01.02.1997 / Yüksel Koptagel - ‘Master Class’ Tiyatroda Maria Callas


     1971 ve 1972 yıllarında Maria Callas’ın New York’da “Julliard School”da yapmış olduğu “Masterclass”, ustalık sınıfı O’nun sahneden çekildikten sonraki yaşamında bir sayfaydı. Dinleyici önünde, öğrencilerin ve bazı mutlu azınlığın izleyebildiği bu konferanslar dinleyenlere unutulmaz anılar bırakmıştır. Bir pedagog rolünde bile O’nun olağanüstü kişiliğini sakınmadan kapıp koyverdiği bu ortamda iş başında azimli bir sanatçı ve bir canavarı aynı zamanda izlersiniz.

 

     Evita’nın, Amadeus’un süksesini gören Amerikalı yazar Terence McNally, Callas’ın bu derslerde yapılabilmiş ses kayıtlarını ele geçirerek bir tiyatro eseri ortaya koydu. Bunda ancak, bir pedagojik içeriği tekrarlamak mevzuubahis olamazdı. Hangi yeni bir Callas var edilebilip bu dehanın çizgisine çıkarılabilirdi? Teknik egzersizde bile tümüyle özdeşleşen bir Callas’ı belgelemekten de fayda gelmezdi. Oysa McNally’nin tutkusu “Canavar Callas”dı. Tarihsel gerçeklere fazla bakmaksızın, ama gine de tümüyle gözardı edip saygısızlıkta bulunmadan bir sahne canavarının etrafında becerikli ve bilgili bir ticari montaj meydana getirdi.

 

     “Master Class”, geçen yıl New York’da büyük başarı kazandı. Bu kış Paris’e geldi. Pierre Laville’in adaptasyonuyla Paris’te de büyük başarı kazanmakta. Paris’in büyük kazancı, Roman Polanski gibi büyük bir sinema rejisörünün elinden çıkmış olması. Polanski, “Bastille Operası”nda “Hoffmann’ın Masalları”yla da yankılar yapmış büyük Polonya sinema ekolünün bir halkası. Polanski’nin varlığı piyese hakim. Sahneye birbiri ardından 3 öğrenci geliyor; bir tenor, iki soprano. Bu bir şan dersi mi? Hayır. Tüyler ürperten, acısıyla tatlısıyla kıyım oyunu. Öldüren kelimeler. Müzikal sensüalite. Asıl dokunaklı olan, basit bir temel gerçeği söyleme tarzı, şaşırtıcı bir hayranlık. Callas’ın içten dobracılığı, sağlam bir gerçekçilik. İki tane flaşbek monologla şan dersi kesilir; burada Callas’ın his dünyasına, aşk yaşantısına bir gönderi yapılır. Onasis’le oldukça zalim ilişkisi, acı vericidir.

 

     Callas’ı canlandıran Fanny Ardant yaman bir benzeridir Callas’ın. Dış görünümüyle de canlandırdığı kişiye benzer; ancak kendi zerafetini, hatta çıtkırıldımlığını muhafaza etmiştir. Aldığı modelini taklit etmek kolaylığına düşmemiş, benzetmeyi zorlamamıştır. Callas’ın Meneghini’yle soğuyan evliliği, Onasis ihtirası, Scala’daki sükse, rekabet, şüpheler, korkular ve yalnızlığı Diva’nın kendi geçmişini hatırladığı monologlarla yansıtılmıştır- bir yandan hızlı ve iğneleyici, alaylı dersleri verirken serpilmiş flaşbeklerle…

 

     Yaşamboyu disiplin ve cesareti herşeyin üzerinde tutan, besteciden başka tanrısı olmayan, müziğe kul olmuş bir kadının portresi çizilmiştir. Temsil süresince Callas’ın sesinden insanın içini titreten en güzel müzik parçaları dinletilen bu piyeste bir dakikası bile ölü geçmeyen bir atmosfer yaratılmaktadır. Fanny Ardant mağrur, güzel, zarif bir klası olan bu kadını yakalamıştır. Başlangıçta; pençesinden tırnaklarını çıkarmış dişi kaplan değildir, sahneyi kavurmaz. Sert bir kadındır, korkunç profesör. Çünkü yaşamda yaralandığı için, kuşku duyulan, yapayalnız bir kadın imajı çizer. Polanski O’nu bir mücevher kutusuna oturtmuştur. Görkemli bir ders sınıfı. Sonra sahne oyunuyla, projektörlerin kızıl ateşli ışığı altında O’nu ayırır, etrafından soyutlar. Trajik bir yaratık. Beğenilmeğe mahkum edilmiş. Bir fosnot’un insafına kalmış kaderi. Bir büyücü. Muzaffer aşık. Sahnede utkulu bir aşık ama şehirde aşağılanmış bir sevgili olan trajik bir yaratığa dönüştürerek kullanmıştır. Bu yalın, özentisiz ve de saydam değerleriyle bezenmiş bir tiyatro eseri sahnelemesidir.

 

     Callas’ın “Julliard”da ve “Philadelphia Institute”de verdiği dersler benzersizdir. Çünkü, lafını sakınmayan sanatçı olağan bir öğretmen değildir. Bir gün pat diye “Mozart’ın müziği iç sıkıcıdır!” deyiverir. Bir kez de aynı içgüdüsel reaksiyonla müzik diplomasisine sarıvererek bir sopranoya “Mozart’ı çoğu kez ayakların burnunda çok fazla gevreklikle yaparlar, oysa ‘Trovatore’yi söyler gibi aynı açık sözlülükle söylemelidir” der. “Metropolitan”daki Dimitri Mitropoulos’un yönettiği “Tosca”sında derin bir beraberlik ve ateş vardı birlik çalışmalarında… İzleyicinin ayakları yerden kesilmişti, heyecanla titriyordu. 15 yıl sonra “Julliard”da bir soprano talebeye “seyirciyi heyecanlandırmalısın, titremeli seyircin!” diyordu. 1958 yılı “5 Mart Tosca”sında yere çöküp dua ederken, O’nun yakınındaki şef Mitropoulos “Gerçekten dua ediyordu, seyirciye rol değildi!” demişti.

 

     “1971 Şubat Julliard Sınıfı”nda ise, seyirciler arasında bulunan R. Bing ve Göran Gentele, Maria Callas’ın konuşmasında aşk, tiyatro, dram, yönetmenler, nasıl şarkıcı olunur, en sevdiği rolleri, en önemlisi de kariyeri özetlerken “Benim bazı kötü alışkanlıklarım olmuştur. Onun için çekildim, yeniden başlamak için. Öğrenmek mi? Bir ömür boyu bitmeyen iş!” dediğini anımsarlar. “Sonunda tekrar sahneye döneceğim” demiş. “Ben hiç bir şey için talepte bulunmadım. Hep benden istendi. Beklemesini bilirim ve şans kapıma geldiğinde de daima hazır olurum.”


     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 35. Yıl, 278. Sayı ile Şubat 1997 tarihinde basılan nüshasının 46-49. sayfalarından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5760169
Online Ziyaretçi Sayısı:18
Bugünlük Ziyaret :462

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.