17.08.2018 / Tunca Arslan - ‘Dovlatov’ ya da ‘Ölü Canlar-1971’


     Gogol’ün “Ölü Canlar”ını okuyunca, Puşkin’in “Tanrım, Rusyamız nasıl da keder verici!” dediği rivayet edilir.


 

     İkinci cildinin elyazmaları bizzat yazarı tarafından yakıldığı için tamamlanamayan, buna rağmen çok sarsıcı toplumsal eleştirileri nedeniyle klasik Rus edebiyatının en önemli romanları arasında yer alan “Ölü Canlar”ın başkarakteri Çiçikov’un “erdemli bir kişi” olmamasını Gogol şöyle açıklar: “Bunun sebebi ise erdemli kişinin artık rahat bırakılmayı hak etmiş olmasıdır. Çünkü dillerde her vesile ile dolaşan ‘erdemli insan’, bütün yazarlara binek atı olmuş, ona binip gezmeyen yazar kalmamıştır. Böylece erdemli insan, sömürülerek bir deri bir kemik bırakılmış, iki yüzlülükle suçlanır olmuştur. Evet, artık kötü insanı arabaya koşmanın zamanıdır. Öyleyse, binelim o alçağın sırtına!”


 

     Yönetmenliğini Aleksey German Jr.’ın yaptığı, şu günlerde dillerde çokça gezip övgülere boğulan “Dovlatov” filminin başkahramanı Sergey Dovlatov’un da tıpkı “Kruşçev-Brejnev revizyonizmi” dönemindeki SSCB gibi “keder verici” olduğuna kuşku yok ama erdemli bir kişi olup olmadığını da enine boyuna düşünmeli.


 

     Keder Verici Bakışlar


 

     Karşımızda gerçek bir yaşam öyküsü var. Yıl 1971... Leonid Brejnev dönemi Sovyetler Birliği’nde yaşayan ve gönlünce kalem oynatamayıp morg duvarı görünümlü resmi yayın organlarında sipariş makaleler yazmaya zorlanan yazar Dovlatov ve başta şair Joseph Brodski olmak üzere, rejimin bakış açısından “sosyal asalaklık-parazit yaşam” sınırlarında gezindiği kabul edilen bir grup sanatçının dünyasına dalıyoruz. “Ekim Devrimi Kutlamaları”na hazırlanan Leningrad’da geçen altı gün boyunca, Dovlatov’un ayrı yaşadığı eşi ve 20-25 ruble borç bulup oyuncak bir bebek almak istediği küçük kızıyla, dergi editörleriyle, mafyalaşmış kültür-sanat bürokrasisiyle, karaborsacılarla, annesiyle, işçilerle ilişkilerine tanıklık ediyoruz.


 

     Dünü ve o günüyle Sovyet edebiyatına, sosyalist gerçekçilik ve meşhur “olumlu kahraman-olumsuz kahraman” tartışmalarına, sanatçının özgürlüğü ve Batı dünyasına yaklaşıma dek geniş bir yelpazede hassas meselelere değinen film, Dovlatov ve arkadaşları üzerinden “keder verici” bakışlar atıyor. “Yazarlar Birliği”ne üye olamadığı takdirde kapıların yüzüne kapanacağını bilen ama yine de inanmadığı şeyleri yazmamakta inat edip parasızlığa mahkum olan, rüyasında sık sık Brejnev’i gören Sergey Dovlatov, kuru edebiyata pabuç bırakmayan ve boyun eğmeyen tutumuyla belli ölçüde saygıyı hak ediyor elbette ki.


 

     ABD’de Ölmek


 

     1990 doğumlu Sırp oyuncu Milan Maric’in büyük başarıyla canlandırdığı Dovlatov’un kızıyla sohbetleri ya da metro kazısı sırasında, “İkinci Dünya Savaşı” sırasında Alman bombardımanıyla bir sığınakta ölen çocukların cesetlerinin bulunması gibi hüzünlü ve dokunaklı sahneler barındıran film, yozlaşmış ve çürümeye yüz tutmuş, 20 yıl sonrasında da çökecek olan bir sistemden manzaralar aktarıyor.


 

     Öte yandan madalyonun diğer yüzü de var... Neticede Dovlatov’un da Brodski’nin de ABD vatandaşı olarak öldükleri düşünülürse, Batı tarafından birer “Soğuk Savaş” propaganda aleti olarak kullanıldıkları, Gogol’ün deyimiyle “sırtlarına binildiği” ve “erdemle kırbaçlandıkları” da net olarak görülüyor.


 

     Filmin “altı gün”ün sonrasındaki uzun ve kim bilir, belki de benzer sancılarla dolu sürece dair hiçbir şey söylememesi, bu açıdan dikkat çekici. O dönemde sosyalizm yalnızca adında kalmış bile olsa SSCB’de yaşanılanların karşısına ille de “özgür Batı dünyası”nı koymaya çalışmak, bu tür öykülerin ana problemi ve kolayına kaçış yöntemi olarak beliriyor bir kez daha.



     Aydınlık Gazetesi - 17.08.2018, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5764004
Online Ziyaretçi Sayısı:24
Bugünlük Ziyaret :1547

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.