01.11.2013 / Yüksel Koptagel - Operanın Divo ve Diva’ların 400 Yılı


    
“Revista Cultural N”den Ernesto Castagnino’nun Yazısı

 

     Derleyen: Yüksel Koptagel

 

     “Opera saraylarda doğdu, sokaklardaki fanatizmi uyandırdı, 400 yıllık hayatında müziği, tiyatroyu, dansı ve plastik sanatları bağrında topladı. Sanatçılarının, divalarının provokasyonlarıyla büyük ihtirasların beşiği oldu.”

 

     Operanın dev bestecileri Wagner ve Verdi’nin 200. doğum yılı. Arjantin’de dünyanın en önemli operalarından “Colon Operası” bu yıl da politik ekonomik engellere rağmen zengin programla sürdürüyor.

 

     Müzik aletlerinden hiçbiri insan sesinin yerini tutamaz. Teline hemen dokunulan keman, viyolonsel veyahut da birkaç mekanik badireden sonra tele ulaşan piyano en güzel yorumlarında hep insan sesine ulaşmaya çabalamaktadır. Ancak güzel bir insan sesinin verdiği heyecan, bir sazdan çıkarılan sesten çok daha derin ve etkileyicidir.

 

     Enstrümanı kendi bedeni olan ses sanatçısının sazına hakim olması yıllarca disiplinli çalışma gerektirir. Yaşamın daha ilk başlangıcında sesle ifadenin rolü vardır, şarkı bize atavistik kalıtsal bir şeyi iletir.

 

     Sanatın “atlet komple”si, birkaç dalının bileşimi olan “opera”nın temeli ses sanatıdır. 400 yıllık opera geçmişine bakıldığında “Diva” olabilme niteliklerinin birçok evrime katlandığını görürüz.

 

     Floransalı Kont Bardi’nin topladığı “Camerata Fiorentini”yle opera ilk filizlerini (Daphne-1597, Euridice-1600) ile verirken kapris, rekabet ve kıskançlıkla seyircisinden aşırı ilgi, sevgi veya nefret toplamak çabaları başladı. Buna bir de emprezaryoların yarışması eklendi ve sahnelerin ilk “Divo”ları olan “castrato”lar ortaya çıktı. Ergenlikte seslerinin değişmesini önlemek için erkek çocuklar küçük yaşta ameliyat ediliyordu.

 

     Bu eksantrik, mağrur, kolayca öfkeleniveren yaratıklar sahip oldukları olağanüstü vokal genişlikle şan partilerine ekledikleri olağanüstü süsleme kapasiteleriyle triller, titremelerle inen-çıkan gamlarla 17. yüzyıl - 18. yüzyıl sahnelerinin tek hakimi oldular.

 

     Bunların içinde G. F. Handel’in gözdesi “Senesino” olarak tanınan Francesco Bernardi, Carlo Broschi (Farinelli)’nin amansız rakibiydi.

 

     Farinelli yıllarca İspanya Kralı Filip V’in sarayında söyledi, sarayın bütün entrikalarına karışarak yaşadı.

 

     Göz kamaştıran virtüozitesiyle Giovanni Carestini, rakipleriyle tartışmaktan yoruldu. “San Petersburg Sarayı”na kapılanıp ilahi sesiyle Rus çarlarını mutlu etti.

 

     Bu acayip sesler unutulmuşken 20. yüzyılda mezzo soprano Amerikalı Marilyn Horne (1929 - ) ve İngiliz Janet Baker (1933 - ) ortaya çıktı. İmparator Jül Sezar, Şövalye Rinaldo, Pers Kralı Xerxes’in görkeminden ödün vermeden canlandırdılar.

 

     Günümüz kontr tenorları da Barok repertuvarının bu zor eserlerini üstlendiler. Erkek sesleri artık vokal tekniklerle mezzo soprano hatta sopranolara benzer tınıya, ses rengine ukaştı.

 

     İngiliz Alfred Deller (1912-1979) ve James Bowman (1941 - ) bu çalışmalarda öncü oldu. Belçikalı René Jacobs (1946 - )’la birlikte opera repertuvarında Vivaldi, Cavalli ve Scarlatti’leri yeniden ortaya çıkardılar.

 

     Bu atılım günümüzde kontrtenor David Daniels’in görkemli homojenitesi, Andreas Scholl’un berrak tınısı, Philippe Jarousky’nin cesur olduğu kadar uzman, yetkin nitelikleriyle sürmekte.

 

     Kastratolar ortadan kaybolunca, besteciler eserlerinde artık soprano rolleri yaratmağa başladı. Sopranodaki değişik sesler onlara esin kaynağı oldu.

 

     Bunlardan biri Madrid’de doğan Isabella Colbran (1785-1845)’dı. Rossini eserlerinin çoğunu “La Colbran” için yazdı. Sesi en tiz soprano’dan kontralto’ya kadar iniyordu. Rossini’de özellikle bunu irdeledi.

 

     2009’da güzel ve yetenekli mezzo Joyce di Donato O’nun repertuvarını “Colbran the Muse/Şiir Perisi Colbran) adıyla bir plak yaptı.

 

     Giuditta Pasta (1797-1865) ve Maria Malibran (1808-1836) ile dramatik kolotatur sopranolar saltanatı başladı. Bunlar İtalyan belkanto’sunu zirveye çıkardılar.

 

     Giuditta Pasta, Wagner’in hayran olduğu Bellini’nin “Norma”, “Somnambula”, “Beatrice di Tenda”... gibi birçok operalarını ilk seslendirendir. Milano’dan sonra Fransa, İngiltere ve San Petersburg’da da parlak bir kariyer yapmıştır.

 

     Günümüzün hareketli araştırmacısı, enerji dolu mezzo sopranosu Cecilia Bartoli 2007 yılında, Maria Malibran için özel bestelenen ve O’nun unutulmaz yorumlarından olan eserlerden oluşan bir albüm çıkardı. 28 yaşında attan düşüp ölen Malibran, ünlü İspanyol bariton Manuel Garcia’nın kızı, Liszt’in öğrencisi mezzo soprano Pauline Viardot’nun kardeşiydi.

 

     Yine bir ünlü İspanyol soprano, mezzo soprano ve kompozitördü Malibran’ın kardeşi olan Pauline Viardot (1821-1910). Opera sahnelerinde kardeşinden çok değişik bir “Desdemona” yarattı. “Cenerentola”, “Rosina”, “Zerlina”, “Tancredi”yle Leipzig, Berlin, Viyana, Madrid’den sonra San Petersburg’da temsilleriyle çok başarılar kazanırken, sesi ve ajilitesiyle büyük bir kolaylıkla keman konçertolarını, Chopin etütlerini resital programına alıyordu. Geniş bir ses olanağı vardı, (sol2’den do5’e kadar kapsayan). Besteci R. Hahn’ın kayıtlarında O’nun sesinin (fadiyez2-re5) olduğunu yazar.

 

     Madrid’de “Kraliyet Sarayı” kemancısının kızı olan Isabella Colbran (1785-1845) Rossini’yle evlendiğinde (1822), gününün en ünlü dramatik sopranosuydu. 3 oktavı kapsayan sesiyle O’nun en zor eserlerini seslendirebilen sanatçı oldu. Rossini “Semiramide”, “Otello” ve “Zelmira” operalarını Colbran için yazdı. Colbran aynı operada değişik rolleri de oynardı. Kendi besteleri vardı. 1836’da öldüğünde 4 cilt vokal beste bıraktı.

 

     Saint-Saens anılarında Rossini’nin evinde verdiği cumartesi yemeklerini anlatırken genç bir soprano’dan söz eder.

 

     Vokal süslemelerle dolu “Sevil Berberi Aryası” bittiğinde besteci, “Çok güzel sevgili dostum, kimdi bu söylediğinin bestecisi?” diye sorar genç soprano Adelina Patti’ye!!!

 

     Rossini’nin tepkisi Patti’yi caydırmaz yolundan. Uçsuz bucaksız süslemeleriyle Rossini’yi çileden çıkarırken, Mozart operasındaki “Gece Kraliçesi”ni bir ton tizden transpoze ederek söyler. Konser ve temsilleriyle milyonlar kazanır.

 

     Verdi’nin “Absolut!” diyerek hayran olduğu Patti (1843 Madrid - 1919 Wales), operacı ana babadan Madrid’de bir “Norma” temsilinde doğmuştur. Babası tenor Salvatore, annesi soprano Caterina olan Patti’nin doğduğu evin kapısında (1843 Norma temsilinde soprano Caterina Barili ve tenor Salvatore Patti’den Adelina Patti burada doğdu) plaketi durur, Madrid’de, Gran Via - Jose Antonio caddesinde...

 

     Aynı Madrid’de, Leganitas caddesinde İspanya Kraliçesi’nin hocası olan Scarlatti’nin mezarı da vardır. Scarlatti İtalya’da doğmuş, ama dönmemiştir.

 

     Madrid’de 1805’de ölen Boccherini ise yıllarca orada kaldıktan sonra, ancak Mussolini tarafından İtalya’ya Lucca’ya taşınır.

 

     1903’de “Gramofon” markası ilk kez bir operanın tamamını çıkardı. Bu eser Verdi’nin “Ernani Operası”ydı. Artık isteyen evinde koltuğa yumulup opera dinlerdi. 120 dakikalık opera, tek yüzüne kayıt yapılan 40 plaktan oluşuyordu.

 

     Bu yeni teknoloji gelmiş geçmiş zamanın en popüler, en güçlü lirik spinto tenorunun sesini kaydetti. Napoli’li tenor, lirik “Nemorino”dan kahraman “Radames”e kadar sesinin tüm İtalyan repertuvarını yüklenmişti. Dick Johnson (La Fanciulla del West), Maurezio (Adriana Lecouvreur), Laris Ipanoff (Fedora) ve birçok diğer operaları ilk seslendiren oldu.

 

     Rekabet

 

     Savaş sonrası Avrupası’nda yaralar sarılır, kentler yeniden yapılandırılırken müzik insanlar arasında dostluğu yakalamanın yolu oldu.

 

     1946 Mayıs’ında Toscanini Milano’da “Teatro alla Scala”nın yeniden açılışını yaptı. Verdi’nin son eserlerinden olan çift koro ve orkestra için yazılmış “Te Deum”u yönetiyordu. Maestro “Voce d’Angelo!” dediği bir melek sesiyle çarpıldı. Bu 24 yaşındaki Renata Tebaldi’ydi. Renata (1922-2004)’nın çıkışı böyle başladı. O’nun müzik dünyası egemenliği ise ardından gelen Yunan Amerikalısı Maria Callas (1923-1977) ile operalarda bir evvel veya bir sonra yer alarak paylaşıldı.

 

     Aralarındaki rekabet her ne kadar yayın stratejileri, seyirci fanatizmiyle şişirilmiş ise de bu iki sanatçı birbirinden fazla söz etmedi, sempati de duymadı. Stilleri yönünden pek değişik değillerdi.

 

     Tebaldi, Maria Caniglia ve (Caruso’nun partneri) Claudia Muzio’nun tuttuğu, gelenekçi yoldan gitti, Verdi ve Puccini’lerdeki berrak fakat ajiliteden ziyade homojen olan sesiyle dinleyende unutulmaz yorumlar bıraktı.

 

     Callas’a gelince, Caruso’nun öbür partneri Rosa Ponselli’nin ihtiraslı, delici yorumu ve sesiyle ayırt edilmekteydi.

 

     Bunlar bu iki sanatçının arasındaki keskin ayırımlardı ve yıkıcı bir duvar oluşturdu. Onları sahnede izleyebilenlerin izlenimlerinde onların sahneye çıkar çıkmaz yaydığı manyetik bir alan ve canlandırdığı rollere verdiği trajik dimansiyon karşısında artık olagelecek teknik presizyon yahut ses tınısındaki sertleşmeler silinip unutulurdu.

 

     Maria Callas’ın “Violetta”, “Valery”, “Norma”, “Lucia”sında bu Yunanlı kadının yorumuna, kişiliğine, seviyesine daha kimse erişemedi.

 

     Ardından gelenlerin teatral derinliği, vokal virtüozitesi, tekniği tatmin etmemekteydi.

 

     O’nun ardından gelen kuşakta Mirella Freni, Renata Scotto, Placido Domingo, Alfredo Kraus yalnız şarkı söylemekle kalmadı, sahnede canlandırdıkları rollerdeki kişilerin sırlarını, psikolojisini çizdiler. Gerçek bir vokal mucize olan, 72 yaşındaki yorulmak bilmeyen ve çok yönlü verimli olan Placido Domingo (1941 - ) her lisanda söylediği 140 operayla integral bir sanatçının belki de en iyi bir sentezidir.

 

     Bazı sanatçılar ise canlandırma görünüm yönünden ziyade çalışmalarında ve temsilde sesteki mükemmelliği aramakta odaklanmıştır.

 

     Joan Sutherland, Luciano Pavarotti, Montserrat Caballe bunlardandır; genelde dramatik güdülerden tamamen ayrı, fakat güzel bir ses, teknik presizyon’dur onların amacı.

 

     Stil

 

     Lirik tarihinin ekseni “Şan Okulları” ve stilleri, biçimleridir. Bu da Fransız ve Rus stili, Mozartiana ses, Verdi veya Wagner sesleridir.

 

     Ama 20. yüzyıl akımlarında sular İtalyan seslerindeki Akdeniz rengi ile karşısındaki ödün vermez çelik gibi Almanları bulur.

 

     Jussi Björling, Giuseppe di Stefano, Mario del Monaco, Franco Corelli ve Carlo Bergonzi’deki geniş ve yuvarlak sesler, zarif cümleler İtalyan tenorun paradigmasıdır.

 

     Buna karşın Wagner ve Richard Strauss’un eserlerinde temeldeki ortak Alman sesler, bu bestecilerin yoğun orkestrasyonuna girebilen daha güçlü, daha metalik tembre sahiptir.

 

     Soprano Kirsten Flagstad, Astrid Varnay, Brigit Nilsson, Hildehard Behrens günlerinde en mükemmel “Isolde”ler, “Brunnhilde”ler oldu. Lauritz Melchior, Wolfgang Windgassen ve Jon Vickers de sesleriyle “Tristan”ı, “Siegfried”i canlandırdı.

 

     Operaların çoğunda protagonist, ileri çıkan rollerdeki çiftler, soprano ve tenor ise de bazı büyük sayfalar koyu, derin, kalın seslere ayrılmıştır.

 

     Her ne kadar genelde kaba, köylü, baba-ana gibi roller verile gelmiş ise de bunlar dışında sevgilinin rakibi olarak çıkan veya başka bir kahraman olarak giren başroller de vardır. Bu kalın ses rengiyle özel bir anlam ekleyiverir olaya.

 

     Bas baritonlar, mezzo sopranolar ve kontraltolar vardır bu sesler eserdeki “diva”lığı alır götürür ve diğer sesleri sollar.

 

     Rus bas Fiodor Chaliapin (1873-1938) “Boris Godunov”, “Mefistofeles” ve “Don Kişot”la geçen yüzyılın “Çağın Fenomeni” olarak sınıflanır. O’nun mirasçısı Kuzey Amerikalı, bu yıl 40. sanat yılını tamamlayan Samuel Ramey (1942 - ) olağanüstü bir yorumcudur.

 

     Baritonlar arasında, yakınlarda kaybettiğimiz ve yeri hiçbir zaman dolamayacak olan Dietrch Fischer-Diskau (1925-2012), olağanüstü tekniği ve sesiyle rol aldığı opera sahnelerinde, Alman oda müzikleri, resitalleri ve plaklarıyla yoğun bir sanat yaşamı sergiledi.

 

     Leonard Warren, Ettore Bastianini, Tito Gobbi ve Piero Cappucelli bunların hepsi harika birer “Nabucco”lar, “Rigoletto”lar, “Boccanegro”lardı.

 

     Mezzo sopranonun kadife gibi olan şehvani ses tınısı, karşısındaki tenoru cevaplarken dinleyicisini de çok etkisi altına alır, büyüler. Anne olarak, dadı olarak dinlerken de o sesin bir cazibesi vardır. Ama bazen de sahnede pantolonlu mezzolar yer alır... erkek rolünde. Üstelik sahnedeki bu pantolonlu mezzolar “Barok Opera”dan bugüne bir kalt’tır.

 

     Birçok besteci bu sesi genç aşık rolüne kullanır. Mozart’ın “Figaro’nun Düğünü”ndeki “Cherubini” yahut da “Rosenkavalier”in “Oktavian”ı gibi.

 

     Giulietta Simionato, Christa Ludwig, Teresa Berganza, Fiorenza Cossotto ve Frederica von Stade’lar eşsiz, vibrant ve unutulmaz sesleriyle geride çok değerli plaklar bırakmışlardır.

 

     Ama ses kayıt tekniği ne kadar mükemmel olursa olsun kayıttaki ses hiçbir zaman bize canlı dinleti niteliğini veremez.

 

     Bu nedenle neresinde oturursanız oturun, bir opera binasının çatısı altında dinleti bambaşkadır.

 

     Dünya operaları bu yıl operanın iki dev bestecisi Verdi ve Wagner’in 200. doğum yılını kutluyor. Özenle hazırlanan programlarla Avrupa’da ve Amerika’da Verdi’ler, Wagner’ler seçkin sanatçılarla sahnelenecek.

 

     Kaynaklar:

     Revista Cultural N2’den: Ernesto Castagnino

     Guide de l’Opera: Rosenthal et Warrack

     Larrousse de la Musique: Norbert Dufourque

     Revista Teatro Colon

 

     “Orkestra Aylık Müzik Dergisi”nin 2013 Aralık sayısından alınmıştır. - (Yıl: 52, Sayı: 432, Sayfa: 3-12).




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5760858
Online Ziyaretçi Sayısı:17
Bugünlük Ziyaret :962

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.