18.08.2017 / Tunca Arslan - Sinemanın Hizmetinde: Hizmetçi


     Yedinci sanat olarak tanımlanan sinemanın, yalnızca karanlık bir salonda hoşça vakit geçirten, heyecanlandıran, baş döndüren, güldüren ya da ağlatan bir hikaye anlatımından ibaret olmadığı hepimizin malumu... Sinema estetiğinden sinematografiye açılan kavramlar yelpazesi ve uygulamada, göründüğünden daha yoğun çok boyutluluk söz konusu ve dolayısıyla “nasıl” anlatıldığı da “ne” anlatıldığı kadar önemli.

 

     Bir filmi “sanat eseri” haline getiren ya da getiremeyen unsurlar, beyazperdeye ve seyirciye yansımadan çok daha önce, yönetmenin kafasında şekilleniyor çoğu kez. Ve elbette ki zihinsel vidalar ne kadar sıkı olursa ortaya o kadar sağlam bir yapı, yani “herkese göre değil” denilebilecek ama sinema sanatının gücünü perçinleyen filmler çıkıyor.

 

     Böylesi filmler karşısında seyircinin durumuna baktığımızda ise aslında gene dönüp dolaşıp Marx’a varıyoruz: “Eğer sanattan zevk almak istiyorsan, sanat kültürüne sahip bir insan olman, kendini eğitmen gerekir.”

 

     Son günlerden örnek vereyim...

 

     Sanat Eserine Dönüşmek

 

     “İkinci Dünya Savaşı”nı anlatan yüzlerce film var... Ama Christopher Nolan, hepsinden farklı bir anlatımı tercih ettiği ve mükemmelliğin kıvrımlarda yakalanabileceğini bildiği için “Dunkirk” bugüne kadar seyrettiğimiz savaş filmlerinden çok farklı bir yer ediniyor, bir sanat eserine dönüşüyor.

 

     Sanatçı-toplum ilişkisi hakkında söylenmemiş, yazılmamış, gösterilmemiş şey kaldı mı... Ama Julian Rosefeldt-Cate Blanchett işbirliğiyle bu konuda öyle farklı işlenmiş bir sunum yapılıyor ki “Manifesto” gibi binlerce vidanın birinin bile gevşemediği, mükemmelden biraz daha iyi bir filmle burun buruna geliyoruz.

 

     Felsefe eğitiminin ardından bir süre film eleştirmenliği yapan, 1990’larda başladığı yönetmenlik yaşamında “İhtiyar Delikanlı” (2003), “İntikam Meleği” (2005), “Kan Arzusu” (2009), “Lanetli Kan” (2009) gibi filmleriyle özellikle “intikam” temasının altını çizen gerilim dolu Güney Koreli yönetmen Chan-Wook Park’ın gösterimdeki “Hizmetçi”si de böyle bir film. Tekinsiz sinemacı Chan-Wook Park, ilk bakışta çok basit bir “entrika” hikayesi sunuyormuş gibi görünen “Hizmetçi”yi öyle bir dallandırıyor ki bir kez daha “ne” değil, “nasıl” anlatıldığı önem kazanıyor ve seyirci bir girdaba davet ediliyor. İngiliz yazar Sarah Waters’ın Türkiye’de de “Ustaparmak” adıyla yayımlanan 2002 tarihli romanı “Fingersmith”deki olay örgüsü ve ilişkiler ağını, 1930’larda Japon işgali altındaki Kore’de bir malikaneye yerleştirmek de ancak Chan-Wook Park gibi usta bir sinemacının altından kalkabileceği bir iş zaten.

 

     Eldiven Tersyüz

 

     Kendisini kont olarak tanıtan bir dolandırıcı, iş ortağı genç kızı kaleyi içten fethetmesi için soylu bir Japon ailesinin malikanesine hizmetçi olarak yerleştiriyor ama hedefteki masum leydi ile hizmetçi arasındaki ilişki, bir eldivenin tersyüz edilmesi gibi olayların gidişatını değiştiriyor. Ama öte yandan geçmişinde pek çok karanlık nokta bulunan bu aileye dair anlatılan hikayenin yön değiştirmesi acaba ne kadar inandırıcı... Kim doğru söylüyor... Kime güvenilebilir...

 

     “Hizmetçi”, finalinde seyirciye sıkı bir sürpriz yaşatan örneklerden daha sürprizli bir film. Bununla birlikte Akira Kurosava’nın ünlü “Rashomon”undaki “Hangisi gerçek, kime inanalım?” çıtasının da belli oranda aşıldığı söylenebilir.

 

     Mükemmel bir sanat yönetimi, kadife gibi göz okşayıcı görüntüler, mükemmel oyunculuklar, senaryodaki dönüş noktalarını dört dörtlük karşılayan kurgu çalışması sayesinde, sinema sanatına hizmette kusur etmeyen bir film “Hizmetçi”. 144 dakikalık süresi gözünüzü korkutmasın, kendinize ve sanat kültürünüze güvenin.


     Aydınlık Gazetesi - 18.08.2017, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5764140
Online Ziyaretçi Sayısı:20
Bugünlük Ziyaret :1555

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.