Çetin Yiğenoğlu - Bilme, Aydınlanma ve Sorumluluk

     Politikacıları genellikle kendi için çalışanlar, halkı için çalışanlar diye ikiye ayırırlar... Bu örnek dayanak alınırsa insanlar da bilgi ve kültürle ilgileri açısından ikiye ayrılarak değerlendirilebilir...

     Bu savı doğrulamak için insanların neden bilgili ve kültürlü olmak istediği sorusuna yanıt aramak yeterlidir. Çünkü, bu konuda yapılacak araştırmanın daha ilk aşamasında çoğu insanın sadece öğrenmek, bireysel evrim çizgisinde kendini oluşturmak için bilginin peşine düşmediği görülür... Kendini oluşturmak, kendi yapı taşını yontmak için öğrenmek, sonra da öğrendiklerini yorumlayarak hayat pratiğinde uygulama kaygısının çoğu kimsede öncelikler arasında yer almadığı anlaşılır... Öğrenmeye, bilmeye yönelmek denli, edinilmiş bilgilerin de herkesi aynı noktaya götürmediği çıkar ortaya.

     Edinilmiş bilgi, bilmek ya da bilgili olmak, kimilerini bireysel ihtirasın labirentinde gezinmeye mahkum eder çoğunlukla... Böyleleri bir biçimde öğrendiği bilgiyi kendisi için daha güzel bir dünya kurma yolunda kullanır. Onlar için bilgi, kendi çıkarını sağlayıp korumada gereksinilen güç kaynağı olmaktan başka anlam taşımaz. Sadece insanın kimliğini, kişiliğini biçimlendirmek amacıyla edinildiğinde sınırsız güzellikler yaratan işlevsel bilgi, böylelerinin elinde böbürlenme, üstünlük sağlama aracı olmaktan öte bir işe yaramaz. Dolayısıyla edinilen bilgiye koşut olması beklenen insanlaşma çizgisinin gelişimi de doğru orantılı olmaz. Böylece, bazı insanların bilgi birikimiyle insanlık birikimi arasında zamanla dağlar kadar fark çıkar ortaya. Bunlar için bilgi, kültür-sanat, bir gösteriş ve övünme nesnesinden başka anlam ifade etmez.

     Sanırım, bu nedenle bilgelikten, sağduyudan sık sık söz etme gereği duyarlar. Tuhaf, ama böylelerinin yüreğinde bilgeliğin özünü oluşturan sevginin kırıntısına rastlanmaz. Bu durum, acımasız bir yürek sahibi olmalarından kaynaklanır çoğunlukla. Çıkarlarını koruma güdüsüyle harekete geçtiklerinde, bırakınız bilgeliği, insanlıklarını bile unuturlar çünkü...

     Onlar için bilgelik, içinde bir mahkum gibi yaşadıkları kolonide türdeşlerinin arsızlıklarını, hırsızlıklarını, ayıplarını tolore edip hoş görmekten öteye gitmez... Bir maske olarak durur yüzlerinde; otoritelerinin sarsıldığı ya da güçlerini yitirme tehlikesiyle karşılaştıkları anlarda sığındıkları bir maskedir; başkaları üzerinde otorite kurma, övünme ve böbürlenmede bir araç olarak giyilen ünlü bir markaya ait giysi, kullanılan son model otomobil, üstünlüklerini korumaktan başka işlevini bilmedikleri banka hesapları, hisse senetleri, menkul ve gayrımenkullerdir...

     Ne var ki, bu maskeler yine de hayatın zorluklarıyla karşılaşarak acze düştüklerinde ya da otoritelerini koruma güdüsüyle çırpınmaya başladıklarında asıl kimliklerini örtmekte yetersiz kalır.

     Geleneklerini yitirmiş, buna karşın yeni kimlik oluşturamamış bizimki gibi toplumlarda bilgi, bilgelik ve kültür, bu tür insanlar için sadece ve sadece bir iktidar aracı olmaktan öteye gitmez ne yazık ki...

     Böylelerinin elinde kendilerine gerçek yüzlerini gösterecek bir ayna bulunmaz; gerçi, bulunsa da fark etmez. Çünkü, maskelerini çıkarmadan bakarlar ellerindeki aynaya. Bu yüzden, başkalarının gördüğünü hiçbir zaman göremezler o aynada... Başkalarını eleştirmekten, açığını yakalamaya çalışmaktan, bırakınız aynaya bakmayı, kendilerini görmeyi akıllarından bile geçirmezler... Başkalarının kendilerine ilişkin kanaatleri hakkında ancak kendilerini kandıracak kerte bilgi sahibi olmakla yetinirler. Bu yapıları nedeniyle eleştiriye de katlanamazlar. İçinde, örtülü bir eleştiri olduğu gerekçesiyle masum bir siteme bile sert tepki gösterirler.

     Özeleştiri yapma erdemine sahip olmadıkları gibi toplumu aydınlatma konusunda da sorumluluk duymazlar. Stadyumlarda tribünde oturup sadece seyretmekle yetinirler... Dünyayı sel götürse yağmuru pencerenin ardından izlemeyi yeğlerler...

     Böylelerine toplumda “entelektüel” denir.

     Aydın öyle midir ya?

     Entelektüel gibi iyi bir öğrenim görmemiş, eğitim almamış olabilir. Genellikle yabancı dili yoktur. Entelektüel denli çok şey de bilmeyebilir. Ama bir halk önderi olarak bilmesi gerekeni çok iyi bilir. Yüreği kendisine ve halkına karşı sorumluluk duygusuyla doludur. Bildiğini kendine saklamaz, çevresindeki herkesle, halkıyla paylaşır. Bilgisi yetersiz kaldığında, halkını aydınlatmak için gerekirse kendini yakar.

     Gözü karadır, tribünde oturmakla yetinmez, bağırır çağırır, olmadı sahaya iner.

     Ortalık sele giderken yağmurda ıslanmaktan çekinmez.

     Yüreği sevgiyle doludur. İnsanı, hayvanı, doğayı sever. İşte, onu bilgeleştiren bu sevgidir. O’nun aynasıdır sevgi. Kendine gerçek yüzünü gösteren bir ayna; aynadan öte, bilgiyle buluştuğunda ruh karanlıklarını aydınlatan bir ışık... O ışıktır ki, insanı değiştirir ve güzelleştirir...

     Bilgi sahibi olmanın yolu kuşkusuz eğitim ve öğrenimden geçer... Ancak, burada sözünü ettiğimiz ruhsal bir eğitimdir. Böyle bir eğitimle öğrenilen bilgiyi kullanma beceresi ise insanın kendi kozasını örmeyi öğrenmeyi öğrenmesidir.

     Bilgiyi kullanacak sözcükleri seçmek, kavramsal değerlerini tartabilmek, dahası içselleştirmek, bilgeleşme yolunda ağır ağır yol almak demektir...

     Savaşı da, barışı da sözcüklerin yarattığını öğrenmektir en azından...

     Sözcüklerdir insanın başkalarıyla olduğu kadar kendisiyle de ilişki kurmasını sağlayan; sözcükler denli alegorik anlamlarıdır, çoğu kez kendini anlatabilmede, başkalarını tanımada temel işlev üstlenen...

     Bu nedenle anlamları bilmek de yetmez bazen; onları içselleştirmek gerekir; içselleştirildikleri ölçüde yoğunlukları artar; Batı’da ezoterik, bizde batıni sözcükleriyle tanımlanan kültürel evrenlerde böyle böyle hayat bulur...

     O tür evrenlerin nirvanasında niceliksel bilginin önemi yoktur. Sahibine sadece bilgiç ya da ayaklı ansiklopedi olma sıfatını kazandırır. Öylesine, ruhtan yoksun bilgilere sahip olanlar, kişiliklerinde kunt bir kimlik yapısı oluştuğu için insanca diye tanımlanmanın uzağına düşerler çoğunlukla...

     Bilgi çağı dediğimiz sürecin araçları, bu gibilerin değirmenine su taşır daha çok. Daha doğrusu, büyük bir aldatmacanın nesnesi durumuna düşürür onları...

     İşte, bu gibilerin egemen olduğu bir toplumda gerçeklikle, gerçek bilgiyle hiç ilgisi olmayan, işlevi sadece gerçeği gizleyen bir örtü, bir kılıf, bir maske olmaktan öte anlam taşımayan pek çok şeyin, bilgi köpüğünün internette, medya kulvarlarında dolaşıma sunulması öğrenmeyi öğrenememiş insanları uyutmaktan, eylemsiz kılmaktan başka işe yaramaz.

     Gerçek bilgi işlevseldir çünkü. İnsanı ve toplumu dönüştürmeye yarar...

     Aydınlanma da sadece ulaşılması gereken bir menzil değil, bir yaşam biçimidir. Onu değiştiren, dönüştüren, yararlı kılan en önemli araç ise akıldır. Aklın, karşısında yetersiz kaldığı sorunlar bile bilgiyle donatılmış akıl tarafından aşılır... Böylece, bireysel evrim, bireysel ahlakın yanı sıra toplumsal evrimle toplumsal ahlakın gelişimine de katkıda bulunur.

     Sorumsuz ayaklı kütüphaneler ise bu büyük gelişmeler karşısında iz bırakmadan göçüp giderler bu dünyadan...




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5767767
Online Ziyaretçi Sayısı:11
Bugünlük Ziyaret :388

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.