Selman Ada - Sanat

     Sanat, bir ifade aracıdır. İnsana mahsustur. Toplumların gelişmişliğinin ölçütüdür. Felsefe ve bilimle birlikte yolculuk eder.

     Her sanat eseri “tek”tir.

     Benzersiz ve eşsizdir. Sanat, zanaatten işte bu özelliğiyle ayrılır.

     Zanaat ise, insanların maddeye dayanan ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan, tecrübe, beceri ve ustalık gerektiren üretimdir. Ve hep kendini tekrarlar. Yaratıcı zekaya pek sık başvurmaz. Sürekli arayışları yoktur.

     Oysa sanat, insanların maddeye dayanmayan ihtiyaçlarını karşılar. 

     Bu ihtiyaç, kişilerin gelişmişlik düzeyine göre nitel ve nicel farklılıklar gösterir. Biz bu ihtiyaca “estetik” diyoruz.

     “Estetik” terimini 1750 yılında ilk ortaya atan Alman düşünür Alexander Gottlieb Baumgarten'e göre duyusal (sensoriel) bilginin bilimidir estetik; konusu da duyusal yetkinliktir. Güzel üstünde düşünme eylemidir.

Sanatsever, işte bu özelliklere kendi birikimi ve kültürü oranında sahip olandır.

     Sanatçı ise bir yandan diğer sanatçı ustaların beğenisini kazanma, diğer yandan da sanatsevere hitap etme çabası güder.

     Çağımızda başgösteren ciddi tehlike sanatın ticarileştirilmesidir.

     “Marka” yaratarak niceliğe hitap eden tröstler, sanatsever çoğunluğu olumsuz yönde etkileyebilmektedir!

     Reklam, tehlikeli bir telkin yöntemidir. Finanse edilmeyen (markalaştırılmayan) sanatçı ya da sanat ürünü çok değerli olsa da çoğunluğun bilgisi dışında kalabiliyor. Bu durumda gelecekte şansı ya olabiliyor, ya da olamıyor. Öte yandan pek değerli olmayan, ama etkileyici reklam yöntemleriyle finanse edilen, çok satmaya yönelik ticari planlar, konunun pek farkında olmayan önemlice bir sanatsever kesimi etkileyebiliyor. Bu durum sanatseverin duyusal yetkinliğinde çelişki yaratabiliyor. Çok sık rastladığımız bir çarpıklık bu.

     Geniş kitleler yeterince incelmiş değildir. Onlara Picasso’yu, ya da Debussy’yi beğendirmek kolay olmaz.

     Bu nedenle vasat, fakat çarpıcıymış gibi sunulan ürünler sürülmekte dünya sanat pazarlarına. Genç kızların pembe hayallerini süsleyen romantik piyanist “Richard Clayderman” olumsuz örneklerden biridir mesela. Bu kişi, tamamen reklamın gücüyle yaratılmış bir metadır.

     Ülkemizde bazı opera yönetimleri de “sanatı sevdirmek” (!) adına operacılara konserlerde sık sık türküler söyletmektedir. Bu iyi bir plan değildir. Sanat, vakur kalmalıdır, zanaatten ilham alabilir; ama alıntı yapmamalıdır. Hele Devlet Opera ve Balesi gibi misyonu yasayla saptanmış olan prestij kurumlarında.

     Batı Avrupa ve ABD’de bu çelişkileri önleyebilmek için günlük gazetelerde sanat estetiği uzmanlarına sütunlar tahsis edilmektedir. Bunların görevi sanat yaratılarının analizini yapmak, geniş kitlelerin işin eğrisini doğrusunu anlamasını sağlamak, onlara sanat rehberliği yapmaktır. Ama işin garibi, çoğunlukla müzisyen olmayan, daha ziyade “sanat meraklısı” diyebileceğimiz yetkin olmayan kişilerdir bunlar. Asıl daha da vahimi (özellikle CD tanıtımı yapanlar) yazılarıyla şahsi çıkarlar temin etmekte, bu durumda gazeteleri okuyan geniş kitlelerin pusulası bozulabilmektedir.

     Geçmişte saygın sanatçılar da eleştirmenlik yaparak sanatsevere ve sanata rehber olabilmiş zaman zaman. Mesela Alman besteci Robert Schumann ya da Fransız besteci Hector Berlioz müzik eleştirmenliği yapmıştır dönemlerinin gazetelerinde.

     Türk gazetelerinde bu işi yapmak oldukça zor! Devlet kurumlarında çalışan sanatçının eleştirmenlik yapması kanunen yasak! Basına beyanat vermek dahi yasak! Zaten Türkiye’de klasik müzik alanında Devlet kurumunda çalışmayan sanatçı bulmak zor! Üstelik gazetelerde bu konunun “rating” yapmayacağı düşüncesi hakim. Böylece eleştiri alanı pek müzisyen olmayan sanat meraklılarına kalmakta. Hepsinin hakkını yemeyelim. Ama Türkiye’de nitelikli eleştirmen ancak bir elin parmaklarıyla sayabileceğimiz kadar az. Diğerleri ise yetersiz kalmakta. Gazeteler bu işe bulaşmamayı tercih etmekte. Alan, dergicilere kalmakta.

     Sahne sanatlarının ülkeler bazında analizi yapılırken, alanın sağlıklı olup olmadığını anlayabilmemiz için konuyu dört bacaklı bir masa gibi değerlendirmek yararlı olur:

     - Birinci ayak sanat ürününün (yaratıcının) kendisidir.
     - İkinci ayak ürünü icra eden, yorumlayan sanatçılardır.
     - Üçüncü ayak sanatın takipçisi olan sanatseverlerdir.
     - Ve dördüncü ayak, sanatseverin rehberi olması gereken eleştirmenlerdir.

     Şimdi ülkemizdeki klasik müziğin durumuyla ilgili bir analiz yapalım:

     1) Sanat üretimi çok düşük! Mesela Cumhuriyet Türkiye’sinde (yani 86 senede) sadece 24 opera bestelenebilmiş!
     2) İcracıların sayısı kaygı duyulacak kadar azdır. Mesela Türkiye’de dünyaya açılabilen bir oda müziği grubu yoktur!

     “Oda Müziği” ülkelerin klasik müzik sanatındaki referansıdır. Uluslararası değerlendirmelerde en önemli kriter sayılmaktadır.

     1) Sanatsever yüzdesi, opera ve bale seyircisi bazında Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin ve Antalya’da yaptığım gişe istatistik çalışmalarının sonuçlarına göre ülke nüfusuna oranla ortalama on binde birdir.

     Bu rakam, Mersin özelinde on binde üç ila dörttür. Yani İstanbul, Ankara ortalamasının dört katı! Bu durum Mersin için gurur kaynağı olmalıdır.

     Batı’da bu rakamlar on bindelerle, ya da bindelerle değil, yüzdelerle ifade edilmektedir.

     2) Eleştirmenler? Sayıları çok azdır. Önleri de yukarıda saydığımız nedenlerle tıkalıdır. Bir başka gerçek de şu ki, eleştirmenlik bazı alanlarda hiç yapılamamaktadır. Mesela “kompozisyonların eleştirisi!” Kompozisyon eleştirmek için kompozisyon bilmek gerekiyor. Kompozitörler arasından eleştirmen çıkmadığına göre ülkemizde bu alan bakir kalmıştır!

     Nitelik, kendi iç organizasyonunda nicel de olabilmelidir ki bilim ve sanat gelişsin. Ortalama beşyüz öğrencide bir İdil Biret çıkıyorsa, bin öğrencide iki, beşbin öğrencide on sanatçı çıkar. Sanat eğitimi ne kadar yaygınlaşabilirse o kadar çok sanatçı yetişir, buna oranla da nitelikli sanat ve sanatçı doğal olarak çoğalır.   

     Siyasetçinin anlaması gereken temel mesele, sanatın ve bilimin kendi inisiyatifleriyle finanse edilmesi mecburiyetidir. Estetik ve matematikle ilişki kuramayan siyasetçiler bu inisiyatifi uzun süre geciktirdiğinde, (yani siyasetçinin idraksizliği sözkonusu olduğunda) siyaset yaptıkları ülkelerin haritaları da maalesef değişmektedir.

     Yazımızı Charles Darwin’in bir sözüyle bitirelim; evrimin babası diyor ki:

     “Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur!”

     “Tavuk toplum” önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz!

     30.08.2009 – AKOB Dergisi, Sayı: 1




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5742649
Online Ziyaretçi Sayısı:7
Bugünlük Ziyaret :258

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.