09.06.2018 / Tuncer Çetinkaya - Ayrıksı Bir ‘Ahlat Ağacı’ Yazısı

Ahlat Ağacı Filminden Bir Kare


     Doğrusu en dağınık ve senaryosu en “olmamış” Nuri Bilge Ceylan filmi olan “Ahlat Ağacı”nın bu özelliğiyle her şeyden önce “film gibi film” olmayı başaramadığını düşünüyorum.


 

     Nuri Bilge Ceylan’ın merakla beklenen son filmi “Ahlat Ağacı”, geçen Cuma izleyiciyle buluştu. İlk 3 gün verilerine göre yönetmenin en çok izlenen filmi olma yolunda ilerleyen yapım, üniversite eğitimini tamamlamasının ardından kasabasına dönen ve en büyük arzusu, yazdığı kitabı bastırmak olan Sinan’ın öyküsünü konu alıyor.


 

     Yeni Bir Başyapıt mı?


 

     Doğrusu pek çok sinema yazarı ve eleştirmenin ilk günden itibaren yeni bir “başyapıtla” karşı karşıya olduğumuz konusunda hemfikir oldukları bir filmle ilgili ayrıksı bir yazı yazmak çok kolay değil. Ancak bu analizin, nicedir tartışılan “Sinema Destek Kurulu”ndan, kurgu aşamasında alınan 2 milyon liralık devlet yardımıyla ya da diğer pek çok sinemacı gibi Ceylan’ı da geniş çevrelere tanıtan “Altın Portakal”da “Ulusal Yarışma” katledilirken oynanan “Üç Maymun” oyunuyla ilgisi yok. Düşüncelerimin, filmde Sinan ve yazar arasındaki diyalogda da belirtildiği gibi, yaratıcının kişiliği ile üretimleri arasındaki farklılık öngörüsüyle paralellik taşıdığını söyleyebilirim.


 

     Dağınık ve Yapay


 

     Üç saati aşkın filme yönelik en büyük övgülerden olan “roman gibi” tanımlamasıyla girelim söze. Doğrusu en dağınık ve senaryosu en “olmamış” Nuri Bilge Ceylan filmi olan “Ahlat Ağacı”nın bu özelliğiyle her şeyden önce “film gibi film” olmayı başaramadığını düşünüyorum. Birbiriyle bağlantısı kolaylıkla kurulamayacak uğraklardan geçer gibi görünen ve kimi zaman hayali bir evrende yaşanıyor izlenimi uyandıran yapım, yönetmenin, ele aldığı çevreyi gerçek kılamaması sonucunu doğuruyor. Bu duruma kontur atan bir başka önemli faktör de, “incelikle düşünülmüş” olduğu varsayılan diyalogların içerdiği yoğun didaktizmle alakalı. Sinan’ın yazarla ya da finalde babayla yaptığı sohbet, öykünün genel gidişatından kopulması ve ritmin bir türlü tutturulamaması sonucunu doğuruyor; üstelik kitabi ve sonu gelmeyecekmiş gibi duran cümlelerin gündelik hayatta karşılaşılamayacak ölçüde yapay olması, sözünü ettiğim kanıya güç kazandırıyor. Referansı Antonioni’den Eric Rohmer’e kaymış gibi görünen Ceylan’ın bu yeni eğilimin hakkını yeterince veremediğini ve “Bir Zamanlar Anadolu’da”nın çok uzağına düştüğünü söyleyebilirim.


 

     Yılmaz Güney Pozundan Umutsuzlar’a


 

     Diyaloglu sahnelerde sıklıkla göze çarpan kamera açılarının uyandırdığı teknik özensizlik duygusu ve kimi yazarların da işaret ettiği ses sorunları bir yana, yönetmenin önceki filmlerindeki karakterleri bütünleyen ve duruşlarını güçlendiren peyzaj/estetik duygusunu geçiştirmesi de filmin aleyhine işliyor.


 

     Sorunlu senaryonun ve monoloğun oyuncu performanslarını güçleştirdiği “Ahlat Ağacı”nın şimdiden klasik ilan edilen finalinin de gayet tahmin edilebilir ve sıradan olduğuna inanıyorum. Ayrıca iki imam başta olmak üzere, filmin aralarına muhtemelen “nefes almak” için yerleştirilmiş “gülümseten” sahnelerin anlamsız ve iddia edilenin ötesinde, günümüze dair çok da bir şey söylemediğini vurgulamalıyım. Son olarak Yılmaz Güney’e “Umutsuzlar” üzerinden yapılan göndermenin, “Cannes”da “Çirkin Kral”la benzerlik taşıyan (ancak Ceylan’ın tesadüf olduğunu iddia ettiği) poz kadar kıymeti olduğunu belirterek yazıyı noktalayalım.



     Aydınlık Gazetesi - 09.06.2018, Cumartesi




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5790821
Online Ziyaretçi Sayısı:15
Bugünlük Ziyaret :1053

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.