19.03.2015 / Fikri Akdeniz - Sanat ve Toplum İlişkisinde Bilimin Yeri


    
Yazımıza İngiliz bilim insanı Charles Darwin’in (1802-1882) 3. kuşaktan torunu yazar Randal Keynes’e (1948-) ait olduğu ifade edilen ve bilim ve sanatın önemini vurgulayan bir betimleme ile başlayacağım. “Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olurlar. Tavuk toplum, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz.” Ne kadar da doğru bir saptama. Sanatın, dolayısıyla yaratıcılığın olmadığı yerde bilim asla gelişemez. Çünkü bilimsel merak ve araştırma, kesinlikle yaratıcılık ister. Bilimsel gelişmelerin ışığı olmadan da, sanat ve yaratıcılık olduğu yerde sayar, gelişemez.


     Sanat Nedir?


     Sanat, bir toplumun ortak duygu ve düşüncelerinin, yaratıcılığının, ortak zevklerinin ve yaşam tarzının en belirgin yansımasıdır. Diğer bir yaklaşımla sanat, duygu ve düşünce dünyasının estetik ölçülerle birlikte anlatım biçimi olarak tanımlanmaktadır. Doğal olarak, bir toplumun sanat değerleri o toplumun kültürünün en önemli bileşenini oluşturur. O nedenle günümüzün modern toplumsal yaşamında sanatın özellikli ve vazgeçilmez yeri ve önemi bulunmaktadır.


     Sanat denildiğinde resim, müzik, heykel, mimarlık, edebiyat, tiyatro, sinema, opera, bale gibi birçok sanat dalından konuşuyoruz.


     Güzel sanatlar deyince yaratıcılık, duygu yüklü mesajlarla insanın kendini ifade ettiği çizim, boyama, desen, toprak işleme ve pişirme ile başlayan; daha sonra çini, seramik, mimarlık, heykel vb. katılarak devam eden görsel sanatlar akla gelmektedir. Bununla birlikte müzik, edebiyat, tiyatro, şiir vb. insanda coşku ve hayranlık uyandıran sanatlar da güzel sanatların bir koludur. Günümüzün sanat eserleri teknolojinin de en üst düzeyde katkıda bulunduğu çağdaş resim, heykel, roman, tiyatro, sinema, cam ya da seramik yapılar; akustiğin, optiğin ve oyun gücünün birleştiği büyük sahne oyunları gibi modern tasarımlardır.


     Sanatın Gelişimi


     İlk çağlarda insanların mağara duvarlarına yapmış oldukları resimler de ilk sanat ürünü olan eserlerdir. Çin, Hindistan, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu’da kurulan uygarlıklar, tüm insanlık tarihi üzerinde etkili olan yeni uygarlıkların ortaya çıkışını hızlandırdı. İnsanlığın sanat mirasının temellerini bu eski uygarlıklar oluşturmuştur. Farklı kültürlerin sanat alanında ortaya koyduğu bütün eserler, insanlığın sanat mirasını oluşturmaktadır. İlk insanlar, başlangıçta çevrelerindeki olaylardan etkilenir ve bunlara bir anlam veremezken zamanla düşünmeye; doğayı gözlemlemeye başlamıştır. Çevresinde olup bitenleri anlamaya çalışmak, olaylar arasında ilişki kurmak, insan düşüncesini geliştirmiştir.


Fikri Akdeniz-1

Fikri Akdeniz-2

Fikri Akdeniz-3


     İnsanlığın oluşumundan itibaren temeli atılmış olan sanat, başlangıçta bilinçli bir çabanın ürünü olarak değil içgüdüyle mistik bir düşünüş ve inançlardan ortaya çıkmış, toplumların algılama ve bilinç düzeyinin gelişimine paralel olarak ilerleme ve değişim göstermektedir. Sanat, insanlık tarihinin her döneminde var olan bir olgudur. İnsanlığın geçirdiği evrimler yaşam biçimlerini, yaşama ve sanata bakışlarını değiştirmiştir. Her dönemde ve her toplumda, sanat farklı görünümlerde ortaya çıkmıştır.


     Sanat, düş gücünü ve düşünceyi ayakta tutar.


     Sanat, çağımızda yitirilmeyecek salt gerçeği ve güzeli aramaktadır. Bir sanatçı, evrimini ancak bu tür arayışlarla sürdürebilir. İster resim, müzik, fotoğraf, ister heykel, tiyatro, roman olsun, her ne olursa olsun, insanlar bunları kendi iç dünyalarının yol haritasına göre okumaya çalışır ve yorumlar. Böylece birey, kendi duygu ve düşüncelerinin ne olduğunu anlayıp yaşadığı toplumu, doğayı, olay ve olgularını biçimlendirmeye çalışır.


     O halde sanatın amacı nedir? Sanatın amacı “toplumu eğitmek, halka bir kültür ve yaşam biçimi vermek” olmalıdır. Sanatlar, bilim ve akıl ile birlikte insanların doğayı öğrenmesini sağlar. Sanat hem duyguları hem de aklı yetkinleştirir.


     Şimdi kendimize sanatçı ve aydın sanatçı kimdir sorusunu sorabiliriz:


     Yalnız yetenekleri yönüyle diğerlerinden farklı olan insan için sanatçı denilebilir mi? Bu kimilerinin bazı yeteneklere sahip olması, onların sanatçı olmasına yeter mi? Her resim veya heykel yapan, şarkı söyleyen, birkaç filimde oyunculuk yapan, gazete köşelerine karikatür yapan, kısacası her önümüze sunulan kişiye sanatçı ve aydın sanatçı denilebilir mi? Aydın insan, sözcüğünün yerine kolaylıkla “sanatçı” sözcüğü koyulabilir mi? Sanatçı kimliği bir toplumda kolay elde edilir bir kimlik olabilir mi?


     İçinde yaşadığı toplumun “aydın”ı olan sanatçı kendi çağının tanığı olmalıdır. Sanatçı, tanıklığını estetik bir biçimde ve etik bir kaygıyla yansıtıp toplumsal iletişimi sağlayabilmelidir.


Fikri Akdeniz-4


     * Sanatçı, anlağı (zekası) ve sezgileriyle, ürettikleriyle çağının önünde giden insan olmalıdır. Kültürünü ve ülkesini tanıtmak, köklü bir geçmişe sahip olmasını sağlamak görevi sanatçıya düşmektedir. Sanatçının en önemli görevi yaşadığı toplumu, uygarlaşma sürecinde üst düzeylere çıkartmak olarak bilinmektedir.


     * Sanatçı toplumun duygu ve düşüncelerini, bunlara kendi düşünce ve yaratıcılığı ile duygularını da katarak çeşitli şekillerde, dile getiren ve bunu toplumla paylaşan kişidir.


     * Sanatçı, bir dünya görüşü ve bir duruşu olan, algıladığını yorumlayan, yaratıcı gücü olan, estetik bilgiyi özümseyip, konunun en farklı anlatımını tasarlayan ve özel bir teknikle somuta indirgeyebilen kişidir.


     Ulusumuzu her konuda olduğu gibi, sanata yönelme konusunda da özendiren kişi Atatütürk’tür. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk 1923 yılında Halk Evi’nde ressamlarla yaptığı bir söyleşide şöyle demektedir:


     “... Sanatçı da, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” Atatürk’e göre “Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, ezgi ile olursa müzik, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.”


     * Aydın sanatçı, tüm birikimini toplumun yararına sunan, kendi sanatçı disiplini içerisinde son derece dirençli, insan sevgisi ile dolu, kendi çıkarlarının toplum çıkarı ile özdeş olduğunu bilen, bencil olmayan, bedensel gereksinimlerinin tutsağı olmaktan kurtulmuş yapısıyla, örnek bir duruş  sergileyen kişidir.


Fikri Akdeniz-5


     * Bilimsel verilerin de ışığı altında, aydın sanatçıyı, toplumun gereksinimlerini görerek, ürettiği eserlerde ülke koşullarındaki olumsuzluklara karşı çözüm yolları üretebilen ve bu nedenle de toplumun geleceğine yön veren kişi olarak tanımlamanın yanlış olamayacağını düşünüyorum.


     Ünlü Alman düşünür, şair, yazar ve tarihçi Friedrich Schiller’in (1759-1805) “Sanatlar, özgürlük tarafından emzirilince büyürler” demiştir.


     Şimdi kısaca “Toplum nedir?” konusuna değineceğim.


     Toplum: Belli bir coğrafyada gereksinimlerini karşılamak için ilişkiler kuran, birbirlerini etkileyen ortak bir kültürü paylaşan insan birlikteliğidir.


     İnsanlık tarihi geçmişten günümüze kadar üç önemli aşamadan geçmiş, üç önemli devrim yaşamış ve dönüşüme uğramıştır.


     1-İlkel toplumdan sonra, bunların ilki tarım toplumuna geçişti.
     2-Sanayi devrimi, insanlık tarihinin ikinci dönüşüm aşaması olmuştur. Sanayi toplumu.
     3-İnsanlık tarihinin üçüncü dönüşüm aşaması ise “İletişim-Bilişim Devrimi”dir Bilgi toplumu.


     Toplumsal gelişmede sanat ve sanatçı etkileşimi:


     Toplumların zaman içindeki gelişim ve değişimi, o devirlerin sanatçılarını ve sanat tarzlarını da etkilemiştir. Yani sanat eserleri ve sanatçılar içinde bulundukları zamanı ve o zamanda geçenleri daha sonraki kuşaklara aktaran tanıklardır.


     İnsanlığın oluşumundan itibaren atılmış olan sanatın temeli, toplumların algılama ve bilinç düzeyinin gelişimine paralel olarak ilerleme ve değişim göstermektedir.


     Toplumların uygarlık tarihi, sanatın da tarihidir. Sanatsal kültürün gelişmesini sağlayan bütün kaynaklar toplumsal etkiden yola çıkar. Toplumu ruhsal ve düşünsel anlamda başarıya ulaştıracak temel olgunun sanat olduğu unutulmamalıdır. Sanatçı, toplumsal duyarlılık ve algılardan kopuk olmayan, toplum için bir anlam ifade edebilen, toplumsal bellekte iz bırakan ürünler ortaya koymalıdır.


     Sanatın toplumsal bir olgu ve toplumsal bilincin bir ögesi olduğu unutulmamalıdır.


     Leonardo Da Vinci “Sanat en büyük eylem” belirlemesini yaparken, burada sanatçının duruşu önemli bir faktör olarak önümüzde durmaktadır.


     Sanat, sanatçının iç dünyasını dışa yansıtan ayna olduğu gibi, toplumun da aynasıdır. Toplum ile sanat arasında öyle yakın bir ilişki vardır ki, bir toplumun bütün özelliklerini sanatından çıkarmak mümkün olur. Sanatçı topluma dayanır; gücünü, üyesi bulunduğu toplumdan alır.


     Sanatçı, ancak kendisini anlayabilecek dereceye gelmiş bir toplum üzerinde etkili olabilir. Sanatçı, gerektiğinde toplumun değişmesine önderlik te etmelidir.


     Neden sanat yapıyoruz? İnsan için sanat neden gereklidir?


     “Sanatın Gerekliliği” kitabının yazarı Ernst Fischer şu soruyu soruyor: “Neden gerçekleşmemiş yaşantılarımızı başka görüntülerle, başka biçimlerle gerçekleştirmek istiyoruz?” Bu sorudan anlaşıldığı gibi, insan sanatla kendisini aşmak ve sınırlı benliği sanatla bütünleşerek toplumla birleşmeyi istiyor.


     Sanat eserleri, geçmişin bilinmesine ışık tutar ve zamanlar arasında köprü oluşturarak tarihin dilimleri arasında bir araya gelemeyecek insanların birbiriyle etkileşimini sağlar. Kısaca, sanat insanın yaşadığı evreni anlama ve o evrene hükmetme çabasının bir ürünüdür. Sanat, insanın sonlu yaşamından, evrenin sonsuz yaşamına bıraktığı bir gerçekliktir.


Fikri Akdeniz-6


     Ayrıca, birey ve toplum açısından bakıldığında sanat, bir toplumun ya da sosyal sınıfın egemen estetik zevklerinin en yetkin ifadesidir. Böylece sanat bireylerin kişilik oluşumunu etkiler.


     Sanatı biçimi ve anlamı ile kendisini üreten dönemdeki yönetim biçimi, toplumsal yapı, coğrafi konum ile birebir ilişkisi ve etkileşimi vardır. Bu nedenle sanat “Toplum kültürlerinin somutlaşarak biçimlenmiş ifadesidir.”


     Sanat, insanların kendilerini ifade etmelerini sağlayan bir araç, kültürü oluşturan, insanı toplumsallaştıran, toplumsal yaşamda sosyal iletişimi sağlayan doğal bir dildir.


     Sanat ancak toplumun sanatsal kültür sistemi içinde gerçekten var olabilir. Sanatsal kültürün gelişmesini sağlayan bütün kaynaklar toplumsal etkiden yola çıkar. Sanatın toplumsal konumda karakteri, sadece sanatta hangi fikirlerin ortaya konup toplum içinde yaygınlaşmış oluşuyla kendini belli etmez. Ortada konumsal ayrılıkların olması ya da olmaması ile toplumsal kesimler arasındaki ilişkiler, sanatsal yaratının estetiksel doğrultusunu etkiler.


     Ayrıca doğru tanımlanan bir sanat ve sanatçının toplumun geçmiş ve geleceği arasında tarihsel özgürlük belleği anlamına geldiği de unutulmamalıdır.


     Bilim


     Bilim, insanların kendilerini ve çevrelerindeki diğer varlıkları anlamak ve bu varlıkların birbirleri ile ilişki ve etkileşmelerini inceleyip, oluşan olayları açıklayabilmek için uyguladıkları yöntem ve etkinlikler ile ilk çağlardan günümüze kadar elde edip biriktirerek yeni kuşaklara aktardıkları bilgilerin tümü olarak tanımlanabilir.


     Kısaca, bilim doğru düşünme ve sistematik olarak bilgi edinme sürecidir ya da doğayı anlama yöntemidir. Bilim, evrende olup biteni öğrenme isteğinden doğmuştur.


     Bilimin amacı: Evrende gerçeği bulmak, ortaya koymak ve geleceğe ilişkin bazı varsayımlarda bulunmaktır. Sistematik şekilde insan ve insanlık yararını gözeterek değerlendirmektir. Böylece bilim düşüncede, toplumda ve dünyada düzen yaratarak kişiden kişiye değişebilen yargı ve tercihler yerine tarafsız ve sağlıklı ölçütler getirir.


     Bilimsel araştırma yapmanın amacı bilimsel bilgi elde edebilmektir. Bilimsel bilgi insanın çağdaşlaşması ve refah düzeyinin artması yolunda en etkili güçtür.


     20. yüzyılın en büyük aydınlarından bir olan astrofizikçi ve evrenbilimci Carl Sagan (1934-1996) bilimi karanlıkta yanan bir mum olarak tanımlamıştır. Diğer bir deyişle, bilim insanlığın karanlıkta yolunu bulması için icat edilmiş bir aydınlanma aracıdır. Bilim, insanlığın tarihi boyunca geliştirdiği en güvenilir, en mantıklı, en gerçekçi en başarılı ve en güçlü düşünce yöntemi olan bilimsel yöntemle yapılır. Hacı Bektaş Veli’nin deyişiyle “Bilimsiz yol karanlıktır.”


     Bertrand Russell’ın (1872-1970) ifadesiyle “Bilimin tuttuğu ışığı söndürmek, yaşam ortamımızı çoraklaştırmakla kalmaz, bizi yeni bir karanlık çağa sokar; tıpkı parlak Antik Çağ’ı bildiğimiz karanlık çağın boğması gibi. Bilgi edinmede, bilimsel yöntem dışında izlenecek bir yol yoktur.”


     Günümüz dünyasında gelişmiş olarak nitelendirdiğimiz ülkelerin tümü bilime ve bilimsel araştırmaya büyük yatırım yapmış ülkelerdir. Hatta bu ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ile bilime yaptıkları yatırımın miktarı arasında doğru bir orantı vardır.


     Bilim ve teknolojinin yoğun bir şekilde yaşandığı günümüzde kültür ve sanatın da aynı yoğunlukta değerler sistemi içinde yer aldığı ve çağa uygun özellikler geliştirdiği görülmektedir.


     Bilim, Sanat ve Toplum Etkileşimi


     Günümüz dünyasının bilim düzeyinin, sanat düzeyinin birleştirici ve bütünleştirici yapısı gelecek için umut veriyor. Bir toplumda matbaanın 300 sene sonra kullanılmaya başlaması, konuşma dilinde kitap basılmaması, Avrupa biliminden yararlanılamaması, 18. yüzyıl sonuna kadar medreselerden başka okul olmaması, kendi dilinde okuyamayan cahil bir toplum yaratmıştır.


     Doğan Kuban’ın CBT, 10 Ekim 2014 tarihli yazısında belirttiği gibi “Bir toplumda cehalet kuşkusuz öğretimsizlikten kaynaklanır, öğretimsizlik ise öğretilecek bir şey olmamasından değil, bilginin dışlanmasından ya da varlığının zararlı görülmesinden kaynaklanır.” Özellikle bizim toplumumuz gibi geç uyanmış bir toplumda, düşüncenin henüz ulaşamadığı yerler bulunmaktadır. Bazı ayrıcalıklı ve dünyanın en aydın insanlarının olması cehaletin olasılığını değiştirmemektedir. Yaşamın anlamını vurgulayan şey ölüm, bilgiyi değerli kılan ise her zaman cehalet olmuştur.


     Özgürlüğü kısıtlanan Galileo Galilei “Bu dünyada bilgisizliğin bilime karşı duyduğu kin ve nefretten daha zorlu bir düşmanlık yoktur” diyecektir.


     Doğan Kuban’ın (CBT 9 Ocak 2015) ifadesiyle “Çağa ayak uyduramayan toplumların temel sorunu, çağdaş yaşam deneylerinin yüzeyselliği nedeniyle, dünyanın geleceği ve potansiyelleri bağlamındaki bilgisizliklerinden kaynaklanıyor.”


     21. yüzyılın çağdaş toplum yaşamı; yeni teknoloji satın almak, otomobil, televizyon, elektronik cihaz satın almak, lüks yapı yapmakla, dünyanın bilgi toplumuna sahip insanları gibi yaşamaya özenmekle elde edilemiyor. Yılda ortalama bir kitap bile okumayan, kent trafiğini kontrol edemeyen, sanatı dışlayan, çöpünü dahi temizleyemeyen, bilimi önemsiz gösteren, tarihini bilmeyen, sorgulamayan toplumların gelişerek yaşamaları zor ve gelecekleri umut verici değildir.


     Bu türdeki çağdaş görünümlü, ortaçağ düşünceli toplumların düşünsel aydınlanmaya, bilinçli ve duyarlı olmaya gereksinimleri var. Bunun için toplumu birleştirici söylemler ve çabalar gerekiyor. Bilime dayalı entellektüel düşünce topluma egemen olmadan, sanat toplum yaşamında etkin biçimde yerini almadıkça çağdaş uygarlığa ulaşabilmek kolay olmayacaktır. Düşünmek yaşamda seçim yapabilmenin aracıdır. Düşünmenin de soru sormakla başladığını toplum bireylerinin öğrenmeleri gerekir.


     Uygarlığın sigortasının bilgi olduğunu topluma anlatabilmeliyiz. Bilim ve teknolojinin yer almadığı, sanat ve düzeyli açık oturumların yerine yüzeysel eğlence programlarının insanları televizyon başına çektikleri toplumlarda nasıl gelişme beklenir?


     Toplumun, fakir ya da orta halli ve yeterince uyanmamış kesiminin geleceklerini teslim edecekleri, doğru konuşan iyi niyetli bilgili, hoşgörülü, bilime inanan, güvenilir yöneticilere gereksinimi var. Bunu anlayacak kadar aydınlanamayan toplum acı çekmeye devam edecektir.


     Toplumlar geçmişlerini anımsamadıkları zaman bugünlerini de anlayamazlar. Ülke ve ulus bilinci belleklerde yerleşmelidir. Müşteri statüsünde kalan toplumlar kapitalist mekanizmanın çarkında ezilip kalmaktadırlar. Toplumsal yaşamda bir boşluk oluşmuşsa, Tevfik Fikret’in dediği gibi “Özgürlüğün, bağımsızlığın, namusun, umudun kalmadığını düşünmekten kaynaklanan boşluktur.”


     Çağdaş Bilim ve Sanatta Ortak Yanlar ve Farklılıklar


     Bilim, insanların daha iyi yaşam koşullarına sahip olmasına, var olmayan bilgi ve olguları bulmasına ön ayak olmaktadır. Bilimi sanattan ayıran temel fark; sanat kişiden kişiye, toplumdan topluma değişiklik gösterirken, bilim toplumdan topluma değişmez. Çünkü düşünce aktarımı, duygu iletimi kadar kolay ya da kendiliğinden olan bir eylem değildir. Duygunun iletilmesi için, duyguyu verenin ve alanın özel çabalar sarf etmesi gerekmiyor. Her ikisi de doğal ortamlarında iken duygu transferi kendiliğinden oluyor. Oysa, düşüncesini iletmek isteyen bilim insanının bu iş için özel çaba harcaması gerektiği gibi, düşünceyi alacak kişilerin de benzer ya da daha büyük bir çaba harcaması gerekir. Bilimde deney, gözlem veya akıl yürütmeyle bilgi üretme süreci tekrarlanabilir olmalıdır. Yani birinin, bilimsel bilgi diye ortaya çıkardığı bilgiyi, aynı koşullarda aynı yöntemlerle başkaları da üretebilmelidir.


     Bilim ve bilişim çağı olarak adlandırılan 21.yüzyılda bilişim düzeyinin artışı insanlığın aydınlanmasına büyük katkı yapacağı açıktır. Ancak bu hedefe ulaşmak, sanat ve bilim tarihinde var olan örneklerden de göreceğiniz gibi, bilim ve teknolojinin sanatla kaynaşması ile mümkün olabilecektir.


     Büyük matematikçi, fizikçi ve gökbilimci Galielo Galilei (1564-1642) ile başlayan; akılcı gözlemleri ve tekrarlanabilir deneyleri temel alan çağdaş bilim, günümüzün teknolojisinin ve uygarlığının başlangıcıdır. Avrupa’da gerçekleştirilen bilimsel araştırmalar ve sanatsal etkinlikler önce aydınlanma devrimini ve sonra günümüzün uygarlığını yaratmıştır. Bu devirde araştırmalar ve sanatsal yapıtlar sadece varlıklı, ama meraklı, yetenekli ve eğitimli kişiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak araştırma sonuçları ve üretilen sanat ürünleri toplumun malı olmuştur. Bu ortamda ulaşılan kişisel başarılar ve buluşlar; toplumda özgüveni, bilinçlenmeyi, yeniliklere açık olmayı ve bilhassa yaratıcılığı da beraberinde getirmiştir.


     Bilim en az sanat kadar toplumun hizmetinde olmasına karşın, toplum sanata bilimden çok daha yakındır, daha çok meraklıdır ve ilgilidir. Halk sanat insanlarını bilim insanlarından daha çok tanır ve yapıtlarına daha çok ilgi gösterir. Bu da bilim ve sanat arasındaki farklardan biridir. Bilimde, aynı konudaki farklı iki kuram eşzamanlı yaşayamaz. Bu özellik, bilimi sanattan farklı kılan başlıca niteliklerinden biridir.


     Bilimi ve bilim insanını anlamak, ona ilgi ve sevgi göstermek çok alışılmış bir davranış değildir. Bu gerçeği anlatan bir hikaye iletmek istiyorum: Albert Einstein (1878-1955) kendisinden daha ünlü olan sinemanın en büyüklerinden Charlie Chaplin ile (1889-1977), kısaca Şarlo ile tanışmak ister. Bunu duyan Şarlo dahi bilim insanını bir filminin galasına davet eder. İki müthiş adam, smokinleri giymiş, papyonları takmış ve kol kola girmiş durumda kırmızı halıda yürürken etraftaki halk onları çılgınca alkışlıyormuş. Bunun üzerine Şarlo, Einstein’ın kulağına eğiliyor ve diyor ki: “Beni anladıkları için, seni de anlamadıkları için alkışlıyorlar.”


     Şimdi Einstein’in birkaç önemli özdeyişi ile konuşmama devam edeceğim. Albert Einstein şöyle diyor: “Öğrendiğim tek şey; gerçeklikle ölçüştürüldüğünde tüm bilimimiz ilkel ve çocukça kalmaktadır. Ama gene de sahip olduğumuz en değerli şey bilimdir.”


     “Her doğru formül, içinde bir estetik barındırır” diyen Albert Einstein’a göre, ortada bilimsel bir yapıt varsa bu aynı zamanda sanatsal bir güzelliği de içermektedir. Yine Einstein’ın “Hayal gücü, bilgiden daha önemlidir” ünlü özdeyişi, bilim insanı ile sanat insanının bir başka ortak yönünü daha ortaya koymaktadır. O da hayal gücüdür. Sadece bu saptamalar, bilimle sanat arasında sıkı bir bağlantı olduğunu söylemek için yeterlidir.


     Bilim kişiden kişiye değişmez, yani nesneldir. Ama sanat özneldir. Bilimi sanattan ayıran en önemli nokta bizce budur. Benim beğendiğim bir şiiri sizin beğenmemeniz doğaldır, çünkü şiir bir sanattır ve özneldir. Ancak bilimde bu söz konusu değildir. Çünkü bilim herkes tarafından kabul edilmesi gereken evrensel kurallar içerir.


     Bir toplumun kalkınmasında ve uygarlaşmasında bilim kadar sanatın da yeri ve önemi bulunmaktadır. Bazı bilim insanları sanatı küçümser, onu bilimin gölgesinde görüp fazla benimsemezler. Ama bilim insanları arasında sezgi, inanç ve hayal gücüne sırtını dönmeyenler halk arasında daha da çok saygı görür. Özellikle bazıları hayatı ve dünyayı sanatsız kavrayamayacağını anlayacak kadar büyüktürler. Bu büyük bilim insanları, her şeyin laboratuvardan ve orada üretilenlerden ibaret olmadığını çok iyi bilenlerdir.


     Şimdi bilim ve sanatın önemini birkaç özdeyiş ile vurgulamak istiyorum.


     * Prusya Kralı Büyük Friedrich’in (1712-1786) “Bir ülkede bilim, akıl ve sanattan çok servete değer verilirse, bilinmelidir ki, orada keseler şişmiş ama kafalar boşalmıştır.” özlü düşüncesi çok önemlidir.


     * Fizik bilim dalında 1990 yılında Nobel ödülüne sahip olan  Prof. Dr. Mohammed Abdüsselam’ın ifade ettiği gibi “İçinde bulunduğumuz çağda, bir toplumun onurlu bir şekilde ayakta durması doğrudan doğruya onun, sanat, bilim ve teknolojideki gücüne dayanmaktadır.”


     * Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun yargı yılı açılışında yaptığı konuşmadan bir alıntıya dikkatinizi çekmek istiyorum. “Biz biliyoruz ki bilim ve sanat değer verilmediği yerden göç eder. Sanat olmazsa hepimiz tek renge, tek sese mahkum oluruz. Aydınlık bir gelecek ancak bilimle, fen ve sanatla olabilir.”


     Bize düşen görev nedir?


     Tarih boyunca, nesillerden nesillere aktarılan bir kültür mirası vardır. Bu miras içinde edebiyattan, sanata, bilimden müziğe dek her şey bulunur. Tüm bunlar ortak bir mirası oluşturur. Bize düşen görev; uygarlığın ilerlemesi ve çağdaş bir dünya görüşüne sahip, çevresine uyumlu, ama gerektiğinde sorgulayabilen, dengeli, yaratıcı, özgüveni gelişmiş, sanatı yaşantısına katan, yaşadığı çevreyi güzelleştirme sorumluluğu duyan, görgü kurallarını bilen, estetik duyarlılığa sahip ve dünya sanat tarihine dair birikimleri olan, ulusun ve insanlığın sanat değerlerini koruyan aydın bireylerin gelişmesi için bu mirası gelecek nesillere aktarmaktır.


     Şimdi Atatürk’ün bir özdeyişini hatırlatmak istiyorum: “Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hastalıklı bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.”


     Yazımızı ünlü Fransız deneme yazarı Michel de Montaigne’den (1533-1592) bir özdeyiş ile bitirmek istiyorum. “İnsanlar başaklara benzer, içleri doldukça başları öne eğilir.”


     Bilim, sanat ve bilimsel bilgiye dayalı bir geleceği oluşturabilmek ve bilgi çağının içinde olabilmek dileğiyle saygılar sunarım.


     Kaynaklar:
     Tunalı, İ. (2013) Yeni bir aydınlanmaya doğru, Remzi Kitabevi
     Fischer, E. (2010) Sanatın gerekliliği (11. Basım, Çev. Cevat Çapan) Payel Yayınları
     Akdeniz, F. (2012) Olasılıkla birlikte geçen yaşam, Akademisyen Kitabevi, Ankara.


     19.03.2015 tarihinde “Çukurova Sanat Günleri” kapsamında Prof. Dr. Fikri Akdeniz tarafından “Adana Büyükşehir Tiyatro Salonu”nda verilen konuşmanın metnidir.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5743235
Online Ziyaretçi Sayısı:11
Bugünlük Ziyaret :637

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.