25.11.2009 / Zafer Yümlü - Bir Kasım Daha
Bir Kasım ayına daha geldik.
Nedendir bilmem ama Kasım ayları hüzünlendirir beni. Yapraklar dökülür, soğuk başlar. Artık iyice anlaşılır kış mevsimi.
Bildiğiniz gibi iki önemli gün var Kasım ayında. On Kasım Atatürk’ün ölüm yıldönümü ve yirmidört Kasım öğretmenler günü.
Baş öğretmen Atatürk’ün kara tahta başındaki resmi hep aklımdadır. Çok önemli bir sahnedir o.
Yıllar boyu bilimden ve modern kültürden uzak kalmış bir toplumun yeniden doğuşunun ilk karelerinden biridir. Tüm halk onu izlemektedir.
Eğitim birliği, çağdaş eğitim ve kültür.
Yok olmaya doğru giden bir toplumun küllerinden yeni bir cumhuriyet kurmak için düşünmüş bunları büyük önder.
O düşünmüş ama biz ne yapmışız?
O düşündüğünü uygulamış. Araştırmış, okumuş, yazmış. Peki ya biz?
O’nun yaptıklarının üstüne yatmışız.
Dünyanın hayran olduğu köy enstitüleri yok edilmiş. Halkevleri kapatılmış.
Öğretmenler maymun, öğrenciler yarış atı durumunda.
İyi de nereye koşuyoruz?
Sistem bir hoş, öğretmenler mayhoş, kitaplar boş, kafalar bomboş...
Kurumlar birbirine düşman.
İşin sanat eğitimi bölümüne değinelim hemen.
Batı müziği konservatuvarları Türk müziği konservatuvarına düşman, Türk müziği konservatuvarları batı müziğine.
Biri Düyek diyor biri Allegro.
Eğitim fakülteleri konservatuvarlara düşman, konservatuvarlar eğitim fakültelerine.
Biri besteci diyor, öteki bağdar.
Ortalama on yıllık bir eğitimden sonra Türkiye’de konservatuvar mezunları ne olacaklarını bilemezken eğitim fakülteliler dört yıllık bir eğitimle en azından öğretmenlik hakkına sahip oluyor. Enstrümanına veya müzik bilimine ne kadar hakim olduğu ise ayrı bir tartışma konusu.
Konservatuvarlı mısın, borazancı veya gıygıycısın.
Formasyon, Les, Alles, Üdls v.s... O konular bir dokun bin ah işit resmen.
İşin en ilginç tarafı şu esas.
Konservatuvarda okuyan bu çocukları hepsi bizim çocuklarımız. Bu toprağın insanları.
Bizim çocuklarımız aç gezerken dışarıdan gelen öğretim elemanları çuvalla para alıyor.
Kaliteli, dünya çapında eğitimcilere lafım yok elbet.
Bizim çocuklarımız yeteneksiz mi? Alakası yok.
Kendi ülkesinde açlıktan nefesi çocuklarımız saçma sistemden kaçıp tüm zorlukları göze alarak harika başarılara imza atıyorlar yurt dışında.
Peki biz ne yapıyoruz?
Yıllardır bu ülkede yaşamasına rağmen hala Türkçe öğrenmeyen yabancı hocalara çuvalla para veriyoruz. Enstrüman çalamayan, öğretemeyen yabancı doçent veya profesörleri baş tacı yapıyoruz. Onların öğrencilere uyguladığı despotlukları hoş görüyoruz. Öğretemese de, kendini yenileyemese de yere göğe sığdıramıyoruz.
Bir türlü kurtulamadık şu Maykıl hayranlığından.
Kurumlarda kadrolu eğitimciden çok boş kadro var. Ama alım yok.
Eğitim fakültesi mezunu çalgısında zayıf ama kısmen de olsa iş buluyor, konservatuvarlı aç halde dolaşıyor. Bir zaman dayanıp sonra ne iş olsa yaparım diyor yıllarca aldığı idealist eğitime karşı.
Vay çocuklarımızın haline.
Yine bir kasım ayı. Baş öğretmenin kara tahta başındaki resmi karşımda.
Şu halimizi görse o tahtaya neler yazar acaba?
25.11.2009, Çarşamba - İzmir