02.03.2015 / Zafer Yümlü - Bizi Kimler Anlamadı?


    
Beni kimler anlamadı? Ailem mi? Arkadaşlarım mı? Öğretmenim mi? Yoksa ben mi?


     Beni kimler anlamadı? Gelin bu sorunun cevabını şimdi kendimiz arayalım.


     Yeteneklisin dediler. Farklısın dediler. Konservatuvara seçtiler.


     Beni ailem anlamadı...


     Önce hindi gibi kabararak hava attılar herkese. Hava atılacak bir şey değildi aslında. Kiminin tıp alanına, kiminin matematiğe yeteneği vardır. Benim de müziğe vardı. Sonra yerden yere vurdular. “Ne o öyle gıy gıy, çalsana bi oyun havası” dediler hep. Çalamayınca beceriksiz oldum. “Mozart, Beethoven bilmeyiz biz, bize bizden çal” dediler. Oysa konservatuvarda sadece klasik batı müziği öğretiliyordu. Diğerleri pisti, kötüydü. Çağdaş Türk bestecilerinin eserleri bile çok nadiren çalınırdı. Türk makamları öğretilmezdi hiç.


     Beni arkadaşlarım anlamadı...


     “Sende kulak varmış, bizde de iki tane var”, “On yıl okudun şu kemanı, bir alaturka çalamıyorsun. Kordondaki çalgıcı senden daha iyi” dediler. Bilmediler hiç kulak var demenin detaylı duyma yeteneği olduğunu. Suç onlarda değildi. “Milli Eğitim” öğretmemişti sanat eğitiminin ne ve nasıl olduğunu. Müzik, angarya dersti hep.


     Beni öğretmenlerim anlamadı...


     “Sen en iyi kemancı olacaksın” dediler. Hep enstrüman çalmayı öğrettiler. İyi enstrümancı oldukça her şey serbestti. Solist mi olmak istiyorsun, orkestracı mı, öğretmen mi diye sormadı kimse. Hep yarıştırdılar. Onlar ne derse onu yapacaktım. Sözlerinden çıkmak, başka hocalarla çalışıp fikirlerini almak yasaktı. Onları geçmek vatan hainliğiydi. Kendimizi bulunmaz hint kumaşı gibi sanmamızı sağladılar. Aslında hiçtik. Toplumdan kopuk bir öğrencilik yaşadık. Antisosyaldik.


     Yıllar geçti, kurumlara girdik. Bizi, biz anlamadık. Konservatuvar yıllarının çok etkisini gördük. Aynı orkestrada birbirimize düşmandık. Selamsızdık. Konservatuvardaki hocalarımızdan öğrenmiştik bunu. Yüzümüz hiç gülmedi. Hep yarıştık birbirimizle. Hep birbirimizin kuyusunu kazdık. Basında, sokakta hep yalan söyledik halka. “O dünya çapında şef”, “O dünya çapında bir solist” diye köyden çıkmış ama köyünü tanımayan kişileri göklere çıkarttık. Dünya’nın onlardan haberi yoktu oysa.


     Solist olamadık. Öğretmen olamadık. Orkestracı olamadık. Sadece çalıcı olduk. Çalgıcı memur olduk. Otellerde, düğünlerde çalmayı marifet sandık hep. Paranın kölesi olduk.


     Ben kim miyim? Ben operada keman sanatçısıyım. Hani şu çukurda çalanlardan. Sizin duyup görmediğiniz orkestra. Kafasına kadeh, kılıç düşen. Orkestra çukurunu su basınca suyun içinde çalan. Havasız bir çukurda kan ter içinde çalan orkestra. Senfonideki arkadaşların yüzünü görürsünüz. Biz ise köstebek gibiyizdir çukurda.


     Avrupa’da opera orkestraları en gözde orkestralardır. Bizde ise çukurdaki köle. Şeflerin köleleri. Kimsenin umurunda da değilizdir. Türkiye’deki şefleri, Dünya’da tanıyan da yoktur aslında. Dünya ile alakaları yoktur çünkü. Kendi bohem dünyalarında yaşarlar. Koro şefi, senfoni orkestrası yönetir; bando şefi, pop orkestrası bizim ülkemizde. Her şey birbirine karışmıştır yani. Orkestradan ayrılsalar bile emekli olana kadar hiç iş yapmadan maaş alır bu insanlar.


     Bizi biz anlamadık kısacası. Anlamak istemedik çünkü.


     Anlatamadık ki...


     İzmir - 02.03.2015, Pazartesi




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5785516
Online Ziyaretçi Sayısı:10
Bugünlük Ziyaret :969

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.