01.02.1963 / İlhan Kemal Mimaroğlu - Satie’den Söz Edelim
Erik Satie'nin kendi çizimi: Çok eski zamanlarda genç iken dünyaya geldim.
Erik Satie’nin yirminci yüzyıl musikisindeki durumunun belli başlı çizgileriyle sunulması herşeyden önce Satie’nin kişiliğinin özelliklerini ele almakla başlar. Üç sözcükle bu kişilik “başkaldırıcı, uyumsuz, alaycı” diye özetlenebilir. “Paris Konservatuvarı”nın kabuk bağlamış kuramcı havası içinde Satie’nin tutunamaması, salak bir öğrenci olmasından değil, doğrudan doğruya çevresini, hele büyüklerini hiçe saymasından ileri gelmişti. Hoş görselerdi davranışlarını, belki de iyi kötü bir saygınlıkla bitirir konservatuvarı, hem de yurdunda musiki sanatının akımına olan etkileri daha elle tututlur bir gerçekliğe ulaşırdı. Oysa bugün Satie’nin yalnızca sözde bir etkileyici olarak tanınmasının, musikisinin öz gerçeklerinin yalnızca uzmanlarca bilinmesinin nedeni geniş ölçüde O’nun, kuramcı çevrelerde bir haylaz, ortam dışı bir azgın diye itilmesinin sonucudur.
Darius Milhaud, Satie’yi “1900 ile 1920 arasında Fransız musikisini yöneten kişi” diye tanıtmıştı. Yüklü bir yargı. Milhaud yargısını özellikle Satie’nin piyano parçalarına, hele “Gymnopédies”ye dayıyordu. Bu görüşe karşı duranlarsa “Nasıl olur” diyorlardı, “üç küçük piyano parçası yirmi yıl boyunca bir ulusun musikisinin yönelişini nasıl etkiler?” Bu soruyu soranlar, kuşkusuzcasına, katı kuramların sınırları içinde konuşanlardır. Onlara göre bir yapıtın etkisi ancak gövdesiyle ölçülebilir.
Ölçülemez! Anton Webern yalnızca, süresi saniyelerle ölçülen viyolonsel ve piyano parçalarını yazmış olsaydı bile bugünün musikisinin en güçlü etkeni olabilecekti. Bununla birlikte Webern’in musikisinde olan ve Satie’nin musikisinde olmıyan bir yön var ki Satie’nin önemi ile ilintili soruyu soranları, soru o açıdan sorulmamış olmakla birlikte, anlayışla karşılamamızı sağlıyabilir: doğrudan doğruya öz ile ilintili yön.
Satie’nin musikisinin, özellikle “Gymnopédie”lerin, 1900 ile 1920 arası Fransız musikisinin gerçek büyük kişisi Debussy’yi etkilediği bir gerçektir. İster Debussy’de olsun, ister söz konusu sürenin ikinci büyük kişisi Ravel’de olsun, Satie’nin daha geçen yüzyıl süregelirken yazdığı parçalarda bulduğu uyum (armoni) ve biçim yeniliklerinin etkilerini görüyoruz. Debussy’nin “Danseuses de Delphes”, Satie’nin o küçük parçalarının bir başka açıdan ele alınışı olmaktan öte nedir? Gene Debussy’nin “Viyola, Arp ve Flüt İçin Sonat”ı, Satie’nin tartıştığımız yapıtında öne sürdüğü bir biçim özelliğinin, bölümler (mouvement’lar) arasında nitelik ve yürüklük karşıtlıklarının silinmesi yolunda gerçekleşen tüm biçim özelliğinin bir yankısı diye görülebilir.
Bununla birlikte şunu da göz önünde bulundurmak gerekir ki Debussy ile Satie aynı yıllarda, Fransız musikisinin o önemli devresinde, 1900 ile 1920 arası yıllarda yaşamışlardır. O yılların tanrısı da Satie değil, Debussy idi. Öyleyse, Satie’nin de daha güçlü bir kişiliğin, Debussy’nin etkisi altında kalmış olabileceğini söylemek şaşılacak bir gözlem olmaz. Satie’nin ondokuzuncu yüzyıl sonu ile 1920 yılı çevresi arasında yazdığı yapıtları karşılaştırırsak belirli bir evrim, giderek bir değişme görürüz. Diyelim ki beşinci “Nocturne”, Fauré’si yankılarına yan çizmesek bile, Debussy’nin ikinci betik “Preludes”den sonra yazılmış bir parça olduğunu gene sezdirir.
Satie’nin kişiliğinde ilk bakışta gelişme gibi görünen bir özellik var: eskiye düşkünlüğü. Çelişme değil bu gerçekten. Satie gibi ilerici davranışlar göstermiş bir besteci nasıl olur da eski bağnazı olabilir? Satie, çevresine başkaldırmasının bir gereği olarak eskiye, Grek ülkülerine bağlanmıştı. Grek ülkülerine, demektir ki “eski” eskiye. O’nun karşıtı olduğu, “yeni” eskiydi, yakın geleneklerin bekçisi kuramcıların simgelediği eskiydi. Bu davranışıyla Satie, yeni klasikçi diye anılır. Doğru değil. Grek ülkülerini sevmesi O’nu bir musiki yeni klasikçisi yapmıyor. Musikide klasik, Mozart ve çağdaşlarının çağı, o çağın simgelediği biçimsel ve orantısal ülküler olduğuna göre, bunlara Satie’nin olduğunca uzak bir çağdaş besteci pek az bulunur. Musikide klasik hem de romantik, Satie’nin karşı durduğu yeni, eskinin ta kendisidir. Onsekizinci yüzyıl klasikçileriyle Satie’yi birleştiren yön, Grek ülkülerine olan eğilimleridir. Ayıransa, onsekizinci yüzyıl klasikçilerinin bu eğilimi musikinin yapımsal oluşunu bir ülkünün gerçekler düzeyine çıkarılması denince bir tümlükle sonuca ulaştırmaları, oysa Satie’nin yalnızca Grek konularıyla ilgilenmesi, bir de klasik özsel niteliği sayılan anlatım soğukluğuna sığınışıdır.
____________________________________
Aylık olarak yayınlanan “Opus Dergisi”nin 1. Yıl 5. Sayı ile Şubat 1963 tarihinde basılan nüshasının 10. sayfasından alınmıştır.