Cevat Kulaksız / Osmanlı'da İrtica Çağı - Kadızadeler
XVII. yyılda ortaya çıkan, Osmanlı Tarihinde “Kadızadeler” diye anılan ve halk arasında “Fakılar” diye bilinen bir grup aile vardır ki, Türk tarihinde devlette en uzun süre hakimiyet kuran sözde dini hareket; gericiliğin, vurgunculuğun, rüşvetçiliğin temsilcisi idiler. Her türlü yeniliğe karşı çıkmaları yanında, düşündükleri ile yaptıkları arasında büyük zıtlıklar vardı. Kadızadeler, sırtlarını saraya ve diğer devlet adamlarına dayadıklarından, görevlerin alınıp satılmasını yürütüyorlar, devlet atamalarında önemli ölçüde rüşvet alıyorlar, rüşvete de karşı çıkmıyorlardı.
Öyle ki cinayet işliyorlar, rüşvet yanında, daha başka utanç verici işler yapanları da bulunuyordu. Kadızadelerden bir zengin, konağında yetişen bir oğlanla fiili livata halindeyken, onun beline ipek bir uçkur taktığını görünce, “Şu haram kuşağı çıkar. Vücuduma değiyor, günaha giriyorum”, diyerek günah olanın yaptığı utanmazlık değil, ipek giymek olduğunu söylemiştir. (Burada aklıma, günümüzde irticanın kalemşorlarından 13 yaşındaki çocuğa cinsel tacizde bulunan 80 yaşındaki Hüseyin Üzmezler geliverdi).
Akımın “Kadızadeliler” adını alması, bu anlayışı oluşturan kişinin adından gelmektedir. “Kadızade” adını, Balıkesir’de kadılardan doğan Mehmet Mustafa Efendi (1582–1635)’den almışlardır. “Kadızadeler” zaman zaman devlet ileri gelenlerini baskı, rüşvet, tehdit ederek çıkar sağlarlardı. XVI. yüzyılda 150 yıl devlete el altından hükmettiler ve Osmanlı yönetiminin çıkarlarına uygun düşen yenilikçi düşünceleri değil, gerici düşünce ve eylemleri kollama siyasetini, bir devlet siyaseti olarak şartlandırdılar. Kadızadelerin hakim olduğu bu süreç içinde devlet yönetimi, bu gerici aileler yüzünden çok büyük zaafa uğramış; devlet, bilim ve sanatta çok geri kalmıştır. Kadızadeler müspet ilimlerin, bu arada matematiğin öğrenilmesini; ezanın, Kuranın, kelime-i şahadetin makamla okunmasını; tarikatçıların devran ve sema yapmalarını, sigara ve kahve içilmesini; peygamberin ana babasının imanlı olduğunun söylenmesini; peygamber zamanından sonra ortaya çıkan uygulamaların sürdürülmesini, kabirleri ziyaret etmeyi, Hz. Hüseyin’i şehit ettiren Yezit’e lânet etmeyi; el öpmeyi ve selam alırken eğilmeyi, bıyığı kırpıp küçültmeyi, kaşıkla yemek yemeyi vb. gibi olayları dinsizlik sayıyordu.
XVII. yyılın ortalarına doğru Küçük Kadızade Mehmet Efendi, Hz. Muhammed gibi eliyle yemek yemeyenlerin Müslüman sayılamayacağını iddia etmeye kalkmış (adeta kaşığı yasaklama durumu doğunca) Kapalıçarşı’daki kaşıkçı esnafının ayaklanmasına neden olmuştu. Avrupa’nın bilim ve sanatlarda Osmanlı’yı geri bırakarak hızla ilerlediğini, Türk halkının da çok geri kaldığını, halkın eskisinden çok daha geriye götürüldüğünü gören devrin aydın görüşlü Alevi Türk Halk ozanları Kul Nesimi, Kaygusuz Abdallar, Pir Sultan Abdallar vb. mizah şairleri yazdıkları birbirinden güzel hicivli şiirleri ile bu bağnazlığı taşlamışlardı. Kadızadelerin tahriki ile bu ozanların hepsi, tarikatları, şeyhleri, müritleri onlara göre “dinsizdi”. Bunlardan çok daha ağır taşlama, hiciv şiirleri yazan, çağının bilgin adamı Ömer Hayyam’dan 500 yıl sonra bu denli gerici görüş ve uygulamalar Osmanlının yıkılışını başlatmıştır. Osmanlının Başkentinde böyle irticai gericilik olayları sürerken sınırlarda, serhatlarda savaşan vezirlerden canhıraş yardım feryatları geliyordu. Öte yandan Avrupa’da Rönesans ve Reformun itici gücü ile bilim, buluş ve keşiflerde hızla ilerlemeler devam ediyordu. Matbaa ise, 200–250 geçtiği halde ülkeye hala sokulmamaktaydı. Sonuç malum; yıkım, çöküş.
IV. Murat’ın içki, tütün yasak ve fermanları Kadızadelerden Mehmet Efendinin telkinleri ile uygulamaya konmuştur. Padişah Avcı Mehmet zamanında Kadızadelerin etkisi daha çok arttı. Kadızadeliler devleti islamileştirip şeriatı her yere hakim kılmak uğruna Anadolu’da pek çok tekke şeyhini katlettirdi. Mevlevihanelerde sema edilmesi, hatta mezar ziyaretleri bile yasaklandı. Çıkarlarına ters düşen şeyhülislam, vezir vb. devlet büyüklerine yıpratıcı dedikodu, isyan girişimi, kötü işler yapan bu güruhu devlet Köprülüler zamanına doğru zorlukla önleyebildi. Nesiminin asılması, Sivas’ta Pir Sultan Abdal’ın asılması da bu zihniyetin uzantısıdır.
İstanbul’u uzun süre çalkantıdan çalkantıya sürükleyen Kadızadeleri nihayet Avcı Mehmet döneminde Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa önde gelen liderleriyle toplayıp Kıbrıs’a sürerek ancak yatıştırabildi. Saltanatları 1683 Viyana bozgununa kadar devam etti. Kadızadelere bu sıkı tedbirlerin hiç de işe yaramadığının farkına varan padişah, Kadızadelerin liderlerini imparatorluğun dört bir yanına sürgüne gönderdi; ama fikirleri uzun süre, yıkılmaya başlamış Osmanlıda devam etti.
1630 yılında İstanbul halkının bir kısmı zevk sefaya dalmış, yoksullar ve Anadolu Türk Halkı, gerek eşkiya, gerek kıtlık ve yoksulluk nedeni ile inim inim inlerken, Kadızedelilerden biri de nihayet tehlikeyi görmüş olmalı ki, padişaha gönderdiği uzun şiirine şöyle başlamış:
“Hab-ı gafletten uyan ey ali Osman bilmiş ol,
Aç gözün, elden gider, taht-ı Süleyman bilmiş ol”.