01.01.1984 / Yüksel Koptagel - Leonard Bernstein Bir Orkestra Şefini Tanımlıyor


     Bir orkestra şefi nedir? Neye yarar? Bir orkestra zaten usta müzikçilerin topluluğu olduğuna göre bunlar kendi kendine nota okuyup saymasını beceremez mi? Tempo vurmağa ne hacet? Birinci kemana başlama bitirme işareti verse olmaz mı?


 

     Gerçekten kemancı şefler devri olmuştur geçmişte, ancak Beethoven çağında artık orkestralar gittikçe büyümüş, bunları beraber tutacak bir adama gerek olmuş. Yani, bildiğimiz şefin geçmişi 150 yıla dayanıyor.


 

     Günümüz anlamında ilk gerçek şef Mendelssohn olmuştur. Şef değneğinde simgelenen ve presizyon kavramına dayanan şeflik geleneğini kurmuştur. Bu değneği oynayarak yönettiği konserlerde amacı partisyonu olduğu gibi uygulamaktı. Fakat O’nun hemen ardından gelen Wagner isimli bir muhalif, Mendelssohn ne yaptıysa bunun yanlış olduğunu iddia eder; “Biraz kendi kıymeti olan bir kimse ancak kendi heyecanı ve yaratıcı içtepisiyle renk vermelidir yönettiği esere” der Wagner. Bu iki ayrı görüş çarpışmasından da şeflik tarihi başlar ve yönetmekte olduğu kadar görünmeye dek süren kavgalarıyla şeflikte büyük isimler çıkar.


 

     Mendelssohn şefliğin “zarif, elegan ekolü”nün babasıdır. Wagner ise şefliğin “ateşli, ihtiraslı ekolü”nü esinlemiştir. Gerçekte iki tutum da gereklidir. Biri olmadan diğeri tamamlanamaz. İkisi de suistimal edilebilir. Bazı konserlerin temiz, berrak fakat kuru ve renksiz olduğuna tanık oluruz. İdeal şef bu iki tutumun bir sentezidir, ama bu sentez de nadiren başarılıdır. Hemen her müzisyen şef olabilir, hatta iyi bir şef bile olur, ancak çok ender bir müzisyen büyük şef olur. Buysa Mendelssohn-Wagner bağdaşımına ulaşmanın zorluğundan değil, şefliğin gerektirdiği çalışmanın olağanüstü geniş bir alanı kapsamasındandır.


 

     Bir saz çalan veya ses sanatçısına benzemez şef, O’nun sazı orkestradır. Orkestrayı çalmak zorundadır. Buysa her biri adamakıllı müzisyen olan 100 kişilik bir topluluk, her birinin kendi iradesi var. Bunların tümünü bir irade altına toplamak, tek bir sazmış gibi çaldırmaktır şefin işi. Bu geniş toplulukla uğraşırken derin bir psikolojik idrakle ve hiçbir şey söylemeden aşırı derecede bir otorite kurabilmelidir.


 

     Bu ruhsal üstünlüğünden başka ayrıca şeflik tekniğinde de usta olmalıdır. Geniş kültürü olmalıdır. Müziğin iç anlamlarını derinine bir algıyla hemen duyabilmeli ve bunu karşısındakine geçirebilme, iletebilme kudreti olmalıdır. Eğer bunların tümüne sahipse o ideal bir şeftir, artık ne işe yaradığı tartışılabilir.


 

     Şef tekniğinin öncelikle gerektirdiği, vuruş ustalığıdır. Müzik zaman içinde vurulur. Zaman ölçülere, her ölçü de vuruşlara ayrılmıştır. Eski ve saçma bir söylenti şefin sağ elinin yalnız zamanı vuracağını, solun da duyguların anlatımında kullanılacağının iddiasını yapar. Halbuki bu yanlıştır, hiçbir şey kendini, biri yorumu diğeri tempoyu tutan iki insana bölemez. Yorum da vuruş içindedir ve buna alışmak için sol eli arkaya bağlayıp değişik yorumda 2 vurmaya çalışılır.


 

     Şefin en önemli niteliği gerçek tempoyu bulma yeteneğidir. Wagner’e göre en öncülü budur. Fakat gerçek tempo nedir? Bunda bağdaşan 2 şef bulamazsınız. Aynı eseri 6 ayrı şeften dinleyin, 6 ayrı tempo bulursunuz. Her şef de kendi temposunun en doğru olduğuna inanmıştır. Bu konuda bir varsayım, müzisyenin kendi metabolik hızının bununla bir ilgisi olduğu. Zira O’nun nefes alma hızını, nabzını ve böylelikle O’nun tayming duygusunu (tempo algısını) metabolizma kontrol etmektedir. Çözülmemiş bu problem sonucu ise, şeflerin bir tempo yüzünden birbirlerine can düşmanı kesilmesi, dinleyicinin ise kendi zevkine uyan şefin çevresinde kutuplaşması.


 

     Bir eserin temposunda değişik şeflerin değişik kavramı olduğunun bir örneği: Bach’ın “2’inci Brandenburg Konçertosu.”


 

     Önce Fritz Reiner’den dinleyin. Reiner Oda Orkestrası Topluluğu (Harmony 7062 plağında). Aldığı tempo: Moderato, ılımlı.


 

     Sonra Karl Haas. Londra Barok Topluluğu (West XWN 18365 plağında). Aldığı tempo: Ağır ve ölçülü.


 

     Ve nihayet Pablo Casals. Prad Festival Orkestrası (Col. 3ML-4345 plağında). Gayet hızlı bir tempoda.


 

     Birbirleriyle tam bir çelişki. Ama önemli olanı şef hangi tempoyu alırsa alsın bunu sona dek tutabilmesidir. Kolay değil. Öğrencilerin çoğu ya koşar ya da ağırlaşmaktan zor tutar kendilerini.


 

     Bununla beraber şefin bir eser süresince aynı tempoya çakılıp kalmayacağı da doğaldır. Mekanik bir vuruş yerine serbest akış ister. Müzikte buna “rubato” denir. Kelimenin lügat anlamı “hırsızlama”. Müzikteki kullanılmasıysa bir tür Ali’den aşırıp Veli’ye vermektir. Bir vuruşu kısaltarak zaman çalarsın, diğerini uzatıp bunu geri verirsin. Böylece makina gibi ritm vurma yerine bağımsız çalma olanağı gelir. Ancak bu rubato rahatlıkla kötüye kullanılabilir. Stil ve müzik anlamı sınırı aşmamaya çok dikkat etmeli, aksi halde dejenere olur ve adi bir duygusallığa düşer. Zevkli yapıldığında şefin vaz geçilmez ögesidir.


 

     Vuruş, vuruş içinde müziğin yorumu, tempoyu saptamak, kaybetmeden sürdürmek ve zevkli bir rubato becerebilmeği gördük. Ama daha şeflik işinin ancak başındayız. Şimdi şef öğrenip sindirmesi gereken deryalar kadar bir bilginin, esas kültürün karşısındadır.


 

     Bu eğitim orkestra partisyonu okumakla başlar. Çok karışık bir nesnedir. Ses sanatçısı tek sıra nota okur, nadiren de eşlik partisinden bir şeyler anlar. Aynı şey kemancı için de geçerli. Piyanist ise birkaç notayı birden okumayı öğrenmiştir. Fakat şef bir anda birçok sesleri, notaları, partileri görüp okuyabilmelidir.


 

     Örneğin, Brahms’ın 1.ci senfonisinin başını alalım: 55 nota var, bunu 100 saz seslendirecek. Şef bunların hepsini bilmelidir, yoksa podyuma çıkmağa hakkı yoktur. Buysa bu senfonideki 1260 mezürden ancak biri…


 

     Şef eline bir orkestra partisyonunu alıp okurken kafasının içinde işitmektedir. Baştan sona kadar okur. Buna kendi görüşünü, kültür ve stil anlayışını ekler. Çağın bilgisi, bestecinin hayatı, ülkesi, diğer bestecilerin O’na etkisi. Burada, eserin tüm kültür temeline dayanmıştır. Şef yalnız bir müzikçi olmakla kalmayıp sanat tarihçisi olacaktır.


 

     Sonra, eseri parçalara ayırıp inceler. Hangi sazlar nerede beraber, kim nerede giriş yapar. Armonisi. Ve en önemlisi bütün bu nota yığınından melodiyi bulup çıkarma; gine Wagner’in üzerinde önemle durduğu bir şefin melodiyi bulup çıkarma niteliği.


 

     İnen ve çıkan elemanları, eserin gerilim noktalarını, şef başlıca ögeleri bulur. Bunların tümü O’na müziğin anlamını, dramatik, gerginlik, önem ve atmosferini verir. Ancak, bütün bunların hızı ne olacaktır?


 

     İşte tempo burada karşımıza çıkar. Bazı bestecilerin bunu artık metronomla saptayıp vuruş sayısını işaretlemeleriyle beraber, birçok eser bundan yoksundur. Brahms ilk bölümde (un poco sostenuto) demiş. Biraz tutarak, uzatarak. Yani fazla hızlı değil. Fakat şef gerçek tempoya nasıl karar vermeli? Heybetli ve ağır bir atmosfer belirten timpani vuruşlarından bunu çıkarır; bu kez daha düşünceli, tartılı bir tempoya meyil eder. Eğer şef, 2. melodi hattının gerilimini düşünerek tempoya karar vermiş ise, o vakit de daha yürüyen tempoyu seçmiş olur. İkisi de (un poco sostenuto)’dur, ancak aradaki fark şefin kişisel kavramındadır.


 

     Şef sesin volümünü, yüksek veya alçaklığının hacmini bir ölçü kıyaslamasıyla yargılar. Bağlı ve duygusal anlatımlı dolgun ve heybetli ifadeye göre tüm orkestranın dengesini ayarlar. Orkestranın dengesi şefin sazları iyi tanımasına bağlıdır. Sazların kapasitesi, gerçek ses alanı, olanakları, zayıf oldukları noktalar, özel renklerini bilmesi şef için çok önemlidir. Ne istediğini bilmelidir ve bunu çalandan nasıl çıkartılacağını bilerek istemelidir. Kemanların yay tekniği, üfleme sazların teknik zorlukları ve olanaklarını derinine bilmelidir. Bunlardan başka olağanüstü bilgisiyle bir şef daha orkestra bir yanlışa düşmeden önce onu ikaz etmelidir. Orkestra elemanlarının ne yanlışları nerelerde yapabilecekleri, işini iyi bilen bir şefçe kolayca tahmin edilebilir. Bunlar belli şeylerdir. Örneğin, müzik notaları tize gittikçe müzisyenler ses hacmini de yükseltmeğe temayüllüdür. İndikçe de sesi düşürürler. Brahms senfonisinde bunun aksini gerektirecek nice pasajlar var. İnen pasajda “crescendo” gibi.


 

     Bir partisyonu etüt etmenin sonu yoktur. Toscanini 80 yaşındayken 50.ci kez “Eroica”yı yönettiğinde ilk yönettiği günler kadar sıkı çalışır ve sahneye çıkmadan evvel bir o kadar heyecanlı ve sinirli olurdu.


 

     Bütün bu teknik, kültür ve çalışmayla da yine büyük bir şef olunmaz. Büyük bir şef olabilmenin gerekleri bundan çok uzaklardadır. Şefliğin elle tutulmaz niteliği, sihir yönüdür. Orkestra ve şef ince ve bir saniyenin binde biriyle birbirine bağlı sihirli bir ilişkisi vardır. Bütün tılsım budur. Bir müzik parçasının başındaki bir saniyelik sihir, anlatılamaz. Başlamaya elverişli bu bir saniyedir ancak. Orkestra toparlanmış hazır bekler; şef tüm iradesini ve kudretini esere teksif etmiştir. Dinleyici sesini kesmiş, son öksürük de silinmiş, program hışıtıları kesilmiş ve sazlar elde, sazlar ağızda pozisyon alınmış… Ve işte o bir girişle başlanır! Bir saniye sonra girilmiş olsa geçtir, sihir kaybolmuştur. Mesele o saniyeyi bulmakta.


 

     Bu psikolojik tayming müzik boyu, konser süresince devam eder.


 

     Demek ki büyük şef, zaman akımına çok hassas olan bir kimsedir. O ki, bir notayı diğerine en doğru yoldan en doğru zamanda geçirtir. Çünkü, müzik zaman yoluyla vardır. Müziğin kendi zamanıysa yaratılmalı, şekil verip işlenmeli. Bir heykel gibi biçim alıp var olana dek. Biz ise zamanın ağına düşmüşüz. Her nota çalındıktan sonra elden gider, geriye alıp düzeltmek olanağımız yoktur. Bir şef, böylece bir heykeltraştır. Elinde mermer yerine zaman vardır, zamanı işler. Zamanı işlerken de şefin üstün bir oran ve ilişki duygusu olması gerekir. Tüm eserin cümleleri, ritmlerine karar vermek, formuna nüfuz etmek. Müziğin nerede gerilip nerede bunu izleyen atılıma olanak vermek için gevşemesi, bu gerilimin nerede boşalacağı. Bunlar şefliğin püf noktaları. Öğretilemez. Çalışmakla olmaz. Doğasal bir algıdır, olgunlaştıkça daha derinleşir. Fakat şefin en orta hallisinde bile bulunması şart nitelik, O’nun karşısındakini etkileme ve hislerini karşısındakine geçirebilme yeteneği, kuvvetidir. Kolları, yüzü, gözleri, parmakları ile kendindeki tüm vibrasyon ve akımı orkestraya sirayet ettirebilmelidir. Eğer şef değneği kullanıyorsa bu değnek bir tür elektrik taşıyan, en küçük hareketiyle ifade aracı olan canlı bir şey olabilmeli. Eğer değnek kullanmıyorsa aynı berraklığı elleriyle vermelidir. Değnekli veya değneksiz şefin jestleri daima öncelikle müzik sınırı içinde anlamlı olmalıdır.


 

     Şeflik orkestrayla bedensel bağlantı olan bir teknik gerektiriyor. Belli duygular üzerimizde bedensel refleks oluşturur. Memnun olduğumuzda, ağız çevresi kasların istemsiz hareketiyle gülümseriz. Orkestra yönetmede de aynıdır. Müziğin oluşturduğu bazı duygular bazı kasların tepkisini yaratır. Bu da orkestra yönetimi yoluyla aynı duyguları orkestra elemanlarında, müzisyenlerde yansıtır. Yeniden yaratır.


 

     Provalarda bir miktar konuşma olur. Yalnız jestler herşeyi anlatmağa yetmez. Fakat bir eserin güzelliğiyle ilgili uzun uzun romantik nutuklara, ormandan, ırmaktan söz etmeğe de gerek yoktur.


 

     Şefin duygularını iletkenliği, tekniğindeki en baş öğe durumundadır. Orkestraya herşey önceden gösterilmelidir. Olup gitmeden evvel. Böyle ki, şef en az bir vuruş orkestranın önünden gitmelidir. Ve şef iki şeyi aynı zamanda işitmelidir; o anda orkestra müzisyenlerinin yaptığını ve bir dakika sonra ne yapacaklarını. Bu nedenle esas sorun hazırlık ön vuruşundadır. Örneğin Brahms 1.ci senfonide sessiz ön vuruşunda şef arkadan gelecek müziğin karakterini gösterir. Onu gergin ve heyecanlı olarak düşünmüş olsun veya ağır ve ihtişamlı düşünmüş olsun, bunu ön vuruşuyla gösterir ki orkestra elemanları ona öyle cevap verirler… Tıpkı nefes almakta olduğu gibi. Bu ön hazırlık bir nefes alıştır, nefes verişte müzik çıkar. Konuşmak için aldığımız nefeste olduğunca. Müzik ile nefes alan bir şef ise tekniği yolunda epey yol almıştır.


 

     Bir şef orkestrayı yalnız çaldırmakla kalmamalıdır. Onlarda en önemli olanı çalma arzusunu uyandırabilmelidir. Çalmak isteğini vermeli, onları coşturmalı, ayaklandırmalı, yürütebilmelidir. Şef kendisinin sevdiği gibi müziği orkestraya da sevdirebilmeli, orkestranın üzerinde ifadesini empoze edip bir diktatör gibi boyunduruk kurmak yerine kendi duygularını orkestraya yansıtmalı, öylesine yansıtmalı ki kemanların en arkasında oturana kadar ulaşabilmeli. Bunu elde ettiğindeyse yüz kişi öylesine O’nun hislerini aynen aynı anda birlikte paylaşır, müzikteki her iniş çıkışa bir kişiymiş gibi cevap verir ki her ayrılma ve yeniden buluşmalarda bu kalp atışlarının birleşmesi insanlığın eşsiz ve üstün bir özdeşliği olur.


 

     Bu olay bence aşktır. Aşkın özdeşidir. Bu aşk akımında şef orkestrasıyla derin bir bağlantı kurmuştur. Duygularını orkestraya iletir ve onların yoluyla da doğruca dinleyiciye ulaşılır.


 

     Provalarda şef bağırıp çağırıp söver. -Bir çok ünlü şefimiz bunu yapmakla meşhur olduğu gibi- fakat bu aşk var oldukça şefle orkestra birbirine sıkıca bağlı, bir kişi gibi hareket ederler.


 

     İşte ideal şef budur. Bütün nitelikleri arasında en gereklisi de herhalde O’nun besteci karşısında alçak gönüllü olabilmesidir. Müzikle dinleyicinin arasına kendini empoze edip zorla ortaya atmamalıdır. Gayretli ve gösterişli çabası ancak şef varlığını borçlu olduğu bestecinin amacı uğrunda kullanılmalı, müziğin içinde kalmalıdır.



     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 12. Yıl, 125. Sayı ile Ocak 1984 tarihinde basılan sayısının 21-27. sayfalarından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5757380
Online Ziyaretçi Sayısı:13
Bugünlük Ziyaret :962

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.