17.08.1995 / Aslıhan Altuğ - Sessiz Veda (Babam Demirhan Altuğ Anısına)

Altuğ, Demirhan


     “Hayatımda yapmak istediğim her şeyi yaptım. Ne keşkelerim ne de pişmanlıklarım var. Ne de verecek bir hesabım. Ölürsem gözüm arkada kalmayacak…”

 

     Bu sözleri babam Demirhan Altuğ kalp ameliyatından bir kaç gün önce söylemişti.

 

     Pek çoğumuzun sevdiğimiz bir şeyi kaybettiğimiz zaman kıymetini anlamak gibi tatsız bir özelliği var. Hele kaybettiğimiz bir insansa… O zaman içimizdeki değer bilme duygusunu keşkelerle bezenmiş ifadelerin arkasına gizlenmiş buluruz.

 

     Babam bu dünyaya veda ettiğinde de aynı şey olmuştu. Meslektaşları ve dostlarının babam hakkında yazdığı methiyeler ve görüşlerin arasında özür dileme, bağışlanma arzusu, hakkının yenilmişliği, değerini bilememekten dolayı yaşanan üzüntüler yer alıyordu. Çünkü değerli meslektaşları O’nun sessiz vedasıyla verdiği mesajda bir gün aynı değer bilmezliğin, şimdiden unutulmuşluğun kendi başlarına da geleceğini görmüşler, dünyada mevki ve ün kavgasının anlamsızlığını ülkemizde sanat ve sanatçıya verilen değersizliği çıkar ve mevki uğruna yapılan hileler, köşe dönmek için iktidara yaslanarak birbirlerine destek yerine köstek olmanın yanlışlığını anlayıvermişlerdi.

 

     Sevdiği meslektaşı merhum Hikmet Şimşek de bu durumu babama ithafen yazdığı yazısının içinde dile getirmişti.

 

     “Sana beni affet bile diyemiyorum. Yaktığım bu ağıt toplumda sanat ve sanatçının kıymet bilmez davranışları sürdüğü müddetçe akıbetimizin senden farklı olmayacağını bildiğim içindir.”

 

     Gerçekten de babam anlamsız kavgaların her zaman dışında kalmış, kendisine takılan çelmelere yönetimlerin sanatı baltalayan dar görüşlerine göğüs gererek sanata adanmış 50 yılı aşkın süreyi hiçbir politik kaygı taşımadan beklentisiz dosdoğru yolda dürüstçe ilerleyerek tamamlamıştı.

 

     Hatta kendisine devlet sanatçısı unvanı verilmek istendiğinde bunu reddeden ilk 5 kişi arasındaydı. “İstanbul Operası”, “İstanbul Şehir Orkestrası”nın, “Radyo Oda Orkestrası”nın kurucusu ve “İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası” şefliğini yapmış, İzmir gibi birçok senfoni orkestralarının gelişimine hizmet eden bir sanatçının devlet sanatçısı olma hakkını kazanması babam için abesle iştigaldi.

 

     Üstelik daha ağzını açarken detone olan pop şarkıcılarının bu unvana sahip olmak için alelacele diploma aldıklarını görünce…

 

     Kendisi hakkında yazılanları okuyup, vefatından sonraki konuşmalara ve görüşlere şahit olana kadar ben de herkes gibi babamı iyi tanıdığımı düşünürdüm. Bugün O’nun sessizce yaşadığı derin acıların vefasızlığa karşı duyduğu üzüntünün ülkesi için duyduğu endişenin yanında bir hiç olduğunu daha iyi anlıyorum.

 

     Merhum Aydın Gün’ün görüşüyle:

 

     “Dostum Demirhan her dürüst sanatçı gibi ‘Zafersiz Savaşları göze alan’ hiçbir kimseden ödül beklemeden güçlükler karşısında kaliteye yan çizerek havlu atanlardan biri değildi. O’nun yaptığı her iş amacının niteliği ile değer kazanmıştır. Üç kağıtçılığın, köşe dönücülüğün ‘Dayanılmaz Ağırlığında’ ezildiğimiz sanatsal mutsuzluk tünelinden geçmekte olduğumuz bir zamanda büyük bir dürüstlük, dostluk ve hoşgörü hazinesi bırakarak bize en büyük dersini vermiştir.”

 

     Gerçekten de O’nun amacı ülkesine nitelikli sanatla bütünleşmiş aydın gençler yetiştirmekti. Çünkü O sanatın özgür ifade ve aydınlanmanın temeli olduğuna inanırdı. Bu nedenle ölümüne dek yılmadan bu uğurda çalışmış hayranlıkla dinlediğimiz Ayşegül Sarıca, Verda Erman, Gülay Uğurata, Ayla Erduran, Hülya Saydam gibi sayısız sanatçının yolunu açmış, ülkemizde yorumlanmaya cesaret edilemeyen eserleri repertuvarına almış, üniversitedeki hocalığı sırasında Türk Müziği ve bilhassa Türk Halk Müziği’nin evrensel olabilmesi için sığ ve bağnaz görüşlerin engelleriyle karşılaşmasına rağmen çoksesli boyuta taşımak için uğraşmıştı.

 

     İnanıyorum ki bugün yaşasaydı “Gezi Parkı”nda gençlerle birlikte, Beethoven’in 9. Senfonisi’nde “Ode of Joy”u hep birlikte söyler, bugün özgürlük şarkısı olarak anılan Verdi’nin “Nabucco Operası”ndaki “Esirler Korosu”nu seslendirirdi.

 

     Babam iki konuda konuşmaktan hoşlanmazdı. Din ve politika. Ebedi huzura ulaşmadan bir süre önce bana Türkiye’nin geleceğinden ne kadar endişeli olduğunu söylemiş ve Türkiye’nin düşeceği karanlık günleri görmek istemediğinden bahsetmişti. Doğup büyüdüğü çok sevdiği şehir İstanbul’un yozlaşması O’na ayrı bir hüzün veriyordu.

 

     Kendisini bu denli karamsar olmamasına ikna etme çabalarımın karşında bana “Boşuna uğraşma, beni anılarımdaki Türkiye ve anılarımdaki İstanbul’la bırak” demişti.

 

     Aramızdan biri ayrıldığında geriye sadece anıları kalır. Göçenin de beraberinde taşıdığı yine anılardır. Kendimize mümkün olduğunca güzel anılar toplayalım. Bugün belki gereğini hissetmediğimiz, yarın ise ruhumuzun tek gıdası olacak olan güzel anılar…

 

     Güzel analım, güzel anılalım.


     http://www.aslihanaltug.com adresinden alınmıştır. - 17.08.1995, Perşembe




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5789314
Online Ziyaretçi Sayısı:20
Bugünlük Ziyaret :812

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.