Mahmut Topçu - Yetenek


    
Yine, önce tanımdan başlayalım. “TDK Sözlüğü”, 1988.

     Bir kimsenin bir bir şeyi anlama veya yapabilme niteliği. Kabiliyet.

     Bir duruma uyma konusunda organizmada bulunan doğuştan gelen güç, kapasite.

     Ped. Kişinin kalıtıma dayanan ve öğrenmesini çevreleyen sınır.

     Ped. Dışardan gelen etkiyi alabilme gücü.

     Sıtkı M. Erinç, “Sanat Psikolojisine Giriş” (Ayraç Y., Ankara, 1988) adlı yapıtında ise yeteneği şöyle tanımlıyor:

     “Öğrenme olmaksızın kişinin anlık ve devinim alanlardaki doğal iş başarma gücü. (Ruhbilim Terimleri Sözlüğü) Bir insandaki bir işi yapabilme gücü. Bugün, çağdaş ve çağcıl sanatbilim yetenekten çok ‘yatkınlık’ ifadesini kullanmayı yeğlemektedir.”

     Bu tanımlara büyük ölçüde katılabiliriz. Kuşkusuz yeteneğin ilk çağrıştırdığı sözcük “sanat”tır. “Güzel Sanatlar”dır.

     Yetenek büyük oranda doğuştan gelen büyük bir şanstır. Soyumuzdan gelen genlerin, kalıtımın etkisi olduğu da doğrudur. Bence, yeteneğin de zeka gibi dereceleri vardır. Az, çok ve dahi olarak. Büyük yeteneklerin, dahi yeteneklerin doğuştan geldiği doğrudur. Az olanı da. Ama normal ya da orta kertede (derecede) bir yetenek geliştirilebilir. Bir çok kuramcı yeteneğin geliştirilebilir olduğunu kabul ediyor. Eğer gelişebilecek bir şeyden sözediyorsak, onun dereceleri olduğunu da söyleyebiliriz. Belli bir alan saptanarak duyarlık o alanda eğitilebilir, öğretilebilir, geliştirilebilir. Tabii köreltilebilir de. Alfred Adler, dikkatin de geliştirilebilir olduğunu belirtiyor. Kanımca dikkatle yetenek arasında da bir yakınlık bir bağlılaşım var. Ama Sıtkı M. Erinç yeteneğin, ya var ya yok, olduğunu söylüyor:

     “Öğrenme olmaksızın varolduğuna göre doğuştan getirdiğimiz niteliklerden biridir yetenek. Yani bir insan bir işe ya yeteneklidir, ya da değil. Yetenek sonradan varedilemez, ama sonradan keşfedilebilir, yönlendirilebilir, geliştirilebilir, artırılabilir, eksiltilebilir de. Sırası gelmişken söylemek gerekir ki, yanlış öğrenmeler, yanlış eğitim kimi yeteneklerin körleşmesine bile neden olabilir. (s.65) İster yetenek diyelim, ister yatkınlık, bu ayrıcalık kendini ne denli erken hissettirirse o denli üzerinde durulabilir ve geliştirilebilir.” (s.67)

     “Doğal güçler olarak kabul ettiğimiz anlama, kavrama, öğrenme, dayanma, direnme gibi yetilerimiz bizleri kimi alanlarda, diğer alanlara oranla daha yetenekli yapar.” (Ay., s.65)

     Tabii bu sanat dallarına göre değişir. Sözgelimi müzikte eğitimle bir Mozart, bir Beethoven yaratılamaz. Bu ve benzeri sanatçılar müzik dehalarıdır. Ama orta dereceli bir müzisyen yetiştirilebilir.

     Kimi insanlarda müzik kulağı hiç yoktur. Ezgileri algılayamaz ve veremezler. Bir deyişle de sesleri güzel değildir. Güzel ses de doğuştan gelen bir şanstır. Ama sesi güzel olup da kulağı zayıf olanlar da vardır. Tersi de olabilir. Sesi çirkin ama kulağı, ezgi alma ve verme gücü güçlü olan sanatçılar vardır. Sözgelimi bizde en çok bilinen bir sanatçı, Orhan Gencebay, sesi fazla güzel (parlak,berrak) değildir. Ama kulağı çok iyidir. Diğer grubu bilmek biraz zor. Fakat çoğunlukla kulağı iyi olanların sesi de güzel olur ya da güzel gelir bize. Çünkü seslerin nota değerlerini veriyordur o ses.

     Müzik sanatında bir de “absolit kulak” denilen bir olgu vardır. Absolit kulak, çok keskin bir duyma yetisine sahiptir. Bir ses almadan, la notasını verebilir. Çalgısız... Koma sesleri rahatlıkla algılar. Bu durum doğuştan gelen büyük bir şanstır. Eğitimle asla olmaz.

     Müzik sanatında “kulak” yani duyma yetisi, yeteneği çok önemlidir. Kulak yoksa değil profesyonel, amatörce bile gelişmek olanaksız gibidir. Çalışmanın bu konuda çok işlevi olabileceğini sanmıyorum.

     Diğer sanatlar belki biraz daha çalışma zoruyla olabilir. Yine de hangi sanat olduğu önemli tabii. Bir çok kuramcı müzik dışındaki sanatlar için yüzde yirmi yetenek, yüzde seksen çalışmayla başarılabileceğini söylüyor.

     Yeteneği, güzel sanatlarda, profesyonelce sanatta ve amatörce sanatta yerli yerine koymak gereklidir. Önce, amatör ve profesyonel tanımlarını “TDK Sözlüğü”nden hatırlayalım.

     Amatör (Fr.): Bir işi para kazanmak için değil, yalnız zevki için yapan kimse, hevesli. Profesyonel karşıtı.

     Profesyonel (Fr.): Bir işi kazanç sağlamak amacıyla yapan (kimse), meraklı, hevesli, amatör, özengen karşıtı.

     Profesyoneli olmak: Bir işin, bir uğraşın bütün inceliklerini veya açıklarını kavramış olmak.

     Birçoğumuz bir ya da birkaç sanatı severiz, hoşlanırız. Ama yanlış bilinen, kalıplaşmış, kulaktan dolma bir sınır, bir engel karşımıza dikiliverir: “Yeteneğin var mı?”, “yeteneksizim!” Bu çok yanlış bir önyargıdır. Belki iddialı bir önerme olacak ama, bence bir sanatı amatörce yapacaksak yetenek gerekli değildir. İlgi, çalışma yeterlidir. Çünkü amatörce sanatta bir yarışma, bir iddia yoktur. Kendiniz için, zevk için, eğlence için, yapabildiğiniz ölçüde, bir şeyler yapacaksınız. Kimsenin sizi yargılaması da gerekmez.

     Ama... Bir sanatı profesyonel olarak yapacaksak o zaman yetenek gereklidir. Çünkü burada, sanat artık birincil işiniz olacak, ondan para kazanmanız, geçinmeniz gerekecek. Rakiplerinizle yarışmanız gerekecek. Eleştirmenler durmadan bir şeyler söyleyecek, yazacak. Bir de, profesyonel sanatçı olmanın en doğru yolu eğitimden geçer. Eğitim kurumları da zaten, mutlaka yetenek sınavı yapıyor. Bunu da aşmak gerekecek.

     Gerçi sanatçı olmanın diğer bir yolu da “alaylı” olarak yetişmektir. Yani, bir ustanın yanında usta çırak ilişkisi içinde ya da kendi çabalarıyla ustalaşmak. Ama bunu çok tasvip etmiyoruz. Eğitim gerekli, yararlı. Ayrıca, sanatçı olabilmenin önemli kurallarından biri de o sanatın eğitimini almış olmak.

     Zurnanın zırt dediği bir önemli nokta daha var: peki yetenekli olup olmadığımızı nasıl bileceğiz? Bir sanat dalında yetenekli olduğumuzu kendimizin bilmesi çok zordur. Yanıltıcıdır. Öyleyse? Bunun doğru yolu, o sanatın, bir değil en az birkaç uzmanıyla görüşmek, fikir almak, hatta en doğrusu, bir süre birlikte çalışmaktır. Onlar bile kısa bir sürede yanılabilirler çünkü.

     Müzik sanatında, özellikle seste, çoğumuz sesimizi beğeniriz, güzel sanırız. Ama kulağımız var mı, iyi mi bunu pek kestiremeyiz. Bazan da tam tersi olur. Sesimizi beğeniriz. Oysa, belki de kulağımız iyidir. Bunu ancak birkaç uzmanla bir süre çalışınca, doğru olarak saptayabiliriz.

     Sıtkı M. Erinç, yeteneğin “denilen ben” olduğunu belirtiyor:

     “Yetenek bir sonuçtur. Yani bir işe olan beceri gücü, ancak o iş yapıldıktan sonra ortaya çıkar. Ayrıca yetenek bir “Denilen Ben”dir. Yani bir insanın “Ben Yetenekliyim” demesinden çok, başkalarının o insan için “yetenekli” demesiyle ortaya çıkar. Onun için yetenekli diyenlerin yetenek durumları da ayrı bir konu olarak tartışılmak durumundadır.” (Agy., s.66)

     Üstün yeteneklerin, çevre koşullarını aşarak filizlendiğini de birçok örnekte görebiliriz. “Psikolojiye Giriş” adlı kitaptaki, iki güzel örnek ilgimi çekti:

     “Ayrıca yetenekler, güdülenmeyi de sağlarlar. Özel bir yeteneği olan kişi sürekli bu yeteneğini denemek, kullanmak isteyecektir; bu ise, bir tür yeterli olma gereksinimidir. Büyük besteci Handel’in babası, oğlunun müziğe olan ilgi ve tutkusuna şiddetle karşı çıkmıştır. Buna karşılık çocuk, babasının kendisini cezalandırma tehditlerine karşın, geceleri evlerinin bodrumuna kaçarak çimbalosunu çalmıştır. ‘Life Dergisi’ne göre (1971), günümüzde rock müziğinin yıldızlarının çoğu da buna benzer yaşantılardan geçmişlerdir. Yeteneklerini denemek için çok güçlü dürtülerinin olması sonucu, üstün yetenekli çocuklar genellikle bu yeteneklerini erken yaşlarda göstermektedirler.”

     “Tanınmış kemancı Yehudi Menuhin, diğer üstün yetenekliler gibi yeteneğini çok erken göstermiştir.(...) 10 yaşındayken üstün müzik yeteneğine karşın küçük Menuhin de yaşıtları gibi çalışmalarının dışındaki zamanlarda oyun oynamaktaydı. (Acme.)” (H.Ü.Y., Ankara,1984)

     Mahmut Topçu (Hayatın Kitabı)




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5791084
Online Ziyaretçi Sayısı:21
Bugünlük Ziyaret :1124

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.