02.11.2018 / Tunca Arslan - Gerçek Bir Soygun Öyküsü


     Dört yıl önce çektiği ilk filmi “Güeros”la Berlin’den Havana’ya, Atina’dan San Diego’ya kadar gezmedik festival bırakmayan ve hatırı sayılır ödüller alan 1978 doğumlu Meksikalı yönetmen Alonso Ruizpalacios, ikinci çalışması “Müze”yle de yedinci sanat yürüyüşünde çok sağlam bir adım atıyor. Bu yılın “Berlin Film Festivali”nde en iyi senaryo ödülüne değer görülen film, 1985 yılında Mexico City’de gerçekten yaşanan ve ülkeyi derinden sarsan bir soygunu anlatıyor. Soyulan yer: “Meksika Ulusal Müzesi”... Soyguncular: İki tıfıl üniversite öğrencisi...


 

     1980’lerin başlarında derin ekonomik kriz yaşayan Meksika, 1985’in Eylül ayında da büyük bir deprem felaketiyle karşılaşır ama ülkeyi derinden sarsan ve ulusal onuru zedeleyen asıl olay, aynı yılın “Noel” gecesinde “Ulusal Antropoloji Müzesi”nin bilinmeyen kişilerce soyulması olur. Meksika’nın tarihle en büyük bağı ve gurur kaynağı müzeden tam 140 parça paha biçilmez eser çalınmış, ortalık karışmış, ülke soygunculara karşı kenetlenmiştir. Basın ve kamuoyu soygunculara “vatan haini” muamelesi yapmaya başlar.


 

     Kimse Elini Sürmüyor


 

     Oysa bu akıl almaz ve bilinmezlerle dolu olayın ardında, canları sıkılan, okulla da başları pek hoş olmayan, amaçsızlıkları nedeniyle aileleri tarafından da alaya alınan ve kolay yoldan para kazanmak isteyip “Bir şey yapmalı!” duygusuyla hareket etmiş iki veterinerlik öğrencisi vardır yalnızca. İki kafadar, çok da ter dökmeden gerçekleştirdikleri soygunun ardından, paha biçilemeyen korkutucu değeri nedeniyle kimsenin elini sürmeye cesaret edemediği bu eserleri antika kaçakçılarına satmak için ilginç bir yolculuğa çıkarlar.


 

     Ruizpalacios, Meksika orta sınıf aile yaşamına da çok hoş bakışlar attığı, dozunda bir mizah ile gerilim ve hüzün duygusunu hep diri tuttuğu “Müze”de artık iyiden iyiye “Hangi filmde oynasa izlenir” dedirten Gael Garcia Bernal’in usta oyunculuğunun da sayesinde mükemmel bir iş çıkartıyor.


 

     Film Berlin’de gösterildikten sonra genel olarak beğenilmiş ama bir iki eleştiri yazısında karakterlerin derinlikten uzak kaldığı dile getirilmişti. Oysa öykünün ağırlık noktası Juan karakterinin anne-babası, kardeşi ve diğer akrabalarıyla ilişkilerini, Noel gecesindeki zoraki aile yemeğini, giderek içine düştüğü çaresizliği vb. yansıtan sahnelerdeki senaryo başarısı gözden kaçacak gibi değil. Aynı biçimde eserleri satabilmek için çıktıkları yolculuktaki uğrak noktaları ve ilişkiye geçtikleri karakterler de çok canlı ve gerçekçi çizilmiş.


 

     Serüveni Kutsallaştırmamak


 

     Ruizpalacios’un bir diğer başarısı da “Müze”ye bağımsız sinema ile ana akım sinema arasındaki o gri bölgede tanımlayıp özgün bir hareketlilik ve renk kazandırabilmesinden kaynaklanıyor. Filmin başında “Bu gerçek bir öykünün yeniden kurgulanmasıdır” diyen Ruizpalacios, tüm Meksika’nın sinirlerini bozan o soygunu hiçbir abartıya kaçmadan ve en önemlisi serüveni kutsallaştırmadan, karakterleri kahramanlaştırmadan, kısacası gerçeği sömürmeden sunmayı bilmiş durumda.


 

     “Müze”nin dikkat çekici bir başka yanı da ister somut ister soyut olsun, “ulusal değer” kavramına saygıyla yaklaşması. Yüzyıllarca yağmalanmış Meksika kültürünün sonunda bir müzede toplanmış simgesel değerlerinin soyguncular tarafından da kavranması, bir “aydınlanma” süreci olarak yansıtılmış ki Ruizpalacios bunu gayet yumuşak geçişlerle işlemiş.


 

     “Müze”, sonlarına gelmekte olduğumuz 2018’in en alçakgönüllü ama en iyi yabancı yapımlarından biri. Seyretmenizi öneririm.



     Aydınlık Gazetesi - 02.11.2018, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5764876
Online Ziyaretçi Sayısı:14
Bugünlük Ziyaret :304

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.