24.03.2016 / Çetin Yiğenoğlu - 3. Delta’da Bir Sanat Olayı: Uluslararası Çukurova Sanat Günleri (*)


    
“Uluslararası Çukurova Sanat Günleri” bizi “3. Delta Sentezi”ne götürdü; böylece Çukurova’ya “3. Delta” dedik.

 

     Oryantalist bakış açısından yaklaşıldığında Ortadoğu’da, “Bereketli Hilal” yayının bir ayağı “Birinci Delta” (Mezopotamya)’ya, öbür ayağı “İkinci Delta” (Mısır/Nil)’ya dayandırılır... İster eski, ister yeni tarih anlayışında olsun bu böyle bilinir...

 

     Gerçekte, yeni tarih anlayışında “Birinci Delta” bile adeta yok sayılmaya çalışılır. “İkinci Delta”yla da sınırlı bir bilgi alışverişinden söz edilirken “İon/Grek” kültürü öne çıkartılarak tarihin, felsefenin kendilerinden başladığına ilişkin yorum getirmeye çabalar kimi oryantalist, Anglosakson kültür şarlatanları...

 

     Ne Zeus’un anası Kibele’nin ne güneşin doğduğu yer Anatolia (uygarlığın doğduğu yer)’nın ne de 3. Delta’nın esamesi okunur.

 

     Onların yaklaşımı doğaldır ama biz de yabancı duyumsarız kendimizi o külte; “3. Delta” ya da “Çukurova” kültüne...

 

     Bu yaklaşımımızla “UÇSG”lerde tarihe bir nokta koymak istiyoruz hiç olmazsa...

 

     Hemen her ödül kitabının “sunu”sunda vurguladığımız gibi burada da konuyu kısaca özetlemekte yarar görüyoruz:

 

     “3. Delta Kültü’nden söz etme gereği duymamızın gerekçesi  bize göre çok derinlikli…

 

     Öncelikle belirtmekte yarar varsa ‘3. Delta’, ‘Çukurova’ya tarafımızdan verilen bir isim, bir nitem. Bu, binlerce yıllık birikimin, -kuşkusuz- bir tepkisel yaklaşımın ürünü… Tepkiselliğin içsel, dışsal nedenleri var… Dışsal nedenler etik bakışla emperyal açıdan yaklaşımlara ilişkin… Etik bakış açısından ise sorun oldukça karmaşık… Irkçı-milliyetçi-mukaddesatçı yaklaşımlarla Anadolu’daki Türk varlığına ilişkin miladın 1071 diye kavranması sorunun bir yanını oluşturur… En önemli yanında ise çocukların, gençlerin tarih bilincinden, diyalektik düşünme yetisinden yoksun yetiştirilmesi, toplumsal algıyı bir başka boyuta çekme politikası bulunur…

 

     Bu noktada, “3. Delta” ile “Çukurova Kültü” yaklaşımları -biraz iddialı olacak, ama- bir yeni arkeolojik verili tarihsel paradigma arayışı diye yorumlansa ne denli ciddiye alınır acaba? Öyle ya kimi yaklaşımlar felsefeyi Hermetizm’den, dolayısıyla Mısır’dan, kimileri antik çağdan, Yunan’dan başlatırken bu iki (eski-yeni) tarih anlayışı (Mısır-İon/Yunan) insanlık tarihinde yüzlerce yıllık tartışma sürecini işgal ediyorsa bu ‘3. Delta’ ile ‘Çukurova kültü’ de nereden çıkıyor, yeri neresi bu ikisinin sorusuna yanıt vermek gerekmez mi?

 

     Bunun yerine, Sünni-Türk İslam sentezini imleyen 1071’i milat kabul etmenin sığlığında dönenip durmanın günümüzde yaşadığımız sorunları açıklamaktan başka dünya tarihi bağlamında neyi anlattığını tartışmak ayrı bir konu…

 

     Bu açıdan bakıldığında, ‘3. Delta’ ile ‘Çukurova kültü’ yaklaşımı kuşkusuz birilerini kızdıracak ama konuya şu yaklaşımımızın düşüncelerimizi özetleyecek nitelikte olduğunu sanıyoruz:

 

     ‘3. Delta’, Mezopotamya ile Mısır uygarlıklarının Batı’ya, Batı’daki gelişmelerin de Doğu’ya aktarılmasında en önemli köprü olmasına karşın, nedense her zaman yok sayılmış. Oysa ‘3. Delta’, eldeki -şimdilik- sınırlı kalıtlarla/verilerle bile tarihsel, sosyolojik, arkeolojik,  antropolojik açıdan dünya uygarlık tarihinin yadsınamaz bir gerçekliği…

 

     Bizce, ‘3. Delta’ya ait varsıl birikimin bir “Kült” olarak tanımlanması, atalarımızdan kalmış kültürel kalıt niteliğinde değerlendirilmesi gerekir.

 

     Ne yazık ki, bu bölge insanının ‘3. Delta’ya özgü duyarlılıkla ürettiği antik söylenceler, öyküler, destanlar, türküler, felsefik, astrolojik düşünceler, düşünsel yapılanmalar, Batıcı kimi ideologlar, sistem adamları, vakanüvistler, sanat tarihi yazıcıları tarafından bölgede emperyal güç olarak bulunmaktan başka bir özelliği olmayan Grek ya da Latinlere aitmiş gibi tanımlanagelmiş.

 

     Bunları dikkate alan bir bakışla yaklaşıldığında ‘Çukurova Kültü’ tanımının Çukurova özelinden Anadolu’nun tarihsel mirasına sahip çıkma bilinci olarak belirdiği görülür; bir bakıma ‘UÇSG’nin de bu bilinçle düzenlenen bir etkinlik kimliği olarak biçimlendiği anlaşılır; bu yanıyla ‘UÇSG’, Bizantinist İda yapılanmalarına, Bizans panteonuna karşı Dionysosvari bir girişim olarak kendini gösterir…

 

     İşte, böyle bir yaklaşımla düzenlenen “UÇSG Etkinlikleri” iki sütun üzerinde yapılandırılır. Bu iki sütundan birini sanatın her dalıyla ilgili söyleşi, konferans, panel, konser, sergi gibi çeşitli etkinlikler oluşturur… Bu sütunun yayın organı, etkinliklerin yapıldığı günlerde yılda bir kez yayınlanan etkinlik gazetesidir.

 

     “Çukurova Ödülü” ise “UÇSG”nin ikinci sütununu oluşturur.

 

     Her yıl ödüle değer görülen saygın kişiye ‘Çukurova Kültü’nün yapı taşlarından olduğuna inandığımız Mitraizm’in Tauroktoni sahnesinin imlendiği antikçağ objesinden soyutlanan bir plaket verilir…

 

     Plaketin öyküsü birkaç sayfa sonra okuyacağınız ‘Torosların Boğası’ başlıklı yazıyla özetlemeye çalıştıklarımızı çok, ama çok (kitaplar, belki de kütüphane‘ler’ dolusu kitap yazmayı gerektirecek denli) boyutludur…

 

     Biz, bunlarla konunun ne denli önemli olduğunu vurgulamaya çalışıyoruz yalnızca… Gerisi arkeologların, antropologların, tarihçilerin, sosyologların, sosyal bilimcilerin, araştırmacıların işi…”

 

     …………………………………

 

     (*) Çetin Yiğenoğlu, Ülkü Tamer-Çukurova Ödülü kitabının “sunu”su.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5767164
Online Ziyaretçi Sayısı:18
Bugünlük Ziyaret :1532

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.