02.03.2018 / Tunca Arslan - ‘Savaştan Sonra’: Eşit Ama Ayrı!


     Siyahların üstün ırk olduğunu savunan fanatik yaklaşım dışarıda tutulursa, Amerikan sinemasında ırkçılık sorununa el atan ve siyah yönetmenlerce çekilen filmlerde iki genel hat olduğu söylenebilir: Radikal-militan tutum ile ılımlı-reformist bakış.

 

     Filmlerin öyküleri ve “görünen yüzleri”nin ötesinde, bu iki farklı bakış açısının en belirgin olduğu nokta “eşitlik” konusudur.

 

     19. yüzyılın sonlarına doğru “ABD Anayasası”nda siyahlar ile beyazların “eşit” ama “ayrı” olduğu kabul edilmiş, bu uygulama çeşitli eyaletlerde 1970’lere kadar sürmüştür. Pratikteki anlamı, örneğin bir siyahın da beyazlarla aynı otobüse binebileceği ama ayrı bir bölümde oturabileceğidir. Siyahların tamamen kölelik koşullarında yaşadığı dönemlere kıyasla, elbette ki “ilerlemeye” karşılık gelir bu hüküm; öte yandan da ırk ayrımının anayasal hükme bağlanmış bulunduğunu gösterir.


 

     1977 doğumlu, “Pariah” ve televizyon için çektiği “Bessie”yle tanınan siyah kadın yönetmen Dee Rees’in beyaz kadın yazar Hillary Jordan’ın romanından uyarladığı, ana kategorilerde olmasa da dört dalda “Oscar” adayı “Savaştan Sonra” (Mudbound) filmi, ırk ayrımına ilişkin tipik ılımlı yaklaşımın bir örneği. Jordan’ın romanını okumadım ama filmin senaryosu, ırk ayrımının ağır şiddet içeren biçimlerine de yer vermesine rağmen “siyah öfke”yi yansıtmaktan çok, “barış içinde bir arada yaşama” formüllerine yaslanıyor. Bunu başlı başına “olumsuz” görmediğimi önemle belirteyim.


 

     Savaş ABD’yi Değiştirmiyor


 

     Her iki ırk açısından da toprak meselesini ele alan ve ırkçılığın yoğun yaşandığı güney eyaletlerinden Mississippi’yi mekan edinen film, yoksul beyaz çiftçi aile ile onların kiracısı siyah ailenin öyküsünü anlatıyor. Japonların “Pearl Harbor” saldırısıyla ABD “İkinci Dünya Savaşı”na girince her iki ailenin de yetişkin oğulları Avrupa’daki iki farklı cephede Almanlara karşı savaşıyor, savaşın bitiminde de evlerine dönüyor. Fakat, Mississippi cephesinde değişen bir şey yok!


 

     Hitler faşizmine ve neticede ırkçılığa karşı savaşan iki genç, eyaletin ruhuna sinmiş ırk ayrımcılığının irili ufaklı örnekleriyle burun buruna geliyorlar bir kez daha. Siyahların, beyazların alışveriş ettiği markete girebildiği bir Amerika bu; ama ancak arka kapıdan! Ve tabii “Ku Klux Klan” gibi bir gerçek de çok gecikmeden karşılarına çıkıyor.


 

     Anlatıcı Ses Sorunu


 

     “Savaştan Sonra”, Amerikan taşrasının sarsıcı gerçekleri, ırkçılık, yoksulluk, savaş ve savaş sonrası travma, aile ilişkileri gibi temalar üzerinden ilerleyerek yer yer üst düzey etkileyicilik içeren, çok güçlü olmasa da akıcı anlatıma sahip bir film. Çok sayıda karakteri mümkün olduğunca derinlikli ele alan ve dengeli biçimde işleyen Dee Rees, iyi görüntü çalışmasının da yardımıyla giderek tempoyu yükseltiyor ve öyküye heyecan kazandırıyor. Ne var ki birden fazla karakter için kullanılan “anlatıcı ses”in kimi sahnelerde işleri biraz karıştırdığını da belirtmem gerek. Senaryonun bu açıdan romana fazlasıyla bel bağlamış, hatta biraz kolayına kaçmış olması, filmin en büyük handikapı bana sorarsanız. Bir de siyah askerimizin savaş sırasında Avrupa’da yaşadığı bir “beyaz” aşk söz konusu ki, “sürpriz” açık etmemek için ayrıntısına girmemekle birlikte “yama gibi” durduğu çok açık.


 

     Siyah anne rolündeki Mary J. Blige’ın yardımcı kadın oyuncu dalındaki “torpilli” “Oscar” adaylığının yanı sıra Carey Mulligan, Garrett Hedlund, Jason Clarke, Jason Mitchell gibi isimlerin de beklentileri karşıladığı “Savaştan Sonra”nın en iyisi ise ırkçı baba rolündeki deneyimli oyuncu Jonathan Banks. Tüm oyuncuların performansı eşit ama Banks’inki biraz daha ayrı!



     Aydınlık Gazetesi - 02.03.2018, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5764777
Online Ziyaretçi Sayısı:14
Bugünlük Ziyaret :274

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.