01.11.1965 / Veysel Arseven - Önemli*Önemsiz Davası


    
Öğretmen okulunda okurken, öğretim metodları öğretmenimiz sık sık şu sözü söylerdi: “Okutacağınız derslerden hiç biri, ötekinden daha az veya daha çok önemli değildir. Bir ders, o dersi okutan öğretmenin dersine verdiği önem derecesinde, önem kazanır.” Bu öğüdü, meslek hayatımda, kendi dersim için değişmez bir prensip olarak kabul ettim. Dersimi, önce kendime, sonra da öğrencilerime olan bir güven içinde verir ve öğrencilerimin bilgisini de bu ölçü içinde değerlendiririm. Bu inancımdan ötürü, her yeni gittiğim okulda davranışlarım önce yadırgandı, fakat sonraları gerek okul, gerekse çevrece saygı ile benimsendi. Zira bizim okullarımızda, genel ve yaygın kanaat, müzik dersinden öğrencinin sınıfta kalamıyacağı noktasında düğümlenir. Veli, öğrenci ve öteki branş öğretmenlerinin düşüncesi hep budur. Bir müzik öğretmeninin başarıya ulaşması, önce bu hatalı zihniyeti değiştirebilmesine bağlıdır.

     Nitekim 1965-1966 ders yılı başında, tek dersten sınıf atlayıp atlamama sorunu önce sokağa, sonra da “Milli Eğitim Bakanlığı” koridorlarına dökülünce, velilerin gazetelere geçen sızlanmalarındaki ana tema “Çocuklarımızın çoğu hep müzik, resim ve beden eğitimi gibi önemsiz ve ikinci derecede derslerden kaldılar, yazık değil mi?” idi. Bu iddiaların hiç biri de sağlam bir temele dayanmıyordu ve gerçekle de en ufak bir bağlantısı yoktu. Ama, “Bakanlık”, müzik, resim ve beden eğitimi gibi önemsiz (!) derslerden bir üst sınıfa geçme hakkını tanırsa, bunlar örnek gösterilerek, nasılsa, öteki önemli (!) dersler için de bir taviz koparabilirlerdi. Merhamet avcılarının bu ağıtları herkese öylesine dokundu, önemsiz dersler teması öylesine maharetle işlendi ve herkesi duygulandırdı ki, o günlerin başbakanı bile, tüm hükümet işleri yoluna girmiş, bütün dertlere çare bulunmuş ta, bir bu önemsiz derslerden kalan öğrencilerin bir üst sınıfa atlamaları kalmış gibi, bu dersleri daha da önemsiz kılacak demeçler verdi gazetelere. Hatta daha da ileri giderek, gerekirse, bu konunun “Bakanlar Kurulu”nda bile görüşülebileceğini öne sürdü. Tam bu sıralarda, “Tarsus Lisesi”nden belgeli bir genç, okulun müzik öğretmenine üç el ateş etti, önce yaralanmasına, sonra da ölümüne sebep oldu. Şimdi genç yaşında cezasını görecek. Oysa bu olayda O’nun kadar kabahatli olan, O’na hedefi gösteren o günlerin başbakanıdır. Bir ülkede, başbakan öğretmenin, öğretmen de başbakanın işini görmiye kalkışırsa, işlerin ne denli yolunda gideceğine bu güzel bir örnekti. Tembelliğin bir hükümet başkanı tarafından bu derece korunduğu bir başka ülke de zor bulunur bu dünyada. Türkiye başbakanının müzik hakkındaki düşüncelerine, bir de Federal Almanya Cumhurbaşkanının şu sözlerine bakınız:

     “Alman müziğinin yaratıcıları, bize bıraktıkları zengin mirasla beraber büyük bir mükellefiyet de yüklediler. Eğer devraldıklarımızın üstüne titremezsek ve bugünün müziğini zamana uygun şekilde kuramazsak, bu mükellefiyetin altından kalkamayız.”

     Ulusumuzun müzik yapma ve müzik eğitimi alanlarında geriye doğru gitmesi beni çok üzüyor ve kaygulandırıyor. Çalgı çalan, korolara katılan gençlerin sayısı her gün biraz daha azalmaktadır.

     Onun için müzik dünyamızın sorumlu makamlarının okullarda, eğitim akademilerinde ve konservatuvarlarda söyliyerek, çalarak müzik yapılmasını her vasıtayla sağlamak, desteklemek amacıyla ticaret hayatının önde gelen kişileriyle işbirliği yapmasını sevinçle karşıladım.

     “Alman Müzik Hayatı Vakfı”nın kuruluşu vesilesiyle bütün ana babalara, bütün eğitimcilere ulusumuzun tinsel gelişmesinde müzik kültürünün ne kadar önemli (!) rolü olduğunu tekrar hatırlatmayı görev sayıyorum ve bilhassa rica ediyorum.

     Şimdi, bütün bunlardan şu sonuç çıkıyor ortaya, bazı müzik öğretmenleri okuttukları dersin önemini, çevrenin baskısına rağmen kavramışlardır. Böylesine aşırı ve tehlikeli bir tutumun öncülüğünü yapan öğretmenlerin katli vaciptir! Ne demek önemsiz şeyleri önemli göstermek? Tedbir gerektir buna. Ne demişti bir zamanların Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu? “Alt tarafı yedi ses, yedi renk. Bunları da kim olsa belletir çocuklara.” Ve efendim böylesine sakat bir yargıya kapılarak “Gazi Eğitim Enstitüsü”nün “Müzik Bölümü” kapatılmıştı bir yıl için. Bereket versin ki bu kararın yanlışlığı kısa zamanda anlaşılmış ve zarar Bağdat’a varılmadan önlenmişti.

     Kim ne derse desin, müzik dersi, ne yaptığını bilen genç meslektaşlarımızın öncülüğü ve gayreti ile, okullardaki yerini alacaktır. Alacaktır, çünkü müzik dersi, tıpkı öteki iki önemsiz ve çilekeş arkadaşı gibi, insanı insan yapan, eğitici yönleri üstün olan bir derstir. O ne matematikle, ne fizikle ne de diğer her hangi bir dersle bir tutulamaz. Bir insanı istediğiniz kadar bilgili kılınız, eğer O’nun insancıl taraflarını beslemezseniz, ruhundaki kaba çıkıntıları törpülemezseniz, bütün bilgisine rağmen O, gene de eksik yetiştirilmiş sayılır. İşte müzik dersinin görevlerinden biri de, ileride doktor, mimar, mühendis ve belki de bakan olacaklara, azıcık ta olsa insancıl duygular aşılamaktır. Ama bu görev bugün için yerine getiriliyor mu? Asıl tartışılması gereken husus bu olmalıdır. Dr. A. Schweitzer’i, Afrika’nın ilkel insanlarının yardımına iten kuvvet acaba bilgisinden mi yoksa insancıl duygularından mı ileri geliyordu? Sonra, bu itici kuvveti, bilgisine mi yoksa engin müzik kültürüne mi borçluydu?

     Ben inanıyorum ki, eğer tanrı, tüm insanlar için ortak bir dil düşünseydi, bu ancak ve ancak müzik olabilirdi. Ona önemsiz diyenler, ancak kendi önemsizliklerini ortaya koymuş oluyorlar.

     “Ankara Filarmoni Aylık Müzik Dergisi”nden alınmıştır. - Kasım 1965, Yıl: 2, Sayı: 14, Sayfa: 5-6.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5800068
Online Ziyaretçi Sayısı:31
Bugünlük Ziyaret :713

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.