Tufan Türenç - Fazıl Say'la Gurur Duymaktan Yoruldum

     Son yıllarda beni iki olay yoruyor.

     Birincisi, her gün bir yenisine tanık olduğumuz siyasi gerginlik.

     İkincisi ise dünyaca ünlü piyanist-besteci Fazıl Say’la duyduğum eşsiz gurur.

     Birincisi anlatılamayacak kadar tatsız.

     Onun üzerinde durmak istemiyorum.

     Ama ikincisi doyulmaz oranda tatlı, güzel, onur verici bir yorgunluk.

     Onu anlatmalıyım.

     Cumartesi günü Almanya’nın Dortmund kentinde yaşadıklarım olağanüstüydü.

     Ünlü sanatçımızın bestelediği, Almanlar tarafından ısmarlanan “İstanbul Senfonisi”nin dünya prömiyeri vardı.

     İsterseniz başından başlayalım.

     Almanya’nın dört kenti Dortmund, Essen, Duisburg ve Bochum’un yer aldığı Ruhr bölgesi de İstanbul gibi 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmişti.

     Alman organizatörler 2007 yılında Fazıl Say’a 2010 etkinlikleri için bir “İstanbul Senfonisi” bestelemesini önerdiler.

     Hemen kolları sıvayan Fazıl Say 2010 başlarında senfoniyi tamamladı. İstanbul’un tarihini, doğal güzelliklerini, coşkulu yaşamını, eşsiz renklerini ve ruhani yanını notalarla oya gibi işledi.

     İstanbul Senfonisi ne Mozart’ın Prag, ne Haydn’ın Londra ve Paris, ne de Şostakoviç’in Leningrad senfonilerine benziyordu.

     Fazıl Say’ın İstanbul Senfonisi bu eşsiz kentin tüm ruhunu yansıtıyordu.

     Bu açıdan muhteşemdi ve belki de tekti.

     ¡   ¡   ¡

     Almanlar 2010 etkinliklerinde dört günü Fazıl Say günü olarak ilan ettiler. Ünlü Türk sanatçısı Dortmund’da dört gün üst üste konserler verdi.

     Bu dört günlük konserler zincirinde sanatçımızı tam 7 bin 500 kişi izledi.

     Son konseri bir grup gazeteci meslektaşımla beraber ben de izledim.

     1700 kişilik Dortmund Konzerthaus daha önceki 3 konserde olduğu gibi tıklım tıklımdı. Biletler iki ay öncesinden bitmişti.

     Fazıl Say, Gershwin’in varyasyonları ile “Rhapsody in Blue”sunu çaldı. Salon yıkıldı. Alkışlar, naralar bitmek bilmeyince sanatçımız bis yaptı ve yine Gershwin’in “Summer Time”ını çaldı.

     Aradan sonra orkestra İstanbul Senfonisi’ni çalmaya başladı.

     Doğrusu içimde bir endişe vardı. Acaba Avrupalılar yer yer Türk ezgilerini de içeren bu müziği sevecekler miydi? Fazıl Say da benim iki sıra önümde izliyordu eserini.

     Senfoni 55 dakika sürdü. Kendisinin de dediği gibi icrası çok zor bir senfoniydi. Zordu, çünkü Türk müziğinin aksak ritimleri vardı. Avrupalı müzisyenler bunları çalarken çok zorlanacaklardı.

     Şef İngiliz Howard Griffiths yönetimindeki “WDR Köln Senfoni Orkestrası” bu zor sınavın altından başarıyla kalktı.

     Konser boyunca Fazıl Say’a dikkat ettim sessiz sedasız dinledi yapıtını. O da heyecanlıydı.

     ¡   ¡   ¡

     Konser bittiğinde salondan alkış ve coşku naraları yükseldi.

     Şef Fazıl Say’ı sahneye davet etti.

     Fazıl Say sahneye çıkınca bütün salon birden ayağa fırladı. Alkışlar ve naralar dakikalarca sürdü.

     Kaç kez sahneye çağırıldığını sayamadım. Beş miydi, altı mıydı...

     Düşünün Ermenilere soykırım yapmakla suçlanan Türkiye’nin bir müzisyen çocuğu tek başına Avrupa’nın göbeğinde binlerce insanı ayağa kaldırıyordu.

     Radyolar, televizyonlar, gazeteler onu göklere çıkarıyorlardı.

     Ama bu deha müzisyenin dünya müziğine armağan ettiği dev senfoninin dünya prömiyerinde “Ankara”dan malum zevattan kimse yoktu.

     Hadi onlardan vazgeçtik, Kültür Bakanı ile Berlin Büyükelçisi’nin bundan daha önemli ne işi olabilir?

     Bizi yönetenler bu kadar duyarsızlar işte.

     Fazıl Say gibi bir dünya sanatçısıyla gurur duyma lezzetini bile tatmıyorlar.

     Hürriyet Gazetesi – 17.03.2010, Çarşamba




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5787219
Online Ziyaretçi Sayısı:23
Bugünlük Ziyaret :260

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.