Tuğrul Göğüş - Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Öğretmenliği Bölümü'nden Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bilimleri Bölümü'ne...

     O zamanki adı ile “Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Öğretmenliği Bölümü”ne öğrenci olarak kaydımı yaptırdığım tarihte henüz bıyıkları bile terlememiş genç bir insandım. Sınıf ve okul arkadaşlarım ise büyük çoğunluğu ile belli bir yaşın üzerinde idiler. Bu nedenle kendimi bu okulda pek çocuksu hisseder, kantine ve bahçeye pek uğramazdım. Birlikte olabildiğim ve aynı şeyleri paylaştığımı hissettiğim arkadaşlarım da aynı nedenle sayıca oldukça azdı.

     Tüm bunlardan dolayı kendimi tamamen çalışmaya vermiştim, bu okula daha önceden hazırlıklı gelenlerin sayıca az oluşu ve benim ciddi bir keman eğitimi alarak okula girmiş olmam, sürekli çalışmam sonucu okulun mevcut öğrencilerine kıyasla durumumun iyi ya da kabul edilebilir olmasına yol açmış; sonuçta hem sevilen ve hem de kıskanılan bir öğrenci olmuştum.

     Yaşımın göreceli olarak küçük olması ve yalnızca müziğe yönelmiş olmam sonucu dış dünyada olup bitenlerle pek ilgilenmiyor; okuldan eve ve evden de okula gidip geliyor, yalnızca keman çalışıyordum. Ancak, benim farkında olmadığım -daha doğrusu olamadığım- bir takım gelişmeler benim ileriki yıllarda yaşantımı birinci dereceden etkileyecekti.

     Hiçbir zaman çalkantılardan kurtulamayan ülkemiz meğer o günlerde ciddi bir fırtınanın içinde imiş ve çalışma odasından kafasını dışarıya uzatmayan ben o fırtınanın farkında değilmişim. Özellikle müzik bölümünde, ancak genel olarak tüm Enstitü’de oldukça organize siyasi oluşumlar gerçekleştirildiğini daha sonraki yıllarda kavrayabildim.

     Büyük bir çoğunluğu yurtsever ve devrimci öğrencilerden oluşan “Gazi Eğitim Enstitüsü” öğretmen yetiştirdiği ve gelecek kuşakların biçimlenmesinde önemli bir etken olduğu için 75’li yıllarda gerici ve faşist siyasi iktidar tarafından mutlaka elde edilmesi gereken önemli bir mevzi olarak ilan edilmişti. Özellikle de “Müzik Bölümü” bir iki tane milliyetçi geçinen kişi haricinde yurtsever ve demokrat öğrencilerden ve eğitim kadrosundan oluşmaktaydı. Bölümümüzün bu niteliği hedef tahtasında birinci sıraya yerleştirilmesinde etken olmuştu.

     Tüm bu olup bitenlerden habersiz olan ben o zamanlar “Zuckmayer Binası” denilen eski yapıda tarafıma verilen odada durmaksızın keman çalışıyordum. Dışarıda ise kan gövdeyi götürmekteydi. Olup bitenin farkında olmadan bir gün eve erken gitmeye karar verdim ve kemanımı, notalarımı toplayarak Ankara Bahçelievler 1. Cadde üzerinde bulunan evimize doğru yürümeye başladım. Dışarıda kimin kim olduğunu o tarihlerde bilemediğim iki farklı grup toplanmış, bağırıp çağırıyor ve birbirlerine keskin bakışlar fırlatıyorlardı. Kötü birşeyler olacağını hissettiğim için adımlarımı sıklaştırdım ve hızlı bir şekilde yola koyuldum. “Yüksek Öğretmen Okulu”nun önüne geldiğimde elimde keman olduğunu gören birkaç kişi tarafından feci şekilde dövüldüm; kaşım açıldı, dudağım patladı. Beni döven kişiler bir yandan da “komünist” aleyhtarı bir takım sözleri bana bağırıyorlardı. Neyseki oldukça uzaktan biri bağırarak yanlış adamı dövdüklerini, beni hemen bırakmalarını söyledi ve ben daha fazla dayak yemekten zor kurtuldum. Üstüm başım kan içinde eve vardığımda annem az daha bayılıyordu.

     Bu yaşadığım olay üç yıllık olan okulumuzun ikinci sınıfını bitirmeye az bir zaman kala gerçekleşmişti. Yaşadığım şoku ve dehşeti kelimelerle kolay kolay anlatamam. Karşı karşıya kaldığım bu durum beynimde yankısını hemen buldu ve okul bittikten sonraki yaz aylarını yalnızca okumaya ve ülke sorunları üzerinde düşünmeye verdim. Adeta neden dayak yediğimi öğrenmeye çalışıyordum.

     Yutrtsever ve aydın olmaya çalışan bir sanatçının oluşumuna katkıda bulundukları için o tarihte beni döven tanımadığım bu kişilere büyük bir teşekkür borçlu olduğumu düşünüyorum. Beni yalnızca kemana ve müzik tarihine gömülmüş ve dünyadan haberi olmayan bir yapıdan kurtardılar ve bugünkü hayat tarzımın temelini attılar.

     Son sınıfta artık öğrenci derneklerine gidip geliyor, aralarındaki farkları sökmeye çalışıyor ve bulduğum kitapları ne olursa olsun büyük bir iştahla okuyor ve öğrendiğimi sandığım muhteşem bilgileri hızlı bir şekilde çevreme aktarıyordum. Üçüncü sınıfın başında artık tüm okul ve özellikle de “Müzik Bölümü” faşist çetelerin eline geçmişti. Artık okulda demokrasiden ve farklı fikirlerden bahsedilemezdi.

     Bu durumun vehametini kavrayınca okula gidemeyeceğimi anladım ve 1975 yılının Eylül ayında “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası”nın açmış olduğu sınava katılarak kazandım. Okulu ise tek taraflı olarak dondurdum.

     Ülkede ise tam bir karanlık rejim almış başını gidiyordu. Milliyetçilik adına cinayetler işleniyor, kötülükler yapılıyordu. Ben ise yeni evlenmiştim ve artık İzmir’den ayrılamazdım. Yani bir anlamda “Gazi Eğitim Enstitüsü” benim için ikinci sınıftan sonra ömrünü doldurmuştu. Tam da o sırada İzmir’de “Ege Üniversitesi”ne bağlı olarak “Güzel Sanatlar Fakültesi”nde bir “Müzik Bilimleri Bölümü” kurulduğunu öğrendim.

     İkiz kızlarımın da hesapta olmayan bir şekilde dünyaya gelmeleri beni artık vakti çok yaklaşmış olan askerlik için endişelendirmeye başlamıştı. Ne yapıp edip askerliğimi yedek subay olarak yapmalıydım. Bir gün tüm cesaretimi toplayarak bu okula gittim ve daha önceden hiç tanımadığım Gültekin Oransay ile ilk görüşmemi yaptım.

     Benim gibi genç ve deneyimsiz, ayrıca çok gergin birisini bıkmadan tüm öyküsüyle dinleme kibarlığını gösteren bu mavi gözlü adam konuşmanın sonunda bana yardımcı olacağını söyleyerek birkaç gün sonra uğramamı istedi. O birkaç gün zor geçmişti; Ancak Gültekin Bey’in tekrar yanına gittiğimde artık bu okulun öğrencisi olduğumu, bir sonraki hafta başında derslere başlamamı söyleyerek elime ders programını tutuşturdu.

     Bu bölümün ne kadar farklı olduğunu Oransay’ın elime tutuşturduğu ders programını inceleyince hemen anladım. Bu okulun “Müzik Öğretmen Okulu”na kıyasla daha kapsamlı olduğu, farklı içeriği bulunduğu açıktı. Oransay benim ikinci sınıftan başlamamı sağlamıştı; ancak alttan bir takım hiç görmediğim dersleri almamı zorunlu tutmuştu.

     Gerçekte asıl sorun şimdi başlıyordu; geçimimi “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası”nda keman çalarak sağlıyordum, evli ve iki çocuk babasıydım ve ayrıca eşimin anne-babası vefat etmiş oldukları için üç kardeşinin daha evimizde kalmaları gerekiyordu. Birdenbire hayatın çok zor olduğunu kavradım. Bir yandan orkestra prova ve konserlerine katılıyor, bir yandan evdeki sorumluluklarımı yerine getiriyor ve bir yandan da derslere yetişmeye çabalıyordum.

     Burada okulumdaki öğretmenlerimi ve özellikle sayın Oransay’ı minnetle anmak istiyorum. Onlar yaşadığım zorlukların farkındaydılar ve ders saatlerimi olabildiğince orkestra provalarına göre ayarladılar. Bazı devam etme olanağı bulamadığım derslerde de beni hep “idare” ettiler. Araba alacak param da olmadığından okuluma hep dolmuş ya da otobüsle yetişmeye çabaladım. Orkestra, okul, ev, parasızlık ve içinde bulunduğum diğer tüm zorluklar beni inanılmaz bir şekilde yormaktaydı.

     Benim “Müzik Bilimleri”nde öğrenciliğe başladığımı duyan ve “Gazi Eğitim”in öğrencisi olup da bu okula var olan siyasi koşullardan ötürü gidemeyen birkaç kişi daha peşimden sayın Oransay ile görüştüler ve onlar da okulumuzun öğrencisi oldular.

     Bu okulda birinci yılımı şu ya da bu şekilde tamamladım; ancak Gültekin Oransay hocamızın iyi niyetle koyduğu ve yetişmemizi istediği, ancak yalnızca dört yıllık bir okul için sayıca fazla ve çok ağır olan dersler bir de yanlış bir şekilde ön şartlı olarak karşımıza çıkınca ve bu nedenle de hemen her öğrencinin alttan gelen çok sayıda dersi birikince hepimizi olduğu gibi beni de kara düşünceler sarmıştı. Ciddi bir birikim ve kültür donanımı ile gelmeyen öğrenciler için durum daha da vahimdi.

     Hemen söyleyebilirim ki bu kadar ağır ders yükü ve ön şartlı sistem öğrencilerin tümüne yakını için bir tehlike oluşturmaktaydı. Elbette Gültekin Oransay çapında ve birikiminde olan bir kişi için bizlerin yaşamakta olduğu sıkıntı pek anlaşılır gibi değildi. Kendisi ile bir kaç kez daha uygun bir ders programı düzenlenmesi için görüştüysek te o asil ve kibar duruşu ile bunu kabul etmedi.

     Biz öğrenciler için yapabilecek pek bir şey kalmamıştı. O günlerin moda yaklaşımı ile hemen “Boykot”a başladık. Elebaşılardan birisi de hızlı bir devrimci olmaya karar vermiş olan bendim. Bölüm öğrencilerinin tamamına yakınının toplandığı ve diğer bölümlerden bazı öğrencilerin de katıldığı bir toplantıyı anfilerden birinde gerçekleştirdik ve tahta başında ben ön şart sistemini arkadaşlarıma sakıncalarını belirterek anlattım.

     Boykot’a hemen hemen tüm öğrenciler katılmıştı, çünkü geleceğimizden ve okulu bitiremeyeceğimizden korkuyorduk. Sayın Oransay’ın bu gelişmeler karşısında çok üzüldüğünü hayli sonraları öğrendim. Yakın çevresine bizlere iyilik yaptığını, fakat hak etmediği davranışlarla karşılaştığını belirttiğini aradan uzun zaman geçtikten sonra bir gün belediye otobüsünde karşılaştığım sayın Kumru Canku’dan duydum.

     Daha sonra gruptan ayrılarak Sayın Oransay’ın çevresinde dönmeye başlayan ve ileride okulda kalmayı hedefleyen bazı isimlerin de başlangıçta bu boykot ve öğrenci hareketinde ön saflarda yer aldıklarını özellikle belirtmek istiyorum. Bu iki yüzlü tutumu tarih saptayacak ve not düşecektir. Bu kişiler ne yazık ki hem sayın Oransay’ı hem de ileriki günlerde sayın Gedikli’yi sahte dostlukları ile aldatmış ve gerçek yüzlerini gizleyerek ünvan elde etmişler, daha sonra da gereksinimleri bittiğinde dostluklarını sona erdirmişlerdir.

     Bizlerin kısmen doğru gerekçelerle başlattığımız ve yürüttüğümüz öğrenci hareketi yine dönemin doğası gereği başarıya ulaşamadı. Ancak gerek bölüm ve gerekse de sayın Oransay biz öğrencilerle birlikte hasar gördü, onarılması olanaksız yaralar alındı. Eğer sayın Oransay bizlerin haklı olduğu noktaları kabullenebilseydi hem okul hem de öğrenciler kazanacaklardı. Sayın Oransay o kibar kişiliğinin altında çok inatçı bir yapı taşımaktaydı ve bizlere ne kadar üzüldüğünü ve kırıldığını belli etmeden kararlı tutumunu sonuna kadar sürdürdü.

     Ülkemizde yetişmiş bulunan bu son derece önemli, çalışkan ve üretken bilim adamı ve gerçek insandan bu satırlar yoluyla yaptığımız kısmi yanlışlıklardan ötürü özür dilerken O’nun çevresinde dönüp istediklerini elde ettikten sonra terk etmekle yetinmeyip bu bölümü çizgisinden uzaklaştırarak önemsiz hale getiren ve “Küğ Bilimi” ile yakından uzaktan alakası olmayan bazı ünvanlı kişilere de kızgınlığımı belirtmeden geçemeyeceğim.

     Bu bölüm küçük düzeltmelerle yoluna devam etseydi bugün rahmetli hocamızın kemikleri sızlamayacak, bölüm de hedefine uygun araştırmacı kimlikli bilim adamları yetiştirmiş olacaktı. Bu fırsatın kaçmasından ötürü ülkemiz adına üzüntülüyüm. Yine de Gültekin hocamızdan feyiz alabilmiş birkaç kişiden biri olduğumu düşünerek yaşamım boyunca ülkemizin müzik ve kültür sorunları için uğraşmaya devam edeceğimi belirtmek istiyorum.

     Saygılarımla...
   M. Tuğrul Göğüş

     Not: Bu bildiri 20 Kasım 2009 Cuma günü İstanbul’da “İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölümü” tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de Müzikoloji Eğitiminin Kurucusu Prof. Dr. Gültekin Oransay’ı Anma Paneli”nde sunulmuştur.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5767348
Online Ziyaretçi Sayısı:11
Bugünlük Ziyaret :73

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.