16.09.2014 / Ekrem Ataer - İşçi Marşı (!)
Bir zamanlar işçi marşları söylerdik, bağır bağır. “Dünyanın Bütün İşçileri” diye başlar ve emeğin enternasyonal dayanışmasını seslerimizle yükseltirdik. Can Yücel’in “İşçi Marşı”nı da bendeniz bestelemiştim. Canım çıkmıştı bestelerken. Bir türlü beğenmiyordu Yücel. “Basso yaylılara yüklen, mutlaka koro olmalı” gibi önerilerini yağmur gibi yağdırmıştı üzerime. Söylediklerinin hepsi de doğru ve yerindeydi. Sonunda “Kuzguncuk” kahvede yumruğunu havaya kaldırıp “Tammam şimdi oldu!” diye icazet vermişti. Aslında icazet verdiği şiir değil, beste değil, iki üretimin de içinde olan heyecan ve başkaldırıydı. Dizelerle yükselen örgütlenme ve dikbaşlılık, notaların isyanına ve çığlığına harmanlanmıştı. Tam da buydu işte Can Yücel’le birlikte aradığımız. Bir keresinde beni fena sıkıştırmıştı köşeye. Datça yıllarında bizim evdeyiz, Aydın Çubukçu dost da yanıbaşımızda. Verdi sazı elime ve “Hadi şiiri ben okuyacağım, sen bestele bakalım!” dedi. Kalakaldım tabii ve usta boğuk sesiyle meseleyi özetledi. “Birlikte üretemedikten sonra, gerisi hikaye...”
Daha başkaydı 90’lı yıllar. Türkiye solunun hala sınıfa dayalı politikalarının olduğu, sendikaların daha dik, daha kemikli durduğu yıllardı sanki. Ve sanki Türkiye solu, Kürt ve Alevi gerçekliğinin farkındaydı ama Kürt-çülüğün ve Alevi-ciliğin bu kadar kuyruğuna takılmamıştı. Ve sanki, sendika liderleri belki bu kadar milletvekili olma hayalleri kurmuyordu. Ve biz işçi marşları söylüyorduk işçi kardeşlerimizle, kocaman ellerinden tutarak.
Sanki o yıllarda ve daha öncesinde sol, daha bir soldu. Sendika daha bir sendikaydı. Ve sanki işçi kendini bu kadar yalnız hissetmiyordu. Ve sanki o yıllarda sol, sınıf bilinci ve hareketiyle daha sokaktaydı. Ve sanki meydan bu kadar boş değildi.
Peki Ya Bugün!
Bugün geldiğimiz nokta ise normal aklın alacağı sınırlarda değil. Tersanelerde, madenlerde, inşaatlarda, atölyelerde göz göre göre katliamlar olur, doğru dürüst kimsede ses yok, tepki yok. Sendikalar adet yerini bulsun kıvamında, siyasi partiler salya sümük gözyaşı, medyanın bir kısmı vurdum duymaz, duyarlı olan da “tamam şimdi yakaladık” diye siyasi telaş peşinde. İşçi yalnız, işçi yenik, işçi acılı, işçi kayıp...
32 kattan asansör çakılır, son Türk Büyüklerinden biri çıkar: “Bu ölenler şehit sayılır.” der ve dinsel ögelerle milletin öfkesini azaltmaya çalışır. Ardından bir başka Türk Büyüğü “Olmaz der, bunlar şehit sayılmaz, şehitlik dinseldir.” Başka bir Türk Büyüğü “Bundan sonra başka önlemler alacağız” der. Daha başka bir Türk büyüğümüz ise “Hükümet istifa etsin” der. Kısacası herkes rolünü oynar. Fakat yine işçi yalnız, işçi yenik, işçi acılı, işçi kayıp...
Sendikaları sormayın onlar başka bir alem. Ama işçi aynı, emek aynı, acı aynı, zulüm aynı.. Sendikalar çeşit çeşit.. Sağcısı, solcusu, ortayolcusu.. Fakat yine işçi yalnız, işçi yenik, işçi acılı, işçi kayıp... Can Yücel o gün o masada ne güzel söylemiş bana; “Birlikte üretemedikten sonra kazanamayız, benden şiir, senden beste ama hemen, şimdi, geç kalmadan!”
Lafı uzattık herhal ama sizi bilmem! Ben artık o marşları tekrar tekrar söylemek istiyorum, bağır bağır, cayır cayır.
Başları bozuklar var şimdi bize tek engel
Hava döndü, işçiden, işçiden esiyor yel!
Aydınlık Gazetesi - 16.09.2014, Salı