01.07.2017 / Zafer Yümlü - Das


     İkinci Dünya Savaşı.

 

     Başta Adolf Hitler olmak üzere gözünü hırs bürümüş bir grup liderin çekiştirmesi ile çıkan bu savaşta toplam 65 milyon insan öldü. İnsanlar, vatanlarından sürülüp fırınlarda yakıldı. Milyonlarca insan da sakat ve evsiz kaldı. 1945’te savaş bittiğinde geriye enkaz halinde bir Avrupa kalmıştı. “Birinci Dünya Savaşı”ndan sonra ortaya çıkan silahlanma sanayisi milyonlarca insanın ölmesine neden olmuş, iş gücü de bitmişti.

 

     Ve Avrupa, sanayileşme hamlesine başladı.

 

     Almanya, savaşta yenilmesine rağmen sanayileşme ve güçlü ekonomi ile lider olma çabasına girdi. İş gücü yoktu. Ama çaresi vardı. İş gücü açığını karşılamak için 30 Ekim 1961’de Türkiye ile “Türk Firmaları İşçilerinin İstisna Akdi Çerçevesinde İstihdamına İlişkin Anlaşma’’ imzalandı. Anadolu’nun bağrından kopan eli nasırlı gariban Türkler, trenlere doluşup düştü Almanya yollarına. Para kazanıp evlerine döneceklerdi. Önce Almanya ile başlayıp tüm Avrupa’ya dağıldılar. Ne iş olsa yapıyorlardı. Geçmişte Viyana kapılarından geri dönen Türkler artık Viyana sokaklarının hakimiydi. Tek fark, çöpçü olmalarıydı.

 

     Bu, yüzyıllar boyu İngiltere’nin sömürgecilikle yaptığının bir benzeriydi. İngiltere, sömürgeleştirdiği toplumların iş gücünü, maden ve doğal kaynaklarını kullanarak üzerinde güneş batmayan ülke olmuştu. İngilizceyi dünya dili yapmıştı. Şimdi aynısını Almanya uygulamaya başlamıştı. Dışarıdan aldığı işçileri, her sektörde kullandı. Kendi kültürünü empoze etti. Ürettiklerini sattı. Sanayi devi haline geldi. “Herşeyin en kalitelisini Almanlar yapar. Onların yaptıkları bozulmaz.” Bu sözler, kulaklarımızda o zamandan kalmadır.

 

     Bütün bunları bir asır önce Karl Marx söylemişti oysa: “Das Kapital”

 

     Peki, Türkiye ne yapıyordu aynı dönemde? Önüne atılan yemleri yiyordu.

 

     Üretim yoktu. Dış devletler tarafından hazır yemeye alıştırılmaya başlamıştık. Kafasında tüylü şapkayla memlekete “Mark” getirenler, milli kahraman sayılıyordu. “İkinci Dünya Savaşı”ndan sonra Berlin’de ilk yapılan bina, opera binasıydı. Şehircilik, alt yapı süperdi. Fabrikalar, devamlı çalışıyordu. Türkiye ise savaşa bile girmemişti. Sefillik ise diz boyuydu. “Osmanlı dünyayı titretti”, “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Biz, Cumhuriyeti böyle kurduk” laflarıyla uyuşturulan beyinler, havanda su döverken; sanayileşen devletler, hakimiyeti kurmuştu.

 

     Sanayi derken, sadece fabrikaları ve motorları düşünmeyin. Kültür de bir sanayidir. Bugün, Almanya’nın köylerinde bile orkestralar vardır. Opera festivalleri, dünyaca meşhurdur. Bu orkestralar ile klasik müziği ve kendi kültürlerini tanıtırlar. Ülke ekonomisine büyük katkı sağlarlar. Bu orkestraların enstrümanları nerede üretilir? Almanya’da. Kalite, en üst seviyededir. Dolayısıyla para, ülkede kalır. Kültür, parayı getirir; para ise gücü.

 

     Ya bizde?

 

     Kültür, gereksizdir. Uluslararası festivaller, dostlar alışverişte görsün mantığı ile yapılır. Sürdürülebilirlik ve Ar-Ge yoktur. Orkestra ve opera sayımız, iki elin parmaklarını zor bulur. Kendi bestecilerimizin eserlerini çalmazlar. Proje üretmezler. Enstrümanlar, yurt dışından alınır. Çalmayan, söylemeyen adama maaş verilir. Kendi kültürümüze düşmanızdır. Elin Japonu, Amerikalısı, dünyanın öteki ucundan gelip bizim tarih ve kültürümüzü ezbere bilirken, biz tarihi eserlerden hela taşı yaparız.

 

     Kısacası önüne atılan yemlerle uğraşırken altından yumurtası çalınan tavuk olmuşuzdur.

 

     Oysa kendi kültürümüze ve sanatımıza sahip çıkıp geliştirsek pekala Türkçe, dünya dili; Anadolu kültürü ise dünyanın tanıdığı bir kültür olur, sanayimiz ve ekonomimiz gelişirdi.

 

     “Das Kapital”i okumaya gerek yok. Atalarımız çoktan çözmüş zaten olayı.

 

     “Varsa pulun herkes kulun, yoksa pulun dardır yolun.”


     İzmir - 01.07.2017, Cumartesi




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5785477
Online Ziyaretçi Sayısı:14
Bugünlük Ziyaret :964

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.