27.11.2016 / Burcu Bilgin - Frankenstein: İnsan Neden Farklı Olanı Sevmez?
İngiliz yazar Mary Shelley’nin 1816 yılında yarı uyanık gördüğü bir rüyadan etkilenerek kaleme aldığı “Frankenstein”, tüm zamanların en ünlü ve en dramatik eserlerinden. Asıl ismi “Frankenstein ya da Modern Prometheus” olan eser, bugüne kadar sayısız kez sinemaya, tiyatroya ve ekrana uyarlandı.
“Sadri Alışık-Çolpan İlhan Tiyatrosu” tarafından iddialı bir prodüksiyonla “Frankenstein”, Türkiye’de ilk defa tiyatro sahnesine getiriliyor. Geçen tiyatro sezonundan bu yana seyirci karşısına çıkan “Frankenstein”ı nihayet “Zorlu PSM Sahnesi”nde izleyip yazma fırsatını buldum.
Tiyatro sahnesine Selen Korad Birkiye’nin çevirisi ve Şakir Gürzumar’ın rejisiyle gelen oyunda, “Doktor Victor Frankenstein”ı Cansel Elçin, meydana getirdiği yaratığı ise Kerem Alışık canlandırıyor. Deniz Uğur, Engin Gürmen, Ömür Kayakırılmaz, Batuhan Pamukçu, Merve Erdoğan ve Şahin Adıgüzel’in rol aldığı oyunda 86 yaşındaki tiyatro ve sinema ustası Yılmaz Gruda da izleyici karşısına çıkıyor.
Eser, “Victor Frankenstein”ın yaratığını ortaya çıkardıktan sonra “sonuçtan” memnun olmayıp kaçması ve onu kaderine terk etmesiyle başlıyor. Annesinden yeni doğmuş bebek misali kendini hayatın ortasında bulan yaratığın ilk günleri, bilinçsiz bir şekilde ortalıkta dolaşmak ve bu sırada görüntüsünden dolayı korku verdiği insanlardan şiddet görerek başlıyor. Oyunun bu kısımları akla ister istemez ünlü “Notre Dame’ın Kamburu”nu getiriyor.
Ne Kadar Öğrenirsem O Kadar...
Daha eserin ilk dakikalarından itibaren Kerem Alışık’ın üstün performansı ve Neriman Eröz’ün O’nu sahne makyajıyla “Frankenstein’ın Yaratığı”na dönüştürmedeki mahareti izleyiciyi adeta çarpıyor.
Topladığı ceset parçalarıyla “üstün, erişilmez ve güçlü insan prototipini” yaratmaya çalışırken ortaya korkunç bir yaratık çıkaran Victor’un kaçışının ardından kendini savunmasız ve acı içinde bulan yaratık, evine sığındığı kör adamın “O’nu görmemesinin” de avantajıyla bu bilge kişiden ve evindeki kitaplardan hayatı öğreniyor. Psikolojik, felsefi ve sosyolojik alt metinlerle kuvvetlendirilen eserin bu bölümlerinde “Frankenstein’ın Yaratığı” öğrendikçe daha fazla acı çekiyor. Bunu da, keder içinde ağlayarak, “Ne kadar çok öğrenirsem o kadar hiçbir şey bilmediğimin farkına varıyorum. Ne kadar çok soru var, ama cevapları yok” diye anlatıyor.
Kendini, varoluşunu, insanlığı okudukça anlayan ve sorgulayan yaratık, kaçarken yanına aldığı günlüklerden de yaratıcısı Frankenstein’ın yerini öğreniyor. Bu noktaya kadar nispeten daha durağan olan hikaye de Frankenstein ile yaratığının yollarının kesişmesiyle büyük bir ivme kazanıyor.
Yaratıcı ve Yaradılan Arasında Hesaplaşma
Oyunun özellikle ikinci perdesi, seyirciyi sinema ile tiyatronun iç içe geçtiği bir akışla buluşturuyor. Şirin Dağtekin Yenen’in altlı üstlü iki parça olarak tasarladığı sahnenin üzerinde kar yağışı, yağmur, dönemin Londra’sı, Cenevre gibi görüntülerin barkovizyondan yansıtılması, üç boyutlu sahne ve Cenk Taşkan’ın efekt müzikleriyle buluşarak sinema filmi izliyormuş hissi yaratıyor.
İkinci perdede O’nu var eden insanla karşılaşan “Frankenstein’in Yaratığı”, artık kötülük yapmayı, kırıp dökmeyi, zarar vermeyi de öğrendiği ve kendi deyimiyle “gerçek bir insana dönüştüğünden” O’nu büyük acılar çektiği bu dünyaya gönderen adamın karşısına geçip hesap soruyor. Bu noktada eserin vermek istediği mesajlar daha da keskinleşerek, “yaratıcısına hesap soran insan”, “bilim ile ruhani olanın çarpışması”, “savaşlar, acılar ve insanlık tarihi boyunca devam eden kötülük” gibi konuların altları daha derin olarak çiziliyor.
İnsanoğlu Neden Farklı Olanı Sevmez?
Oyunun temposunun en yükseldiği kısımlarda, içindeki intikamı dışa vurdukça hafiflemek yerine acısı ve dramı ağırlaşan yaratık, giderek yanına yaratıcısı Frankenstein’ı da çekiyor.
Eser, bu zirvenin ardından finale bağlanıyor ve çarpıcı repliklerle dolu bir bölümle bitiyor. Frankenstein’ın yaratığı, yüzyıllardır yanıtlanamayan bir soruyu bir kez daha soruyor: “Ben bu dünyaya geldiğimde farklı olduğumu biliyordum. Ama farklı olduğum için sevmediler. İnsanoğlu neden farklı olanı sevmez?”
Netice olarak prodüksiyonuna büyük para harcandığı belli olan “Frankenstein”, artık dünyada da egemen olan, tiyatroyu sadece metinden ve oyunculuktan ibaret değil, dekoru, kostümü, makyajı, ışık düzeni, teknik efekt kullanımı ve müzikleriyle bir bütüne dönüştüren anlayışın ülkemizdeki örneklerinden.
Saydığım teknik yönlerinin yanı sıra, başarılı alt metinleri, Şakir Gürzumar’ın esere katkı yapan rejisi, özellikle de Kerem Alışık’ın hafızalara kazınan performansıyla “Frankenstein”, ülkemiz tiyatrosu adına bir artı. Victor Frankenstein rolündeki Cansel Elçin’in de “iyi bir eşlikçi” olduğu oyunda, final sahnesinde O’nun biraz daha öne çıkabilen bir performans sergilemesi gerektiğini ise eklemem gerek. Tiyatro ustası Yılmaz Gruda’yı sahnede görebilmek ise ayrı bir mutluluk.
Tiyatro adına harcanan paranın usta ellerde başarıya dönüşebildiğini görmek güzel. Keşke tiyatro adına bir şeyler yapabilecek herkesin bu imkanı olabilse...
http://sinekafe.com sitesinden alınmıştır. - 27.11.2016, Pazar