Erdal Akalın - İşkence


     İşkence, farsça şikenç veya işkenç kelimelerinden türetilmiş bir sözcük olup;
“Bir kimseye maddi veya manevi olarak uygulanan aşırı eziyet” anlamını taşıyor. Bu sözcük, marangozlukta kullanılan bir aleti de işaret etmekle birlikte, biz, hukuki anlamdaki işkenceden söz etmek niyetindeyiz.

     Hukuki anlamda ki işkence; bir suçluyu cezalandırmak, delil araştırmak veya suç hakkında bilgi edinmek üzere uygulanmıştır.

     İşkencenin uygulanması eski çağlara kadar gitmektedir. Eski Yunan ve Roma döneminde de işkence olgusu vardır, ancak kölelere ve yabancılara uygulanmıştır. Ortaçağ Avrupası ise işkencenin sık kullanıldığı bir dönemdir. Özellikle Vatikan kökenli engizisyon kurulu yargılamalarının çokça baş vurduğu bir yöntem olmuştur. Papalık, 1252’de yayınladığı bir tamimle din sapkını saydığı kişilere işkence uygulanmasına yeşil ışık yakmıştır. İngiltere dışındaki Avrupa ülkelerinde de bu metodun etkinliği bilinmektedir.

     Avrupa’da Beccaria, Montesquien ve Voltaire işkenceye karşı çıkan ilk hukukçular oldular. Böylece; İsveç, Prusya ve Fransa işkenceyi yasakladı (1772 ve 1778 yılları arasında). Buna karşın, Avrupa ve A.B.D.’de uzun yıllar değişik boyutlar ile işkence yapılmıştır.

     Modern hukuk, bir zanlının uzun süreli sorgulanmasını ve bu amaçla uzun süreli gözaltında tutulmasını bile bir tür işkence saymaktadır. Bir zamanlar uygulanmış olan bazı tıbbi malzemeler ve uyuşturucu ile zanlıyı işleme tabi tutmak ta işkence sayılmaktadır. Buna karşın, bazı istihbarat kurumlarının filmlere dahi yansıyan işkence yöntemlerini kullanmakta oluşu gerçeği de söz konusudur denebilir. Tabii onaylanamaz!

     T.C. 1982 Anayasası işkenceyi yasaklamıştır (Md. 17).

     Bugünün hukuk mevzuatı ve temel yasalarımız, işkence uygulanmasını bir insanlık suçu olarak kabul etmektedirler.

     Bu girişten sonra güncele gelirsek, son günlerin belki en ilginç ve hatta şaka mı olduğu tam anlaşılamayan konusu, meşhur bir iddianame içeriğinde yer alan bazı tanınmış kişilerin ve özellikle ses ve sinema sanatçılarının da işkenceci olarak lanse edilmeleridir. Sözüm ona, avukat kökenli olduğu ileri sürülen bir muhbir vatandaşımız (!),  “azılı işkenceciler” listesi hazırlamış ve savcılara sunmuşmuş. Savcılarımız da bu listeyi önemseyerek iddianame arasına eklemişler! Ben okuduklarımın yalancısıyım, eminim sizlerin de gözlerinizden kaçmamıştır sanıyorum.

     Liste çok kalabalık olduğundan birkaç isim vermekle yetinmek istiyorum; Kadir İnanır, Lale Mansur, Sibel Can, Müjde Ar, Göksel Arsoy, Tarık Tarcan, Oğuz Çetin (antrenör), İlhan Cavcav, Özer Çiller, Fatih Ürek!..

     Sizler de bu listeyi görünce şaşırmış olmalısınız. Ben önce şaşırdım, sonra acaba demek gereği duymadım desem yeridir. Özellikle 1950'li yılların Yeşilçam filmlerini anımsayınca ve klasik replikleri düşününce, bazıları işkenceci olabilirmiş gibi geldi. Örneğin; bendenizi bir odaya kapatın ve aşağıda birkaç örneğini vereceğim film repliklerini defalarca dinletin, repliklerden sonra fikrimi söyleyeceğim:

     “Sen, fabrikatör Hulusi Bey’in oğlusun. Ben ise sizin fabrikanızda çalışan basit bir işçi kızım. Nayır, olamaz. Biz aşık olmak hakkına sahip değiliz. Lütfen peşimi bırakın ve taze iffetimle oynamayın. Çok reca ederim!”.

    “Hanımefendi, siz bu Boğaz’ın beyaz yalısının Küçük Hanımı ve ben de kapınızdaki arabanın şoförü olduğum sürece sizi sevmek hakkım yoktur. En iyisi aşkımızı göz yaşlarımızla yumuşatıp, kalbimizin derinliklerine gömelim!”.

     “Hayır, yaklaşmayın bana. Sizin de benim gibi kız kardeşiniz veya kızınız vardır. Benim namusumu kirletmeyin lütfen. Kendimi yıllarca beklediğim erkek için saklamış olan benim iffetimle n’olur oynamayın. Zaten belki bedenime sahip olabilirsiniz fakat ruhuma asla !”.

     Şimdi okuduğunuz bu replikleri bana onar kez dinletirseniz, inanın ben bu işkenceye dayanamam ve “Evet, 11 Eylül’ü ben planladım ve uyguladım!” diyebilirim.

     Ayrıca; beni bir odaya kapatmışlar ve Sibel Can namlı kişiye karşımda kıvrak danslarla bezeli şarkılar söyletiyorlar ve defalarca yineliyorlar. Bu arada da Fatih Ürek namlı kişi devreye giriyor ve meşhur “Yılan Dansı" ile karşıma geliyor, oynuyor. Bu da yetmezmiş gibi, meşhur ve kimilerince çok sevilen haykırmasına başlıyor ; “Hadde, hadddeee, haddddeee” diyerek! Ben ise andropoz güzelliği yaşayan ve son kullanma tarihi hayli geçmiş bir emekli olarak zaten akamet (!) krizine girmişsem, artık işkencenin bu kertesine dayanamam her bir şeyi itiraf ederim; kaç ton uyuşturucu kaçırdım, hangi uçağı nerede ve nasılsa düşürdüm, otuz yıl önce karaciğer komasından hakkın rahmetine kavuşmuş olan kayınvalidemi dün nasıl boğdum… Anlatır da anlatırım, inanın!..

     Evet, işkence bir insanlık suçudur. Biz biliyoruz da, acaba bilmeyenler veya unutanlar, daha kötüsü ise umursamayanlar var mı?!.

     Önemli Not:  Fatih Ürek’le arkadaşlığı olan ve konserlerini kaçırmayan Sayın Semra Özal, kanımca “işkenceye dayanabilenlerin daniskası” olarak ödüle layıktır!

    04.09.2008 / İmece




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5764026
Online Ziyaretçi Sayısı:30
Bugünlük Ziyaret :1549

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.