23.06.2017 / Tunca Arslan - Yılmaz Güney Pastörize Süt Değildir


     Fatih Altaylı, Serdar Turgut, Engin Ardıç gibi köşe yazarlarının 2000 yılı başlarında Yılmaz Güney’e yönelttikleri pervasızca saldırının olumlu sonuçları da olmuştu. “Bu adam sinemacı sanatçı falan değil, sadece katildir” şeklinde özetlenebilecek saldırgan ve aşağılayıcı yazıları sayesinde bu isimler, hiç hesaplamadıkları halde Güney’in etrafındaki suskunluk çemberinin kırılmasına, belki de ilk kez geniş boyutlu bir tartışmaya, Güney’in yeniden gündeme gelmesine de yol açtılar.

 

     Yeniden Özgürlük

 

     Ders olarak okutulması gerekirken, sinema eğitimi veren fakültelerden tek bir Yılmaz Güney filmi seyretmeden mezun olan genç sinemacılara bolca rastlanan dönemde, yasaklamaların ötesinde, ölümünün ardından yakın çevresince adeta cam fanusta korunmaya çalışılan Güney, ilginç biçimde yeniden özgürlüğe kavuştu. Sinema yazarları ve pek çok sinemacı, Güney’i savunan onlarca yazıyla ortada “efsane” değil, günahıyla sevabıyla büyük bir sinemacı bulunduğunun altını çizdi. “12 Eylül”den 10 yıl sonra “2000’e Doğru Dergisi”nin büyük bir kampanyayla “Umut” filminin yeniden gösterimini gerçekleştirmesinden sonra yeniden güçlü bir Yılmaz Güney rüzgarı esti. O güne dek hakkında yayımlanmış bir iki inceleme ve anı kitabıyla sınırlanan Güney, geniş bir alanda çalışmalara konu olmaya başladı.

 

     Çelişkiler ve Bütünleşme

 

     Yılmaz Güney yaşam öyküsüyle ve yapıtlarıyla, çok sayıda inceleme, belgesel, film, roman ve öyküde yer alması gereken, uçsuz bucaksız bir sinemacı... Oysa O’na yönelik çalışmaların halen oldukça yetersiz kaldığını söylemek mümkün. İşte bu nedenle İnci Aral’ın son romanı “Sevgili”nin (Kırmızı Kedi Yayınları), bu yetersizliği giderme yönünde sevindirici bir adım olduğunu belirtmek gerek. Edebiyatçılığı hep ıskalanan Yılmaz Güney’in, “Yavuz Günay” olarak edebi bir kahraman kimliğine kavuşturulması, yaşamının belli başlı dönemlerinin roman yapısında kurgulanması, neresinden bakılsa cesur ve kutlanacak bir çaba... “Sevgili”, her şeyden önce çalkantılı bir ülke atmosferini fon alarak, çok farklı geçmişlere sahip bir kadın ile bir erkeğin sarsıntılı, zorlu, acılı ama her şeye rağmen umut dolu beraberliklerinin öyküsünü anlatıyor. Aral; Fatoş ve Yılmaz Güney çiftinin pek gizlisi saklısı kalmamış gerçeklerini sayfalara dökerken, duygusal ve siyasi anlamda en ufak bir sömürü çabası içine girmeden, idealleştirmeye başvurmadan, olan biteni eğip bükmeden, yalnızca edebiyatçılığını konuşturmaya özen göstermiş ve kahramanlarına duyduğu büyük saygıyı ifade etmiş. Çelişkilerle dolu bir adam, çelişkilerle dolu bir kadın, çelişkilerle dolu bir ülke, apayrı dünyalar ve büyük bir aşkla başlayan bir bütün oluşturma süreci, dönemin toplumsal sarsıntıları eşliğinde aktarılıyor “Sevgili”de. Bu çerçevede İnci Aral’ın, örneğin Mustafa İnan’ı konu edinen Oğuz Atay’ın “Bir Bilimadamının Romanı”yla ya da Tarık Dursun K.’nın Muhsin Ertuğrul’u anlattığı “Bağışla Onları”yla yakaladığı başarıyı tekrarladığı görülüyor.

 

     Türkiye’nin Yası

 

     “Çirkin Kral”ın “Kara Kral”a dönüştüğü, “Endişe”nin “Kaygı”, “Umut”un “Define” vb. olduğu, “Yeşilçam sinemasını yerle bir etmek istiyorum, tozunu savurmak istiyorum” diyen bir sinemacının her türlü kararlılığının, kafa karışıklığının, iradesinin, inancının, hatalarının, umudunun, “Sanırım ben Türkiye’nin yasını tutuyorum” deyişinin romanı “Sevgili”. Yılmaz Güney’in şişelenmiş “pastörize süt” olmadığını, pastörize süt gibi buzdolabında saklanamayacağını, devrimci bir sanatçının toza çamura kire pasa silaha külaha bulanmışlığını da tüm gerçekliğiyle sergileyen bir roman yazmış İnci Aral... İyi ki yazmış ve iyi ki Yılmaz Güney’i daha da özgürleştirmiş.


     Aydınlık Gazetesi - 23.06.2017, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5763357
Online Ziyaretçi Sayısı:24
Bugünlük Ziyaret :1504

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.