Ermukan Saydam - Ağabeyim Erdoğan Saydam

Ermukan Saydam


     1982 de aramızdan ayrılan sevgili ağabeyim Erdoğan Saydam’ın hayat hikayesini hazırlarken çok geç de olsa onunla ilgili bir yazı yazmaya başlıyabildim. O’nu bütün yönleriyle daha iyi anlatabilmek için yaşam öyküsünü veriyorum.


     Erdoğan Saydam 18 Ekim 1921 tarihinde Antalya’da doğdu. Sekiz yaşında İstanbul’da Karl Berger ile kemana başladı. Subay olan babasının Ankara’ya atanmasıyla okul öğreniminin yanı sıra 1934-1936 yılları arasında Nejdet Remzi Atak’dan keman dersleri aldı.


     1940 yılında “Ankara Erkek Lisesi”ni bitirerek “İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi”ne girdi. 1947 yılında bu fakülteyi bitirdi. Üniversite öğreniminin yanı sıra “İstanbul Belediye Konservatuvarı”na devam etti ve Seyfettin Asal ile 1941–1947 yılları arasında keman çalıştı.


     1944 yılında Cemal Reşid Rey’in kurduğu “İstanbul Şehir Yaylı Çalgılar Orkestrası”nın ikinci kemanlarında kurucu üyeler arasındaydı. Kısa bir süre sonra bu orkestraya üfleme çalgıların katılımıyla “Senfoni Orkestrası” haline gelen bu toplulukta yaşamı boyu aralıklı olarak birinci kemanlarda görev yaptı.


     1947 yılında doktor olarak yedek subaylık görevini yaptı. 1950’de iç hastalıkları uzmanı olarak çalışıyordu ve bu süre içinde “İstanbul Şehir Senfoni Orkestrası” birinci kemanlarında bulunuyordu.


     1954 yılında Almanya’ya giderek Münih’de Prof. Georg Schmied ile 2 yıl viyola çalıştı. 1956 yılında İstanbul’a döndü. 1956–1958 yılları arasında iç hastalıkları uzmanı olarak muayenehanesinde çalıştı. Bunun yanı sıra “İstanbul Şehir Senfoni Orkestrası”nda ve bazı müzik topluluklarında kemancı veya viyolacı olarak bulundu.


     Temmuz 1958’de piyanist Hülya Saydam ile evlendi. Eşi “Münih Yüksek Müzik Okulu”nda piyano öğrenimini sürdürürken Münih civarında “Deutenhofen Hastanesi”nde hekim olarak 1958’den 1962’ye kadar çalıştı. Erdoğan Saydam Münih’te bulunduğu çeşitli zamanlarda “Kurt Graunke Senfoni Orkestrası”nda kemancı veya viyolacı olarak bulundu. 1963 yılında yurda dönünce Saydam ailesinin İpek isimli kızları İstanbul’da dünyaya geldi. Hekimliğin yanı sıra “İstanbul Şehir Senfoni Orkestrası”nda enstrümantist ve yönetici olarak görev yaparken Ankara’daki müzikçi dostlarının yardımıyla bu orkestranın 1972’de devlete geçmesini sağladı.


     Müzik yaşamı boyunca İstanbul’da “Radyo Salon Orkestrası”, trio, kuartet, yaylı çalgılar orkestrası gibi topluluklarda kemancı ya da viyolacı olarak bulundu. 1964–1973 yılları arasında orkestradaki görevinin yanı sıra “İstanbul Radyosu Batı Müzik Şube Müdürü” olarak bulundu.


     Bu süre içinde “İstanbul Radyosu”, “İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası”, diğer müzik kurumları, dernekler ve yabancı kültür merkez ve ataşeliklerinin koordine çalışması içinde bulunarak İstanbul’da düzeyli bir müzik yaşamının oluşmasında büyük rol oynadı.


     Bu yoğun çalışma sırasında “İstanbul Belediye Konservatuvarı”nda keman ve viyola öğretmenliği yapıyordu; öğretmen olarak sevilmiş ve çok iyi öğrenciler yetiştirmiştir. “İstanbul Belediye Konservatuvarı”nda öğretmen, “İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası”nda enstrümantist ve bu orkestranın müdürüyken 25 Ekim 1982 tarihinde hayata veda etti.


     Erdoğan Saydam gibi hayat boyu çeşitli alanlarda uğraşı vermiş çok yönlü bir kişiyi anlatabilmek için O’nun yaşam öyküsüne girmeyen birçoklarına tanık olduğum hususları anlatmakta yarar vardır.


     Ağabeyim Erdoğan ile anılarım 1931’de başlar. O zaman sonradan soyadı kanunuyla ismi Saydam olacak olan aile İstanbul Yıldız’da Ihlamur Yokuşu’nun üst tarafından geçen genişçe bir sokağın üst başında bir evde oturuyordu.


     Babam her hafta sonu öğleden sonra ağabeylerim Erdoğan, Ercivan ve beni Nişantaşı’nda bahçe içinde köşkümsü bir evde yalnız oturan Karl Berger’e keman dersine götürür getirirdi. Ders dönüşü evde annem “Arif ders nasıl geçti?” diye sorduğunda babam mutlu gülümserdi. Memnuniyetinin büyük olduğu geç vakte kadar süren derslerden sonra yolu uzatarak yağmurda ışıkların sokak taşlarını yer yer altın rengi yaptığı Beşiktaş’dan geçerdik. Babam orada bir dükkandan tatlı bir şeyler alıp bizi sevindirirdi.


     Erdoğan, Ercivan yakındaki bir ilkokula giderlerdi. Annem her gün saat 16.00 olunca dışarda oynamakta olan bizleri “Haydi çocuklar keman çalışmaya” diye çağırırdı. Erdoğan keman çalışmasını yalnız yapardı. Düzenli keman dersi, çalışması ve büyük öğretmen Berger sayesinde bir kaç yılda Händel’in fa majör sonatını çalacak hale geldi.


     Hocamız Berger bizlerle konuşurdu. Rüyalarımızı incelerdi. Bazan derslerden sonra bizim müzik bilgilerimizi arttırıcı ders yapardı.


     Karl Berger (1894-1947) öğrencilerini hangi yoldan götüreceğini bilen, intonasyon üzerinde titizlikle duran, kemanı bütün incelikleriyle kavramış, kültürlü ve yüksek insani taraflarıyla çok iyi bir kemancı ve pedagogdu. Saydam ailesi ve de özellikle Erdoğan üzerinde büyük etkisi olmuştur. Saydam ailesi Yıldız’daki evden sonra iki ev değiştirip Üsküdar’da, Selimiye’de büyücek bir eve taşındı. Evin girişinde taşlık dediğimiz büyücek bir oturma yeri vardı. Babam uğraşısından yorgun dönünce kerevete oturur, gözlerini kapar ve Erdoğanın Korsakof’un “Hint Şarkısı”adlı eseri çalmasını isterdi. Bu onbir yaşındaki çocuğun çıkardığı temiz ve müzikal keman sesini hayat boyu unutmadım.


     Ailemiz 1933 sonbaharı subay olan babamızın tayini nedeniyle Ankara’ya gitti. Erdoğanın lise ve üniversite öğreniminde bir aksama olmadı. Berger onu Ankara’da öğrencisi Necdet Atak’a gönderdiyse de keman çalışmasındaki ilerleme İstanbul’daki gibi olmadı. 1940’da “Ankara Erkek Lisesi”ni bitirip “İstanbul Tıp Fakültesi”ne girdi. 1941 yılında “İstanbul Belediye Konservatuvarı”nda Seyfettin Asal ile keman çalışmalarına başladı.


     Seyfettin Asal ve ağabeyi Sezai Asal Viyana’da öğrenim yapmış iki kardeştir. Yurda dönünce “İstanbul Belediye Konservatuvarı”nda öğretmen olmuşlar; Seyfettin Asal çok sayıda kemancı, Sezai Asal da viyolonselci yetiştirmişlerdir. Seyfettin Asal kemanı çok iyi bilen ve öğrencilerinin teknik yönlerini kusursuz geliştiren çok iyi bir öğretmendi.


     Erdoğan Saydam’ın müzik hayatını anlatırken 1940 başlarında “İstanbul Belediye Konservatuvarı”nın durumuna bakmakta yarar vardır.


     “Konservatuvar” Tepebaşında eski bir binadaydı. Keman öğretmenlerimiz Seyfettin Asal, Ali Sezin idi. Viyolonsel öğretmeni Sezai Asal’dı. Öğrencilerin çoğu üniversite öğrencisiydi. Hamit Alacalıoğlu ve Muvaffak Gören Ali Sezin’in; Panayot Abacı, Erdoğan Saydam Seyfettin Asal’ın önde gelen öğrencileriydiler. Bir kaç yıl sonra kompozisyon öğretmeni Cemal Reşid Rey tarafından kurulacak yaylı çalgılar orkestrasının çekirdeğini bu öğrenciler ve konservatuvar dışından Mühendisyan ve Berger’in öğrencileri oluşturuyorlardı. Bir süre sonra yaylılara katılan üfleme çalgılarla senfoni orkestrası olan topluluk tam bir kültür, vefa, dayanışma örneği olmuş ve İstanbul’un müzik hayatında önemli rol oynamıştır. Erdoğan Saydam hayat boyu bu ortamda bulundu.


     Orkestrayı oluşturan o zamanki öğrenciler zamanla tabiplik ve benzeri işleri, özel iş yerleri sahipleri eski işlerini devam ettirdiler.


     1940’da Erdoğan Saydam ailesi Ankara’da olduğundan yüksek öğrenim arkadaşlarıyla İstanbul’da yalnız kaldı ve çok arkadaşı oldu. “Tıbbiye” ve “Konservatuvar”a gidiyordu. Yazları Ankara’ya geliyordu. İlk yaz geldiğinde dünya edebiyatından onbeş, yirmi kitap getirmişti. Yazları geldiğinde yukarıda çatı katında aylarca münavebeli olarak keman ve tıp derslerini çalışırdı. Erdoğan ve benzeri arkadaşları hayat boyu iki, bazan üç işi birlikte yapmak zorunda kaldılar. Müziğe erken başlıyan ve lise öğreniminde takılmıyanlar için şayet kapasiteleri yeterliyse, bunu başarıyla yapmaları olanaklıdır. Tabii böyleleri müzikte solist ve diğer işlerde zengin olamazlar. Yani böyle çalışanlar için ödül yok, özveri vardır.


     Bir de o zamanki, yani Cumhuriyet çocuklarının çalışkanlıkları, ailelerinin fedakarlığı onların yetişme ve meslek hayatında yardımcı olmuştur. Bu insanlar ve çocukları öğrenmeyle ilgili herşeye açıktılar. O zamanki yetiştirme ortamında müzik dinlemek, dünya edebiyatını ve resim sanatını tanımak ve buna yakınlarını teşvik etmek gerekiyordu. Erdoğan Saydam böyle şeylerde hem kardeşlerine hem arkadaşlarına yardımcı oldu.


     1943 sonbaharında Saydam ailesi Beşiktaş’ta 65 metrekare bir eve yerleşti. Erdoğan’ın hem üniversiteden hem konservatuvardan çok arkadaşı vardı. Yıllarca başta büyük ağabeyimiz olmak üzere hepimizin arkadaşlarıyla bu ev doldu taştı. Başta müzikçiler olarak, ama hepsinin müziksever olması şartıyla ev herkese açıktı. Bir süre değerli ressam Nuri İyem, Erdoğanın kemanla resmini yapmak için gelip gitti.


     Müzik dinlemek için konserler haricinde ilkel bir gramofon, “Ankara Radyosu” ve “Teknik Üniversite”nin klasik müzik yayınlarından başka bir olanak yoktu. Tabii bir de bizim evde yapılan beraber çalma da müziği tanımamızda büyük rol oynadı.


     Bizim eve gelen hepsi çok değerli bu gençlerin ortak yanları birbirlerini sevip hürmet etmeleri, hoşgörülü ve öğrenmeye açık olmalarıydı. Bu şekilde bu ev hepimiz için ikinci bir üniversite oldu.


     1954 yılında tıpla ilgili olarak Erdoğan Saydam benim müzik öğrenimi yaptığım Münih’e geldi. Beraber kaldık. Ona bir keman yapıcısından pahalı olmıyan fakat iyi ses veren bir keman ve bir viyola aldık. O zaman Münih’in en gözde viyola profesörü Georg Schmid’e gittik. Ağabeyim iki yıl kadar ondan ders aldı. Viyolada büyük bir beceri elde ederek bu çalgının inceliklerini kavradı. 1956’da İstanbul’a dönünce viyolacı olarak da müzik etkinliklerine katıldı.


     1958 yazı konservatuvarda müzik öğrenimi yapan ve öğreniminin Avrupa’da devamı kararlaştırılmış olan Hülya Serdaroğlu ile evlendi.


     1940’da İstanbul’da doğan ve beş yaşında piyanoya başlıyan Hülya Saydam “İstanbul Konservatuvarı”nda Rana Erksan, Demirhan Altuğ, Cemal Reşid Rey ile piyano çalışmıs, 1958’de “Devlet Müzik Sınavı”nı kazanarak yurt dışında öğrenim yapma hakkını elde etmişti. Erdoğan Saydam da Münih civarında “Deutenhofen Hastanesi”nde çalışmak üzere davet edilmişti. Münih’e gelen çiftin Prof. Rosl Schmid’in Hülya Saydam’ı sınıfına kabul etmesinden sonra Münih’te dört yıl sürecek olan çalışma hayatları başladı.


     Çok iyi ve disiplinli bir öğretmen olan Prof. Rosl Schmid’in Hülya Saydam’ın ilerlemesinde büyük rolü oldu. Hülya Saydam okulun diploma için gerekli yardımcı ders sınavlarını da başararak pek iyi dereceyle okulu bitirdi. Erdoğan Saydam hastanede çok sevilen ve beğenilen bir doktordu. Aynı şey yardımcı müzikçi olarak katıldığı “Graunke Senfoni Orkestrası” için de varitti. O Münih’te bu kurumların birinde kalabilirdi. Ancak hem eşinin hem kendinin aileleriyle güçlü bağları ve vatanlarında daha faydalı olabilecekleri inancı onları İstanbul’a döndürdü.


     Yurda dönünce 1963’te kızları İpek dünyaya gelerek onları çok mutlu etti. Erdoğan Saydam iyi bir babaydı. Kızını çok severdi ve İpek’in yetişmesinde büyük rol oynadı. İstanbul’a dönünce Hülya Saydam “Konservatuvar”da piyano öğretmeni oldu. Uzun yıllar yurt içinde ve dışında başarılı konserler verdi.


     Erdoğan Saydam “Şişli Efdal Hastanesi”nde görev aldı. Hastaneye yakın bir yerde oturdular. Daha sonra Gayrettepe’de son evleri olacak büyücek bir eve taşındılar.


     Çok yönlü bir kişi olan Erdoğan Saydam’ı anlatabilmek için onun çeşitli yönlerini tek tek ele almak gerekir. Önce onun icracı yönünü inceliyelim. Onun küçük yaşta intonasyon üzerinde titizlikle duran Berger ile çalışması, bir de kendi yeteneği gereği çok temiz bir intonasyonu vardı. Özellikle sol el tekniği çok iyiydi.


     Bazan günlerce keman çalmazsa, kemanı alınca hiç ara vermemişçesine çalardı. Güzel bir tonu vardı. Hepimiz O’nunla birlikte müzik yapmayı severdik. Ritim yönünden şaşmazdı. Kendini gösterme hevesine kapılmadığı oda müziğinde ideal bir ton kuvveti ayarlaması vardı. Orkestra’nın her yerinde keman ve viyola çalabilirdi. Tabii ben onun kemancılığını konservatuvardayken, evde çalışmasından bilirim. Çok güzel keman çalardı. Erdoğan Saydam’ın insan olarak uyumlu olması, konsantrasyonu, çalışkan oluşu da birlikte müzik yapmasını kolaylaştırıyordu. Ayrıca çok sayıda arkadaşıyla trio, kuartet v.b. topluluklarda çalmıştı. Dr. Hamit Alacalıoğlu’nun kurduğu ve yönettiği “İstanbul Yaylı Çalgılar Orkestrası”nda yıllarca kemancı olarak bulundu.


     Solist olarak gerektiğinde görevini telaşsız ve en iyi şekilde yerine getirirdi. Buna çeşitli konserlerde tanık oldum.


     Şimdi Erdoğan Saydam’ın öğretici tarafına değinelim. Genellikle büyük kardeşlerin küçükler için öğretmen olmaları doğaldır. Erdoğan bu görevini her sahada kardeşleri için fazlasıyla yerine getirdi. Kendimden bir örnek vermek gerektiğinde 1944’de “İstanbul Konseratuvarı”nın giriş sınavına beni hazırlamasını verebilirim. Yaz tatili boyunca benimle meşgul olmuş, sınavdan önce de beni öğretmeni Seyfettin Asal’a dinletmişti. Sertliğe baş vurmadan, fakat doğru bulduğundan ödün vermeden öğretmeye çalışırdı. Öğretme yeteneği büyüktü. Ölümünden bir süre önce kendi yetiştiği konservatuvarda keman ve viyola öğretmeni olmuş, bu süreçte öğrencilerince çok sevilmiş ve takdir edilmişti. Ayrıca keman ve viyola repertuvarının büyük bir bölümünü çalışmış ve bu eserleri en büyük ustalardan dinlemişti. Bu husus da geniş müzik kültürüyle birlikte öğrencilerine daha yararlı olmasını sağlamıştı.


     Şimdi de Erdoğan Saydam’ın hekimlik yönünü inceliyelim. Çetin bir tıp öğrenimini 1947’de bitirip iç hastalıkları uzmanlığı ihtisasını yaptıktan sonra Erdoğan Saydam Beşiktaş’ta oturduğumuz küçük evde iç hastalıkları uzmanı olarak muayenehanesini açtı. Önceleri pek gelen hasta olmadıysa da sonradan hastalar çoğaldı. Hastalar onun muayenesinden memnun kalıyorlardı.


     Yurtiçi ve dışında hastanelerde çalıştı. Bu hastanelerde beğenilip sevilen bir doktordu. Hastanede çalışmadığı ve muayenehanesi olmadığı yıllarda da hep aranan bir doktordu. Gayrettepedeki evinde bazan hastadan hastaya koştuğunu hatırlarım. Tabii hayatının büyük bir süresinin geçtiği orkestrada pek çok arkadaşının da doktoruydu. Konu komşu ve biz aile fertlerinin de doktoruydu. O’nun hekimliğine güvenimiz tamdı. Hastalıkların teşhis ve tedavisinde isabetli olduğuna hep tanık olduk. Maddiyattan uzak oluşu, insan sevgisi ve tıp bilgisi O’nda birleştiğinden iyi bir doktordu.


     Bir de Erdoğan Saydam’ın icracılığının yanı sıra zamanının çok büyük bir bölümünü almış olan, Türkiye’de müzik düzeyinin yükselmesi için gösterdiği etkinlik yönü vardı. 1962’de Almanya’dan İstanbul’a döndüğünde, 1960 ihtilalinin de etkisiyle her aydının, özellikle aydın müzikçilerin zihinlerinde “bulunduğum müzik kurumunun yükselmesi için ne yapabilirim?” sorusu belirdi. Önce müzikçiler kurumlarının Avrupa’daki benzerlerini incelediler. Sonra bu işi ancak biz hallederiz diye düşünüp (at binenin kılıç kuşananındır misali) orkestralarda yönetim kurulları oluşturup, iyi niyetli yöneticilerle temas kurdular ve onlara problemlerini anlattılar. Bu hareket Ankara’da başlayıp İstanbul’a sıçradı. Daha sonra da buna İzmir katıldı.


     Ancak iş müzik kurumlarının düzelmesiyle bitmiyordu. Önemli olan Türkiye’deki müzik düzeyinin nasıl düzeleceğiydi. Bu problemin açıklığa kavuşması ve çözümü için müzikçiler kendi dergilerini çıkarmağa başladılar.


     Bunun başında hala yayımı devam eden azimkar müzikçi Panayot Abacı’nın 1963’de yayımlamaya başladığı “Orkestra Dergisi” gelir. Erdoğan Saydam yayımı yeni başlıyan “Orkestra Dergisi”nde 1964’den itibaren üç yılı aşkın bir süre yazı yazdı.


     1964’de “İstanbul Radyosu Batı Müziği Şube Müdürü” oldu. “İstanbul Senfoni Orkestrası” 1950’den beri Cemal Reşid Rey’in gayretiyle kendisine tahsis edilen “İstanbul Radyosu Büyük Stüdyosu”nda prova, stüdyo konserleri ve kayıtları yapabileceği bir yere kavuşmuştu. Erdoğan Saydam’ın müzik müdürlüğü ve çalıştığı orkestra aynı binadaydı. Müzik müdürlüğü ve içinde bulunduğu “Orkestra Yönetim Kurulu” başta Alman, Avusturya olmak üzere diğer Kültür Merkezleri, müzik kurum ve dernekleriyle sıkı bir işbirliği içindeydi. Bu olanaklar ve azimkar çalışma sayesinde Erdoğan Saydam İstanbul’un müzik hayatının gelişmesinde rol oynadı.


     Ancak İstanbul’da bu olumlu gelişmenin yanında bir şey çözüme kavuşamamıştı. Bu da 1945’de Cemal Reşit Rey ve idealist gençlerin gayretiyle kurulmuş ve İstanbul’un müzik hayatına büyük hizmeti olan “İstanbul Belediye Senfoni Orkestrası”nın devlete geçmesiydi. Bu orkestra 1964’de Cemal Reşid Rey yönetiminde “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonu”nda çok başarılı bir konser vermiş, çok beğenilmiş ve o zamanki hükümet makamlarınca devlete geçmesi için sözler verilmiş ve bu iş için gereken kanun çalışmalarının başlatılacağı söylenmişti. Ancak bütün bunlar bir sonuç vermemişti. 1969’dan sonra orkestranın durumu iyiye gitmedi. Erdoğan Saydam 1972/1973 konser sezonu açılış konserinin programında yazdığı yazıda bu durumu şöyle anlatıyor: “1969’da İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin kurulması ile topluluk özellikle genç elemanlarını bu yeni kurumun Orkestrasına vermek zorunda kalmıştır. 27 müzikçinin ayrılması ‘Şehir Orkestrası’nın sanat gücünü birdenbire zayıflatmış, fakat buna rağmen topluluk çalışmalarına devam ederek üç yıl daha görevini sürdürme gayreti ile adeta çırpınmıştır. Şehir Orkestrası, 1972 Mayıs’ında bünyesinde bulunan ve fakat yaşlanan onbeş üyesinin de emekliliğe ayrılması sonucu ancak otuzbeş kişi kalmıştır. İşte o an Devlet Bakanlığı bu topluluğa elini uzattı ve yıkılmasını önledi.”


     Ben de olayın daha iyi anlaşılması için buna şu anımı eklemek isterim. O yıllarda Erdoğan Saydam orkestranın yönetim kurulu başkanıydı. Onun “İstanbul Radyosu Batı Müziği Müdürlük Odası”nda O, ben ve orkestranın önde gelen birkaç üyesiyle orkestranın durumunun nasıl düzeltilebileceğini konuşuyorduk. O zaman C.S.O.’daki biz dostlarının da yardımcı olabileceğini söylemiştim. Erdoğan Saydam İstanbul-Ankara arasında bir kaç kere gidip geldi ve ilgili makamlarla yapılan konuşmalar sonucu “İstanbul Belediye Senfoni Orkestrası”, “İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası” oldu.


     Orkestra kurtulmuştu. Şimdi eksik kadrolar v.b. işlerle uğraşmak gerekiyordu. Bu işlerde o zaman Kültür Bakanlığı Müsteşar Muavini olan Ulvi Yücelen yardımcı oldu.


     1970 yılında “Atatürk Kültür Merkezi”nin yanması sonucu orkestra 1972/1973 konser sezonu konserlerini “İ.T.Ü. Maden Fakültesi Salonu”nda vermek durumunda kaldı. 1977/1978 konser sezonu konserleri onarım bitmiş olduğundan “Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salonu”nda yapıldı. O zaman Erdoğan Saydam orkestranın müdür muaviniydi.


     Erdoğan Saydam 1982’de müdür olarak seçildikten beş altı gün sonra odasında arkadaşlarıyla sohbet ederken evrak çantasını elinden düşürdü. Beyin kanaması olduğu anlaşıldı, hemen hastanede tedaviye alındı.


     Almanyadayken çağrıldım ve hemen geldim. Hepimizi tanıyor ancak çok az konuşabiliyordu. Sevgili eşi Hülya ve kızı İpek başındaydılar. Sevenleri çoktu, ziyarete geliyorlardı. Hasta yattığı on günde güler yüzle adeta onlarla vedalaşıyordu. O günlerde az da olsa iyileşir diye ümide kapılındıysa da, bu ümitler boşa çıktı.


     61 yaşını bitirdikten bir hafta sonra 25 Ekim 1982’de vefat etti. Çalışma yeri olan “Atatürk Kültür Merkezi”nde “Büyük Salon”da tören yapıldı. Bu törende tabutu önünde söylenenler bu güzel doğmuş, çok çalışmış, öz verili insanın ne kadar sevildiğini ve şükranla anılacağını az da olsa gösteriyordu. En yakınları eşi Hülya ve kızı İpek’in o zamanki acılarını anlatmak olanaksızdır. Ölümünden bu yana yirmialtı yıl geçmesine rağmen biz kardeşleri altmışbir yaşındaki ağabeyimizin ölümüne hala inanamıyoruz. Aynı hisleri bütün dostları da yıllarca kalplerinde taşıdılar.


Erdoğan Saydam

Erdoğan Saydam




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5793777
Online Ziyaretçi Sayısı:25
Bugünlük Ziyaret :765

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.