01.09.1970 / Erdoğan Okyay - Çağdaş Türk Müziği


Erdoğan Okyay
(G.E.E. Müzik Bölümü Öğretim Üyesi
ve Türkiye Müzik Öğretmenleri Derneği Genel Sekreteri)
 

     Bazı kavramları yerli yerine oturtmak gerek...

     Gazetelerimizin bir kısmı “Türk müziği” ya da “Türk musikisi” sayfaları yayınlıyorlar. Son haftalar içinde, bu sayfalarda bir savaş kokusu var, bir ölüm-dirim savaşı adeta. “Türk müziği baltalanıyor” sloganı ile, T.R.T. kurumu suçlanıyor, bu kurumun yöneticilerine ağır ithamlarda bulunuluyor. Konu yalnız T.R.T.’yi ilgilendirseydi, karışmamız doğru olmayabilirdi. Ama yurdumuzun bugünkü müzik yaşamı ulusal eğitimimiz için, giderek gelecek kuşakların mutluluğu ya da mutsuzluğu için büyük bir önem taşıyor kanımızca. Bir müzik eğitimcisi olarak, genç kuşakların müzik eğitimlerinde sorumlu bir kişi olarak bu konuya yabancı kalamazdık, kalamayız.

     “Türk Müziği” sayfalarında adları geçen sanatçılar; besteciler, çalgıcılar ya da şarkıcılar hep günümüzün belli bir Türk müziğinin temsilcileri. Bu müziğe “sözlü besteler” ya da “şarkılar” türü diyebiliriz. Radyolarımızdan gazinolara, konser salonlarından özel ev toplantılarına kadar, daha çok kentlerimizde ve daha çok orta ve üst sınıfların yaşamlarına girmiş bir müziktir bu. Bu tür içinde bir sanat endişesi taşıyan, ciddi, zevkli eserler olduğu gibi, sadece piyasa endişelerinden doğmuş, insanların duygularını sömürmeyi amaç edinmiş, yoz, müstehcen (yalnız sözüyle değil, müziğiyle de müstehcen) parçalar da vardır ve bunlar büyük bir çoğunluktadır. Başka bir deyişle, Münir Nureddin Selçuk gibi usta sanatçıların ve onların değer taşıyan eserlerinin yanısıra “dolmuş müziği” diyebileceğimiz bayağı bir takım şarkılar türemiş, çoğalmış, halkımız arasında alabildiğine yayılmıştır. Sözde sanatçı, gerçekte sadece duygu sömürücüsü bazı kişiler, piyasaya alabildiğine hakim olmuşlar ve asıl gerçek sanatçılar olanların zevkli eserlerini bir köşeye itmişlerdir. Bu gerçek sanatçılar bugün isimlerini duyuramaz, duyursalar da toplumun hızla bozulan müzik zevkini artık etkileyemez olmuşlardır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana okullarımızda verilmeye çalışılan müzik eğitimi de ters yönden bu gidişi hızlandırmıştır. Çocuklarımıza batı müziği öğreteceğiz diye, onlar kendi müzik çevrelerinden koparılmışlar ve yabancı bir müzik zevki içine atılmak istenmişlerdir. Çok küçük bir azınlık dışında bu aşı tutmamış, okulları bitiren gençler, müzik eğitimi yönünden boş kalan ruhlarını piyasayı saran bu kötü müzik ile doldurmak zorunda bırakılmışlardır. Bugünün yetişkin kuşakları, okul sıralarında gerçek bir müzik eğitiminden geçirilmiş olsalardı, bugün kendilerine “Türk müziği” adı altında sunulan müzikleri iyi bir zevk süzgecinden geçirebilecekler ve kötü müzikleri toplumun yaşamından kolayca çıkarıp kovabileceklerdi. Sözlü besteler diyebileceğimiz bu türün, geleneksel sanat müziğimizin bir uzantısı olduğunu söylemeye lüzum yoktur sanırız.

     Geleneksel sanat müziğimiz, Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin tarihsel akışları içinde serpilmiş, gelişmiş, duraklamış ve denebilir ki, Osmanlı devletinin batışı ile de tarih olmuş bir sanat dalıdır. Bu sanat genel çizgileriyle bir saray sanatıydı, bir kapı kulu müziğiydi. Saray Türk kaldığı sürece bu müzik de Türk kalmış, kendi teorisini geliştirmiş, kendine özgü ölümsüz eserlerini vermişti. Saray islam kültürüyle, sonraları da batı kültürüyle yoğrulmaya başlayınca, bu müzik de bu kültürlerin etkisi altında kalmıştı. Değişik tür ve üsluplar kullanan bu müziğin en değişmez özelliği tek seslilik içinde kalışı, yani bir buutlu oluşuydu.

     Böylece bu müzik, Türk tarihinde belli dönemlerin ve belli zümrelerin müziği olarak kaldı. Onun için de bu müziğe bugün “Osmanlı divan müziği” ya da “geleneksel Türk sanat müziği” isimleri verilmektedir. Bu sanat dalını bugün ulusal müziğimizin tek temsilcisi olarak görmek hatalı bir yargı olur. Hele geleneğinden kopmuş, yozlaşmış ve piyasanın çok kötü etkileriyle bayağılaşmış ve her gün biraz daha bayağılaşan bugünkü uzantısını çok tekelci bir anlayışla “Türk müziği”nin tek temsilcisi gibi göstermek hiç doğru değildir. Bugün çok az sayıda yaratıcı sanatçı bile, eski geleneklerden kopmuş eserler vermektedirler. Büyük çoğunluk ise, her türlü geçici etkilerin yoğurduğu, bilgisizliğin ve zevksizliğin açıkça ortaya konduğu çok bayağı ve kişiliksiz parçalarla müzik piyasasını doldurmakta ve hem geleneksel müziğimizle hem de genel olarak sanatla ve sanatçıyla açıktan açığa alay etmektedirler. “Büyük sanatçı”, “dahi üstad” gibi yakıştırmalar bugün, sanattaki enflasyonun en seçik belirtileridir.

     Bu yaygın şarkı piyasasına rağmen, ulusumuzun daha büyük bir çoğunluğunca yaşanılan asıl müziğimiz, halk müziğimizdir. Aslında halk müziklerimizden söz etmek gerekir. Ama yerel ve bölgesel bütün farklara rağmen, bu çeşitli halk türkülerini ve oyun havalarını içten bağlayan bir müzik örgüsünün varlığından şüphe edilemez. Bu örgü, bu dil, Türk halk müziklerini başka ulusların halk müziklerinden ayıran vasıfların tümüdür ve çok belirgindir. Ulusal varlığımızı yansıtan, harsımızı içinde taşıyan asıl müziğimiz odur. Buna rağmen halk müziğimiz de geleneksel bir müziktir. Kendi kendisini yenilemesi henüz durmamışsa bile çok yavaşlamıştır. Bu yavaşlama, endüstrileşmeyle sıkı sıkıya ilişkilidir. Halk müziğimiz de bugün yozlaşmakta, bir piyasa müziğine kurban edilmek istenmektedir. Radyolarımız çok dar bir sınır içinde kalan türküleri, oyun havalarını, çok klişe bir icra ile yayınlamışlar, halkın türkülerine olan sevgisini adeta azaltmışlardır. Aslında halk müziğimiz, yarım milyona yakın tahmin edilen dağarcığı ve renkliliğiyle sonsuz bir kaynaktır.

     Bir yanda geleneksel divan müziğimiz, bir yanda geleneksel halk müziklerimiz. Asıl çağdaş Türk müziği bu kaynaklardan, bu geleneklerden doğup gelişecek olan yeni müziğimiz bugünlerin, yarınların müziği olacaktır. Çağdaş Türk müziği evrensel bir dil kullanacaktır. Diğer ulusların anlayabileceği bir dil kullanacaktır. Bu dil bugün “çok seslilik kuralları” olarak özetlenebilir. Çağdaş Türk müziği, özünde geleneksel müzikleri bulunan, en azından bu mayadan esinlenen ve evrensel çok seslilik dilini kullanan bir müzik olacaktır.

     Okul şarkılarımız böyle olacaktır, hafif müziğimiz ve eğlence müziğimiz böyle olacaktır. O zaman müzik yaşamımız ne taklitçi olacaktır ne de tutucu ve yoz...

     Atatürk’ün müzik devrimi anlayışı buydu ve bu yolda ilk atılımlar O’nun önderliğinde başarılmıştır. Son otuz yıldır yaratılan çağdaş müzik eserlerinin hemen hepsinde harsımızı, mayamızı bulmak mümkündür. Adnan Saygun’larımız, Ulvi C. Erkin’lerimiz ve son iki kuşağın diğer bestecileri bu tür bir müziğin temsilcileridir. Bugün için yapılması gereken en önemli şey, bu müziği yayacak ortamı hazırlamak, başka bir deyişle, “Çağdaş Türk Sanat Müziği”ne köprü kurabilecek okul müziklerini, gençlik müziklerini, eğlence müziklerini piyasanın zevksiz etkilerinden kurtarmak ve halkımıza bilgi ile, vek ile çağdaş bir anlayışla yapılmış müzikler sunabilmektir.

     T.R.T. kurumu bir koro kuruyor. Adı “çok sesli koro”. Bu koro halk türkülerimizi, çağdaş Türk koro eserlerini, başka ulusların dilimize uygulanmış koro eserlerini çağdaş bir anlayışla söyleyecek. Türkülerimiz başka bir ruh kazanacaklar bu söyleyişte. Asıllarında var olan dinamizm tekrar ortaya çıkacak. Kısacası türkülerimizi seveceğiz. Çok seslilik, türkülerimizi evrensel yapacak. Bugün bütün ulusal müzikler ortak bir dil kullanarak evrensel oluyorlar. Beethoven evrensel bir Alman müzikçisiydi, Bartok evrensel bir Macar müzikçisi oldu. Saygun’umuz evrensel bir Türk müzikçisidir. Evrensel bir dil kullanmayan müzikler yerel, bölgesel ya da zümresel olmaktan öteye geçemezler. Konuya bu açıdan bakıldığı zaman, T.R.T. korosunun, Türk müziğini yıkmaya değil, tam tersine, gerçek çağdaş Türk müziğini kurmaya, yaymaya, yaşatmaya yönelik bir kuruluş olduğu görülür. T.R.T. müzik ödülleri için de durum aynıdır. Çağdaş Türk sanat müziği, çağdaş Türk eğitim müziği, çağdaş Türk hafif müziği... Hepsi, hepsi yeni Türk müziğinin doğuşunu müjdeleyen ödüllerdir. Bu müziğe kaynak olacak halk müzikleri ve geleneksel sanat müziğimiz de ödüller sisteminde çağdaş bir anlayışla ele alınmışlardır, gelişmeleri için ortaya ölçütler konulmuştur.

     “Milli Eğitim Bakanlığı”nın da, ilkokullardan başlayarak yeniden ele aldığı okul müfredat programlarında bu konu, tutarlı bir biçimde göz önünde bulundurulmuştur. Çocuklarımız bundan böyle, kendi çevrelerinin öz müziklerinden yola çıkarak ulusal ve evrensel bir müzik zevkine doğru eğitileceklerdir. Halk türkülerimiz okullarda söylenecek, kendi kaynaklarımızdan esinlenerek yaratılan özgün Türk okul şarkıları, marşlar gençlerimizin dudaklarından dökülecek. Öğretim yollarında da taklitçiliğe paydos deniyor. Bestecilerimiz çocuklar için, gençler için, eğlence için, oyunlar ya da şenlikler için iyi müzikler yazacaklar. İyiler kötüleri kovacak. Zevklerimiz tekrar yükselecek. Gerçek çağdaş Türk müziği toplum içindeki yerini aldıkça, daha mutlu kuşaklar yetiştireceğiz. O zaman ruhlarımız daha bir dolu, ulusal bilincimiz daha bir uyanık, insanlık sevgimiz daha bir başka olacak. O zaman değerler de yerli yerine oturacak, kavramlar da. O zaman yalnız hak edenlere “büyük sanatçı” diyeceğiz.

     “Türkiye Filarmoni Derneği”nin yayın organı olan “Ankara Filarmoni Aylık Müzik ve Fikir Dergisi”nden alınmıştır. - Eylül 1970, Yıl: 6, Sayı: 50, Sayfa: 1-4.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5748834
Online Ziyaretçi Sayısı:7
Bugünlük Ziyaret :161

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.