyordu savaş sonrası çağımızda; hristiyanlarla musevileri birbirine yaklaştırmak; ancak çevremdeki hınç, bu amacın güdülmesine engel olacağa benziyordu.


     Konserden önce, Berlin’li dinleyicilerime kısa bir konuşma sunduydum:


     - “Yahudilerin az daha kökü kazınacaktı, çünkü buna koyulanların gözlerini kin bürümüştü. Ama kine kinle yanıt verilmez. Bu akşam, hepimizin sevdiği şu müziğin aracılığıyla birbirimizi anlamaya çalışabileceğimizi umarım.


     Konser, eşsiz içtenlikle bir coşkunluk içinde sona erdiydi. Ve uzun zaman, şuna benzer mektuplar alıyordum:


     - “Sizi dinlerken, siz, bir Yahudi olarak, Beethoven’i biz Almanlar nasıl anlıyorsak öyle yorumladığınızı kulağımla duyarken, göz yumduğumuz bunca korkunç olayları düşündükçe utancımdan alnım kızarıyordu.”


     Meslek hayatımın en tehlikeli anlarından birinde bana yardımcı olduğu için Enesco’ya bir kez daha teşekkür ettim içimden.


     Üstadın bu değerli öğüdünden yararlanmak için yalnız müzikçi olmak gerekmez. Bunu, “Rockfeller Kurumu”nu gezdiğim gün anladım. Orada, rahat ve olgun bir hava içinde, bilgin’in biri yeni antibiyotikler bulma çabasındadır; bir diğeri verem için yeni çareler aramakta, bir başkası diyabetin özellikleri üzerine eğilmektedir. Bu adamlar, keşişler gibi dünyadan uzak yaşıyorlar ama dopdoludur hayatları, onlar da bir uzak yıldıza yöneltmişlerdir bakışlarını...


     Çabasını yücelten bir ülküye doğru gözlerini kaldırmış olan kimse, bu yazdıklarımı anlayacak durumdadır.


     Çev.: Y.H.


     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 31. Yıl, 222. Sayı ile Şubat 1992 tarihinde basılan nüshasından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5757064
Online Ziyaretçi Sayısı:14
Bugünlük Ziyaret :816

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.