01.04.2014 / Ekrem Ataer - Sefiller (!)
Bütün totaliter yönetimlerin ortak noktası korkak olmalarıdır. Üstad Ataol Behramoğlu ne güzel anlatmış bu ruh halini:
“ve cellat uyandı yatağında bir gece
tanrım dedi bu ne zor bilmece
öldükçe çoğalıyor adamlar
ben tükenmekteyim öldürdükçe”
Tiranların, diktatörlerin karşısına umarsızca dikilen yegane direnç kapısı ise sanattır. Onun için muhaliftir sanat, onun için insana ve onun özgürlüklerine taraftır. Sanatın muhalif gücü; öğrenmenin, kitleleri uyarmanın, öğretmenin, öncü olmanın ve tanıklık etmenin tarihsel damarını besler. Onun için diktatörlerin, tiranların hedefindedir. Sanatın muhalefet damarı, özgürlüklerle bezenmiş tarihsel bir koridordan salar aydınlığını. Muhaliftir lakin; asıl özgür ve muhalif tarafı “senin yanında sana da muhalif olma” sırrındadır. Atatürk’ün kısaca “her şey olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız” diye işaret ettiği tam da budur işte.
Onun içindir ki güç kaybettiğinin ve ipinin pazara çıkmaya başladığının farkına varan biçareler, önce sanata yönelik yasaklamalarla son bir hamle yapmaya yeltenirler. Heykelleri yıkarlar, kitapları yakarlar, karikatürlere dava açar, reklam panolarına varana kadar müdahale ederler. Halkın her türlü iletişim noktalarının “kökünü kazıyarak” kendi karanlıklarına ve korkularına gömülürler.
Sanat ve sanatçı ise dönemine tanıklık ederek oluşturduğu barikatının arkasına halkı, önüne de zulüm toplarını aldıkça beslenir. O barikat ki Pir Sultan olur, Brecht olur, Picasso olur, Mahsuni olur. İşte tam da böyle bir süreçten geçiyoruz. Geçiyoruz fakat, sanat cephesi örgütsüz geçiyor. İyi niyetli sanat birlikleri, platformlar, inisiyatiflerin nefesi günü karşılamıyor. Bir şeyler hep iyi niyetli ama eksik. Bütün yapılanmalar, daha doğarken birilerinin mülkiyet şemsiyesi altında doğuyor ve ne yazık orada kalıyor. Tıpkı yakından tanıdığım devrimci ve aydınlanmadan yana rahmetli Hasan Mutlucan’ın 12 Eylül türkücüsü olarak kalması gibi. Çünkü toplum sizi önce gördüğü yerle algılıyor, sonra eyleminiz ile. Sanat başka bir özgür ve aydınlık alandır. Siyasetler, partiler, dönemler dışı ve üstüdür. Sanatın “namlusu” uzun, menzili çağlar ötedir.
İki güzel yaşanmışlıkla bitirelim...
“2. Dünya Savaşı” bitmiş, demokratik Almanya kurulmuş ve ilk meclis toplantısı. Demokratik Almanya ulusal marşının da bestecisi büyük usta Hanns Eisler meclis kürsüsünden anons ediliyor:
“Genç Demokratik Almanya’mızın sanattaki aydınlığı ve sanat felsefesindeki Karl Marx’ını kürsüye davet ediyoruz.”
Eisler usta kürsüde, alkış kıyamet. İlk sözü; “Yoldaşlar bütün dünya halkları faşizme karşı mücadelede kahramanlıklarını ispat etmiştir. Ben kahraman değilim, yalnızca bir müzisyenim” (!)
İkinci olay da Fransa’dan. “2. Dünya Savaşı”, Fransa Alman işgali altında. Naziler bütün vitrinlere Hitler’in ve Mussolini’nin posterlerinin asılmasını zorunlu kılıyor. Bir çoğu direnemiyor. Tarihi “Montparnasse Garı”nın yanında küçük bir kitapçı dükkanı fotoğrafları asmıyor. Ölümle tehdit ediliyor. Kitapçı bütün vitrini boşaltıyor, iki yanına Hitler’in ve Mussoli’nin posterlerini asıyor. Vitrinin ortasına ise yalnızca bir kitap koyuyor. Vitrini gören SS’ler adamı orada öldürüyorlar. Sebep iki faşistin fotoğrafının ortasındaki o tek kitap. Merak mı ettiniz; Victor Hugo’nun “Sefiller” kitabı.
Sanat böyle bir “örgüt”, böyle bir şaşırtmacadır dostlar. Hadi eyvallah...
Aydınlık Gazetesi - 01.04.2014, Salı