26.10.2018 / Tunca Arslan - ‘Müslüm’: Feleğin Cilvesi Hayatın Sillesi


     Eğlence müziği olmayan “arabesk”in bugün geldiğimiz noktada iyiden iyiye “eğlencelik” hale bürünmesi, son 15-20 yıldır yaşadığımız kültürel çürümenin bir boyutunu oluşturuyor. Köyden kente göç olgusuyla doğan, giderek en alttakilerin, lümpen proleteryanın güçsüz feryadı, umutsuz isyanı olma niteliğine kavuşan ve zaten yozlaşmış bir müzik tarzı-kültürel biçim olan arabesk, 2000’li yıllarda dikkat çekici bir dönüşüm geçirmeye başladı.


 

     1990’ların sonlarında yapılan bir araştırma, yeterli eğitim almamış genç emekçi kitlesi içindeki “Müslümcü” oranının yüzde 18 olduğunu gösteriyordu. Örneğin Ferdi Tayfur’un değişen sosyo-ekonomik koşullar nedeniyle “Hadi gel köyümüze geri dönelim” demeye başladığı süreçte Müslüm Gürses en garibanların, en yeniklerin temsilciliğinden vazgeçmemişti. Köye dönmenin değil, varoşlarda, sanayi sitelerinde, sur diplerinde isyan ede ede hayatta kalma çabasının sesiydi Gürses.


 

     İsyanın Bittiği Gece


 

     Ama ne olduysa oldu, birden holdinglerin sponsorluğunda çok özel konserler vermeye, “Esma Sultan Yalısı”nda ağır entellektüel küratörlerin düzenlediği, Andy Warhol, Frida Kahlo, Picasso, Mona Lisa maskesi takmış konuklarla dolu “happening”lerde, hiç duyulmamış şarkılar söylemeye başladı sanatçı. Amaç, kültürel açıdan “iki uçta” yer alanları buluşturmaktı. Post-modernite bunu gerektiriyordu!


 

     Büyük buluşma, 2002’nin Ağustos ayında “Harbiye-Açıkhava”daki konserde yaşandı. O gece binlerce insanın arasına sanki ayrı bir “seyirlik” olarak yerleştirilmiş 100-150 kişilik Müslümcü gruptaki yenilmişlik ruh hali, gözümün önünden gitmiyor. Jilet yok, taşkınlık yok, sahneye fırlamak yok, kendinden geçmek yok... Müslümcüler, birkaç kez “Sen bizim babamızsın, sen ne dersen o olur” diye seslenmiş, baba ise yalnızca “Sevenlerim beni bilir!” demekle yetinmişti. Arabesk o gece sistem tarafından tümüyle teslim alındı, isyan bitti.


 

     Devlet büyüklerinin karşısında ceketini iliklemeyeceği için hiçbir resmi davete katılmadığı rivayet edilen Müslüm Baba’nın evlatları, şimdi kime isyan edecekler? Baktıkları zaman siluetinde Orhan Gencebay’ı da gördükleri “AKP”ye mi, sosyal adaletsizliğe mi, yalılara mı, kaderlerine mi...


 

     Sosyolojik Bakış Yok


 

     Bugün gösterime giren, senaryosunda usta yazar Hakan Günday’ın imzası bulunan, iki yönetmenli (Ketche ve Can Ulkay), başta Timuçin Esen, Zerrin Tekindor, Ayça Bingöl, Erkan Can olmak üzere kadrodaki tüm isimlerin harika oyunculuklar sergilediği “Müslüm Baba”, çok trajik kesitler barındıran bir yaşam öyküsünü karşımıza getiriyor. Müslüm Akbaş’ın zorluk ve acılarla geçen çocukluğu, belalı babası, dünya güzeli annesi ve kardeşleriyle ilişkisi, Cumhuriyet kurumu “Halkevi”nden uzatılan el, Urfa’dan Adana pavyonlarına geçiş, Gürses soyadını alarak şöhret basamaklarını tırmanması, filmlerde seyredip genç yaşlardan itibaren aşık olduğu Muhterem Nur’la evliliği... Tüm bunlar Alevi türküleri eşliğinde, gözyaşlarına engel olunamayacak kimi sahnelerle beliriyor karşımızda.


 

     “Müslüm Baba”nın yılın en çok seyirci toplayacak, en çok konuşulacak yerli filmlerinden biri olacağına kuşku yok. Ancak filmin temel eksiği, arabesk müziğe ve Müslüm Baba’ya Türkiye yakın tarihinin sosyolojisi açısından da bakmaktan kaçınmasından kaynaklanıyor. Gürses’in sarsıcı kişisel öyküsünü aktarmak bakımından gayet başarılı olan film, bu öyküyü Türkiye’nin öyküsüyle birleştirmekten uzak durmuş her nedense.


 

     Müslüm Gürses’i büyük başarıyla canlandıran Timuçin Esen’in özellikle burun makyajında sahneden sahneye göze çarpan değişiklikleri de teknik eleştiri olarak belirteyim.



     Aydınlık Gazetesi - 26.10.2018, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5765055
Online Ziyaretçi Sayısı:4
Bugünlük Ziyaret :397

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.