01.03.2016 / Zafer Yümlü - Test ve Tost
“Fast Food”un zararları hakkında her gün onlarca yazı okuyor, haber izliyoruz. Hızlı ve hazır yemeğin vücudumuza zararları sayısız. Hiç düşündünüz mü en çok nerede fast food’u kullandığımızı?
Öğrencilikte ve iş hayatında.
Günümüzde çocuklarımız o kadar çok sınava giriyor ki saymakla bitmez. Yarış atı gibiler. “TEOG”, “LYS”, “OGS”, “LES”, “KPSS” ve diğerleri. Sürüyle sınav var memlekette. Sınav maratonundan ne düzenli yemek yiyor, ne de sosyalleşiyorlar.
Anti sosyal, bencil, obez, kambur, teknoloji bağımlısı, tüketici, milli değerlerinden uzak bir gençlikle karşı karşıyayız. Ellerinde tost ile test peşinde koşturuyorlar. Üzülerek belirtmeliyim ki bunda ailelerin de suçu var. Kısır döngünün bir parçası ve destekçisi de onlar.
Çocuğunuzun nasıl bir eğitim almasını istersiniz? Milli eğitim sistemimiz (sistemsizliğimiz) çocukları yarış atı yapıyor. Peki ya siz?
Doğru olanı, çocukların yeteneklerinin izlenip bu alanlara yönlendirilmesidir. Not değil bilgi önemlidir. Sayısal veya sözel yeteneği varsa sistem kısmen öğrenciye yardımcı oluyor ama güzel sanatlara yeteneği varsa vay haline. Yıllardır angarya ders olarak görülen müzik ve resim dersleri şimdi de seçmeli oldu. Hayatları sınava endeksleyen bir sistemde kim bu dersleri seçer ki? Gerçi, yeni kanunla çocuğuna müzik, resim veya spor alanında bir kurs aldıran ailelere teşvik var ama kimse bunun farkında değil. Bu kursları tamamlayıp “M.E.B.” onaylı sertifika alan öğrencilere girecekleri sınavlarda ek puan veriliyor.
Peki ya çocuk konservatuvara girmek isterse? Yetenekliyse? İşte o zaman durum farklı.
İlk önce ailenin ve çocuğun psikolojisi sağlam olmalı. Bu kurumların içi dışarıdan göründüğü gibi güzel değil çünkü. Girmek bir dert, çıkmak bin dert. Daha giriş sınavında başlıyor işkence. Torpil engelini aşmak zorundasınız ilk önce. Okulda, senfonide, operada tanıdığınız yoksa işiniz zor. Burada çalışanların çocuklarına ve akrabalarına özel ilgi gösterilir çünkü. Ya bu kurumlarla bir bağlantınız olacak ya da sınav kurulundaki bir hocadan ders alıp para yedirmiş olmalısınız.
Yeteneklisiniz, sınavı kazanıp okula alındınız. Şimdi, ikinci etap başlıyor. Hocaların kaprisleriyle uğraşacaksınız. Konservatuvardaki hocaların çoğu kendisini dünyanın en iyi müzisyeni, en iyi öğretmeni sanır çünkü. Psikoloji, eğitim formasyonu bilmediklerinden çocuğa nasıl yaklaşacaklarını da bilemezler. Öğrenciyi ezip terör estirirler. Kendilerinin başaramadıklarını öğrencinin yapmasını istemezler. Kendilerinin söylediği hep en doğrudur. İlk senenin sonunda çocuğun O’nu konservatuvara hazırlayan hoca tarafından yeteneksiz bulunup atılması da sıkça karşılaşılan bir durumdur.
Hocaların kaprisi, çocuğa mide spazmı geçirtirken aileler de sinir harbi yaşar. Öğrencinin “M.E.B.” sistemine göre de girmesi gereken sınavlar vardır çünkü. Sanat eğitimi alan öğrenci, konservatuvarın üniversite bölümüne girene kadar sürüyle sınava girer.
Tüm bu karmaşa içinde kanser olmadan okulu bitiren öğrenci mutlu mudur sizce?
Öğretmenlik yapamaz, çünkü eğitim formasyonu yoktur. Senfoni ya da operaya giremez çünkü orada çalışanlar ölünceye kadar koltuğu bırakmazlar. Kültür politikamızın olmayışından dolayı hep yok sayılırlar. Oysa ki yeni orkestralar ve iş sahaları kurulsa ne güzel olur.
Olan hep çocuklarımıza oluyor sonuçta.
Hipodromdaki atları, elinde sandviçle izleyenler gibi çocuklarımızın sınav yarışını izleyen aileler olmayalım.
Atlar, özgür oldukça güçlüdür.
İzmir - 01.03.2016, Salı